RAMAZAN YAZÇİÇEK İLE GENÇLİK ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ

“Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür

VAN 28.04.2015 10:38:14 0
RAMAZAN YAZÇİÇEK İLE GENÇLİK ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Bu kuşatmalardan kurtulmanın yolu, İslâmî bir bilinç inşası ve beraberinde ertelenemez olan bir sosyalite yani amel geliştirilmesidir. Nitekim moderniye geleneğiyle bütün bunlar cahiliyedir. Kur’an’ın ifadesiyle, Allah’ın hükmünün dışında aranan çözümler, “Cahiliye”dir. Dolayısıyla İslâmî olmayan her bir yaşam tarzı cahiliyedir.
aciz.net
Gençlik için; gerek bireylerin kendi yaşamları açısından gerekse toplumların geleceği açısından insan yaşamının en önemli evresidir dersek yanlış olmaz kanaatindeyiz. Karakterin oturduğu, kişiliğin geliştiği, hafızanın ve zekânın oldukça iyi durumda olduğu gençlik insanlar için iyi değerlendirilmesi gereken bir hazinedir. Nitekim belli bir yaştan sonra bazı tutumların çok zor değiştiği, öğrenme, okuma bilgilenme faaliyetlerinin ise asla bir gencin yapabileceği kadar iyi olmadığı yadsınamaz gerçeklerdendir.
Tarih sahnesine bakacak olursak; bilinçli, ahlaklı; kültürlü bir gençlik yetiştirebilen toplumlar daima başarılı olmuşlardır. Peygamberimiz (sav)’in davetine ilk tabi olan müminlerin belirgin özellikleri; fakir olmalarının yanı sıra büyük bir çoğunluğunun genç olmasıdır. Yine bütün inkılabî hareketlerde, toplumsal dönüşümlerde en ön saflarda hep gençleri görürüz.
Tüm bunlar; gençliğin; insan hayatının en önemli evrelerinden, toplumların ise en önemli kesimlerinden biri olduğunu kanıtlamaktadır.
Ancak bir sorunlar çağı olarak niteleyebileceğimiz bu yüzyılda; gençlik artık umut vaad etmek yerine bir problem yumağına dönüşmüştür. Son günler de gündemden düşmeyen şiddet olayları, pek çok anket, istatistik gibi çalışmalarda ortaya çıkan vahim sonuçlar; bilinçsiz, inançtan yoksun, kültürsüz ve cahil bir neslin ortaya çıktığını gösteriyor.
Biz de; hem bir gençlik dergisi çıkarmamız, hem de önemli ve ciddi bir sorun olarak görmemiz hasebiyle ‘gençlik, sorunları ve çözüm yolları’ üzerine bir soruşturma yapalım istedik.
Soruları oldukça genel tutmaya çalıştık. Özel olarak hiçbir başlığa değinmek istemedik. Siz uygun gördüğünüz yerlere değinirsiniz. Cevaplarınızı en geç on beş gün içinde bize ulaştırırsanız seviniriz.
Yardımlarınız için şimdiden Allah razı olsun.
1.Gençliğin pek çok probleminin olduğu aşikârdır. Size göre bu problemler arasında birinci derecede önem teşkil edenler ve mevcut durumun sebepleri nelerdir?
2.Problemleri ve sebeplerini tespit etmek önemli ancak yeterli olmadığı için; var olan sorunlara çözüm bulunmalıdır. Sizce çözümler neler olabilir?
3.Genel olarak gençliğin ortak sorunlarından bahsetmek mümkün. Ancak okuyan toplumdaki diğer gençlere göre daha iyi bir durumda olan İslami gençliğin de kendi içinde problemleri var mıdır? Varsa nelerdir?
İlk Cemre
اللبسم
Ramazan YAZÇİÇEK[1]
Öncelikle çalışmanızdan ötürü sizleri tebrik ediyorum. Tespit ettiğiniz konu, gayretinizi daha bir anlamlı kılmıştır. Sorularınızın sıralamasını dikkate almakla birlikte kanaâtlerimi bir bütün olarak paylaşmak istiyorum.
Esas itibariyle günümüzde aşikâr olan problemler, salt gençliğe mahsus değildir. Ancak gençlik, bu problemlerin daha bir etkisi/riski altındadır. Bugün birinci derecede önem teşkil eden problemler ve özellikle gençlik için tedirgin olduğum durum, popüler kültür ve bunun da içinde yer aldığı dünyevileşme tehdididir.
Mevcut durumun kuşkusuz farklı sebepleri vardır. Ancak özellikle iki önemli sebebe dikkatinizi çekmek istiyorum: Birincisi, dünyanın gittiği yöndür. Buna, bir anlamda Modern kuşatma da diyebiliriz. Esas itibariyle bazıları, ‘dünyanın gittiği yöne yönelmeyi’ insanlık için çözüm olarak gösterseler de; bu, biz Müslümanlarca çözüm değil bilakis zillettir. İkincisi, Asli değerlerin ertelenip İslam kültürüne ait olmayan günübirlik nevînde bayağı şeylere tevessül edilmesidir. Buna, kendini kendi elleriyle zillete düçar etmek de diyebiliriz. Biraz açacak olursak;
Nedir dünyanın gittiği yön? Bu, Batı’da Aydınlanma denilen dönemle başlayan, Rönesans hareketiyle şekillenen modern taleplerdir. Modernleşme, Modernizm, bunun ideolojileştirilmiş ifadesidir. Modernizm, Rasyonalisttir; yani, akılcı. Hümanisttir; yani, insan merkezci. Laiktir; yani, dindışı (profan). Bireyselleştiricidir; yani, aile ve toplum değerlerini önemsemez, çözmeye çalışır. Materyalisttir; yani, her şeye maddeci bir gözle matematiksel bakar. Modern talep, hayata, Allah merkezli bakışın yerini insan merkezli bir zemine kaydırmıştır. Dolayısıyla bu taleple, aklın, heva-hevesin ilah edilmesi sözkonusudur.
Aslî değerlerin ertelenmesiyle, vahyin yerine, üretilmiş beşerî olanın konulmasını kastediyorum. Bugün insanlık ve özellikle Müslümanlar bir tarafta bidat ve hurafelerle malül atalar yolunun kuşatması diğer tarafta modern olan ideolojilerin dayatması altındadır.
Bu kuşatmalardan kurtulmanın yolu, İslâmî bir bilinç inşası ve beraberinde ertelenemez olan bir sosyalite yani amel geliştirilmesidir. Nitekim moderniye geleneğiyle bütün bunlar cahiliyedir. Kur’an’ın ifadesiyle, Allah’ın hükmünün dışında aranan çözümler, “Cahiliye”dir. Dolayısıyla İslâmî olmayan her bir yaşam tarzı cahiliyedir. İslâm ise tam bunun karşısında bir kurtuluş hareketidir. Istılah olarak cahiliye, Allah’ın indirdiği hükümleri ve bilgileri kabul etmeyip bunların yerine insanlar tarafından konulan hükümlere, düşüncelere ve sistemlere iman etmektir. Keza cehalet ilimden öte hilmin zıddı olarak İslâm’ın tam karşısında yer alır. İnsanı insanın kulluğundan kurtarma hedefli olan İslâm, cahiliyenin her türünü ortadan kaldırmaya dönüktür. “Yoksa onlar İslâm öncesi cahiliye idaresini mi arıyorlar? Yakin sahibi (Gerçeği görebilen) bir toplum için, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” (Kur’an: 5/50).
Dünyevileşme (sekülarizm), amelde, itikatta bilinçte bozulma; heva-heves yönünde değişim, hayatın her alanında dinsel düşünmeyi devre dışı bırakma, dini sembolleri anlamsızlaştırma ve dini ancak vicdanî tahayyül olarak konumlandırma demektir. Her şeye matematiksel bakıştır.
Dünyevileşmek fakirliğe mukabil zenginleşmek değildir. Dünyevileşmek, insana, hayata dair her şeye maddi açıdan bakma, ben merkezli algı ve bunu yaşam tarzı haline getirmedir. Dünyevileşme, Kur’an’ın ısrarla sakındırdığı bir sapmadır. İnsanın yüz yüze olduğu bu tehdit, tarihsel serüven içerisinde peygamberî mesaja hep konu olmuştur. Bu durum günümüz gerçekliğinde de aynıdır.
Popülizm, halkın salt zevkine uygun olanı yapma, tüketme ve düşünme biçimidir. Popülizm esas itibariyle “süslü” gösterimdir. Süslü gösterim, akletme ameliyesinden soyutlanmış, heva-heves ürünüdür. Bu, gerçekte ahirete inanmayanların işleridir. Dolayısıyla kendilerine işleri süslü gösterilenler bocalayıp dururlar (Kur’an 27: 4).
Kültürel popülizm, gündelik hayatın meselelerini popüler duygulara hitap ederek formüle etmedir. Bu formülasyon ne kadar İslamî argümanları kullanırsa, o oranda kültürel popülizmin bir versiyonu olarak İslâmî popülizmden söz edebiliriz. Bu da bugün Müslüman gençliğin yüz yüze olduğu en önemli tehdittir diye düşünüyorum. İslâmi popülizm bu anlamlarıyla İslâm’dan talep edilen, Müslümanlara bulaştırılmaya çalışılan popüler kültürdür. Bu, siyasaldan soyutlanmış, folklorik, günübirlik, suya sabuna dokunmayan, vicdanlara hapsedilmiş, eyyamcı, uçları açık din algılı bir yaşam tarzıdır. Bir anlamıyla bu, postmodernize olan İslâm’ın popülist eğilimlere teslim olmasıdır. Farklı bir ifadeyle ‘her şeyin her şeye dönüşmesinin’ mübah ve meşru sayıldığı postmodernleşmeyle uyumlu, küresel içinde inceltilmiş, ilkesizliğin ilke kabul edildiği kültürel İslâm’dır.
Cahiliye döneminde Peygamber (s)’in hak davetinin, kitleler tarafından kabulünü önlemek amacıyla, halkın daha hafif ve zevkli şeylerle meşgul olmalarını sağlamak için bir takım eğlence ve şölenler düzenliyorlardı. İbn Abbas’ın rivayetinde Nadr bin el-Haris’in milleti kandırmak, eğlendirmek ve saptırmak için şarkı söyleyen ve dans eden cariye ve fahişeler getirdiği kaydedilir. Peygamber (s)’in vaaz ve telkinlerinden kimin etkilenmekte olduğu haberi alınıyorsa, Nadir b. el-Hâris ona cariyelerden birini musallat eder ve bu cariyeye, “Bu adama yedir, içir ve eğlendir ki Muhammed’in telkinlerine uymasın” derdi. Cahiliye döneminde uygulanan bu yöntemin bugün moderncesi popülist kültürdür. Günümüzün Nadr bin el-Hâris’leri ise medya denilen aracılardır.
Televole nev’î pop kültürü, putubol spor anlayışı, star yaratma(!) hafifliği hep popüler kültüre dayanmaktadır. Bütün bunların özgürlük fenomenine dayandırılması ise trajikomik bir paradokstur. İslâm’ı bu şekilde sapkınlıklarla harmanlama, İslâmî argümanları popülizme meze yapma hafifmeşrepliği gençliğin özellikle de Müslüman gençliğin karşı karşıya olduğu vahim durumdur.
Resulullah (s), “Altın ve gümüşe (dünya malına) kul olanlar mahvolmuştur.” diye buyurmaktadır.
Rabbimiz, “Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir.”
“Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” (Kur’an 18: 45-46).
Resulullah (s), “Vallahi, sizin hakkınızda korktuğum şey, Ben’den sonra Allah’a ortak koşmanız, tekrar müşrik olmanız değildir. Fakat sizin hesabınıza korktuğum şey, dünya uğrunda aranızda rekabete düşmenizdir” (Buhari, Müslim, Tirmizi) diye buyurmaktadır.
İki duruş arasında kalan Müslüman gençlik kendi sosyalitesini oluşturmamış olmasının bedelini bugün acı bir şekilde ödemektedir. Nitekim bugün Müslümanlar Müslümanca yaşamanın mücadelesinde değil, Müslüman olarak rahat yaşamanın hesabındadırlar. Bu da kendine güvenini yitirmiş psikolojisi bozulmuş tipler ortaya çıkarmıştır.
Kadın, bu kuşatmadan, kendine düşen payın fazlasıyla mağduru olmuştur. Ona, Kapitalist toplumlarda reva görülen rol, daha çok kazandırmanın, sınır tanımayan tüketmenin nesnesi rolüdür. Laisizm’in egemen olduğu gerici modern toplumlarda ise genelde eğitim, özelde üniversite sorunu genç Müslüman kızlarımızı mağduriyetin ötesinde zulme düçar etmiştir. Kadın, kazanılmış gibi gözüken haklarına rağmen dünyevileşmenin etkisiyle bugün gerçekte mağduriyetinin doruk noktasını yaşamaktadır. İki cinsten biri olmasına rağmen kadın, gerçek rolüyle toplum içinde adeta kaybolmuştur. Akideden soyutlanmış, imaj elde etmenin çok rollü aktörüne dönüştürülmüştür. Ona reva görülen bu zulüm bilakis lütuf olarak sunulmuştur.
Dünyevileşmeye giden sebeplerin başında tüketim toplumunun cazibesi gelir. İnanan insanın önüne sağlıklı hedefler koymaması ve daha önemlisi alternatif bir sosyalite oluşturmaması da önemli bir sebeptir. Önüne koyduğu hedefler sanal kalınca hayal kırıklığının onu hiçliğe terk etmesi ve sorunu inandığı ilkelerde görmeye başlaması kaçınılmaz olmuştur. İnandığı gibi yaşamayan insanın yaşadığı gibi inanmaya başlaması tam da dünyevileşmenin neticesidir. Dünyevileşen insan, maslahat diye mefsedeti savunmaya başlar; sığınmacıdır, bazen tevbekar bazen de itirafçı ağzıyla geçmişine küfrederek içinde bulunduğu anı meşrulaştırıp yeni dünyasında kabul görmeye çalışır.
İnsanî daralma gösteren modern yaşam, bu daralmanın hem objesi hem nesnesi olarak son tahlilde ‘kendine’ tanıklık etmektedir. Bugün insan, maruz kaldığı kuşatmanın mağduru olduğu gibi sebebi de olmanın açmazı içerisindedir aslında. Bu ironik (çelişik) hal ona içinde bulunduğu durumdan çıkma zorluğu yaşatmaktadır. Buna, insanın kendine rağmen kendiyle bir savaşı da diyebiliriz.
Diğer taraftan manevî, gaybî olan her şeye savaş açan Laiklik, modern hurafeleri alabildiğine kullanmaktadır. Bunu adeta kışkırtan bir tavırla ve zaman zaman gelenekten de beslenerek ‘mıhına ve nalına vuran’ edasıyla yapmaktadır. Örneğin Laisizm bir tarafta tarikatlara sövgücü bir üslûpla yaklaşırken diğer taraftan yeni söylemlerini de akılçelen bir örtmeyle İbn Arabî ve Mevlâna ile süslemekte yani tasavvufî zemini referans göstermektedir. Dolayısıyla İslâm’ı negatif olarak tescilleyerek tarikat kefesine koyarken, Türk Müslümanlığını, kültürel İslâm’ı ise pozitif olarak tescilleyip Tasavvuf kefesine koymaktadırlar. Oysa ki kötü olarak niteledikleri iyi olarak sunduklarının meyvesidir ve bu aşikardır. Modern kuşatmalar çoğu kez taleplerini Tasavvuf kültürü aracılığıyla gelenekten karşılamak eğilimindedirler. Burada hümaniter bir zemin, hoşgörü, rituellerden, siyasaldan soyutlanmış din algısı (laik), ‘her farklı hal üzere de olunabilir’ anlamında postmodern yaklaşım tam da bu beklentileri karşılar niteliktedir.
Gelir dağılımında sefaleti yaşayan günümüz toplumuna televole-pop kültürü dayatması da gençlerin psikolojisini bozmuştur. Spor adına yapılanlar ise daha bir içler acısıdır. Futbol, putubol bir çılgınlık arenasına dönüştürülmüştür. Cinayetlerin sıradanlaştığı, saldırganlık psikozunun tahrik edildiği zeminlere dönüşen spor sahaları da değer çözücü olarak modern hayatın ürünüdürler.
‘Özgürlük’ hurafesi dayatılan bir başka köleleştirme yöntemi olarak gelişmektedir. Bunu, reklam hurafesindeki “özgür kız” fenomeni yeter derecede izah etmektedir kanaâtindeyim. Kayıtsızlık, başıboşluk her istediğini yapma serbestiyeti olarak. ‘özgür kız’ örneği ile ortada durmaktadır. Aslında bununla yeni bir köleleştirmenin yolu açılmakta ve özendirici olunmaktadır. ‘Star yaratma’ hafifliği ile hem bilinçli kullanılan ‘yaratma’ kavramı zayi edilmekte hem de gençlik hayalperest bir âleme doğru yolculuğa çıkartılmaktadır. Böylece gençlik, el emeğine, üretime, değer inşasına karşı boş, anlamsız, sorumsuz bir nesil kılınmaktadır. ‘Şöhret’ avcılığına çıkanlar avlanmakta ve bir çoğu mutsuz, sefil bir hayata mahkum olmuş vaziyette gerçek sefilleri yaşamaktadırlar. Neticede parçacı yaklaşım, insanı, değerler kimliğinden uzaklaştırıp modernitenin tehdidi altına almaktadır. Keza özgürleştirici modernlik sanısı, dünyevileşme hali beraberinde kendiyle, çevresiyle hiçte barışık olmayan bencil, hırçın tipler ortaya çıkarmaktadır.
Sözün özü gençlik dünyevileşme ve popülizm tehdidi altındadır. Bu tehdit, hem modern hem de gelenek şeklindedir. Sebep, küresel emperyalist taleplerle birlikte vahiyden uzaklaşmadır. İslâmî gençliğin problemleri de kanaâtimce çok farklı değildir. Onlar da adına İslâmî popülizm diyebileceğimiz bir dünyevileşmenin tehdidi altındadır. Çözüm, İslâmî inşaî bir hayat tarzı edinmektedir. Bunun diğer adı, Lâ İlâhe İllâllah’a yeniden kilitlenmektir. Bu mübarek kelimenin süreç içerisinde içinin boşalması; yükümlü olunmayan, tekrarlanan, anlamsız bir söze(!) dönüşmesi, onu olduğu yerde bırakmayı değil, bilakis daha bir kaygı ve coşkuyla ona yönelmeyi kilitlenmeyi zorunlu kılmaktadır. Zira o, doğru anlaşıldığında her şey doğru anlaşılacaktır; o, yanlış anlaşıldığında her şey yanlış anlaşılacaktır. Lâ İlâhe İllâllah’ın doğru anlaşılmasının yolu, Kur’an’a dönüştür. Nitekim inanmayanların sorunu bundan ötürü onunladır. Biz de inanıyoruz ki çözüm ondadır.[2]
Teveccüh edip soru yönelttiğiniz için teşekkür ederim. Sözün sonu Allah’a hamd ve çözümü Kur’an’ın aydınlığında görenlere selam ——————————————————————————– [1] Ramazan Yazçiçek, “Soruşturma”, İlk Cemre, s: 2, Dıyarbakır Nsan 2007, s. 15-18. [2] Konuya dair daha geniş bilgi için bkz.: Atıf// Yazçiçek, Ramazan, (2006), “Modernizm ile Gelenekçilik Arasında İnsan –Ya da İki Cehennemi Yaşamak-”, Haksöz, İstanbul, s: 182, s. 42-51; Yazçiçek, Ramazan (2006), “Müslüman Aile Popülizm Tehdidi Altında”, Fikir Dünyası, İstanbul, s: 4, s. 7-18; Yazçiçek, Ramazan (2004), Lâ İlâhe İllâllah’a Kilitlenmek, İktibas Dergisi, Ankara, 2004, s: 309, s. 19-23.