Rahmet meleklerini reddetme meselesi

İbrahim Suyanı

VAN 9.09.2015 10:59:30 0
Rahmet meleklerini reddetme meselesi
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir meselede acaba nasıl davranmışlar diye merak göstermeyenlerin ve usvetul hasene olarak kıymetlendirilen mübarek hallerine ihtiyacı olmadığını zannedenlerin, kendi aralarındaki birlikteliği nasıl mümkün olur? Her şeyi bir yana bırakıp şöyle düşünüyorum; rahmet meleklerinin yeryüzünü en fazla ziyaret ettiği bir dönemle irtibatı kaybetmek Müslüman’a ne kazandırır?

Enes b. Mâlik (Radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûl-i Ekrem Efendimiz ile oturuyorduk. Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ‘Birazdan yanınıza cennetlik bir adam gelecek, onu görmek ister misiniz?’ buyurdu. Çok geçmeden Medineli bir sahabe çıkageldi. Ayakkabılarını elinde tutuyor, yeni abdest aldığı için sakalından sular damlıyordu.

Ertesi gün Efendimiz sözlerini tekrarladığında aynı sahabe mescidin kapısında beliriverdi. Bu durum üçüncü gün yine aynı şekilde yaşandığında Ashâb-ı Kiram’dan ilme ve ibadete düşkünlüğü ile tanınan genç sahabe Abdullah b. Amr, Medineli sahabenin peşine düştü.

Kapısını çalarak, bir süre kendisini misafir etmesini rica etti. İsteği kabul edilince de üç gece bu sahabenin evinde kaldı ve onunla aynı odada yatıp uyudu.
Geceler boyu boşuna bekleyip durdu. Ev sahibi, geceleri kalkıp ibadet etmiyor, sabah namazına dek uyuyor, sadece uyanıp yatağında sağına soluna dönerken Allah’ı (Azze ve Celle) zikrediyor, tekbir getiriyordu. Büyük bir serveti olmadığı için sadaka dağıtamıyor ancak konuşmasına çok dikkat ediyor, dilinden hayırlı ve güzel sözler dökülüyordu.

Abdullah nihayet üçüncü günün sonunda işin aslını ev sahibine anlatarak şöyle dedi: ‘Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) üç gün üst üste “Birazdan yanınıza cennet halkından birisi gelecektir” buyurdu. Efendimiz’in bu sözlerinden sonra her defasında sen çıkageldin. Bunun üzerine ben de birkaç gün senin yanında kalarak seni cennet halkından yapan amelini öğrenip onu işlemek istedim. Fakat bu üç gün içerisinde büyük bir amel yaptığını görmedim. Acaba seni bu mertebeye hangi amelin ulaştırmış olabilir?’

Sahabe, Abdullah’a şu cevabı verdi: ‘Senin gördüğünden başka yaptığım bir ibadetim yok.’ 
Abdullah gitmek üzere ayağa kalktı. Aradığı cevabı bulamamıştı. Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu adamı neden hem de üç kez üst üste cennetle müjdelemişti? Bu adamda olup da kendinde ve diğer kimselerde olmayan özellik hangisiydi? Bunları düşündüğü sırada Medineli sahabenin sesini duydu: ‘Dur yeğenim, söylediğim gibi, gördüğünün dışında benim hiçbir amelim yoktur, ancak şu var ki ben hiçbir Müslüman’a kin gütmem ve Allah’ın (Azze ve Celle) bir başkasına verdiği nimeti asla kıskanmam.’

Abdullah bunun üzerine, ‘Seni cennetlik yapan ve bizim sahip olamadığımız şey işte budur’ dedi.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned)
Hayatını, tanıdığı Müslümanların sıkıntılı meselesini kendi meselesi görerek yaşayanlar hariç, ümmet şuuru veya vahdet bilinci diyen birini gördüğümde aklıma ‘cihat kebap salonu’ geliyor. Bağışlayınız efendim, amacım kimseyi incitmek değil. Jerfi Qazaq, Pazar günü ‘Penguenlerin affına sığınıyorum’ yazısını yazmasaydı, ben de bunu yazmayı aklıma bile getirmezdim. Bu kardeşimiz yazısında cemaat ve imam meselesini çok basit bir şekilde anlatmış. Bahsi geçen meselenin, Müslümanlığımızla birlikte kendiliğinden hayata aktarılan şeyler mesabesinde olması gerektiğini söylemiş. “Oysa İslam fıtrata uygun doğallık ister. Zorlama, tasarlanmış, planlanmış, projelendirilmiş, profesyonel Müslümanlık diye bir şey olamaz. Bize ait ve en temel kavramlarımızdan biri olan olmazsa olmazımız cemaat, ‘içimizden’ ve aslında ‘kendiliğinden’ bir müessesedir. E doğal olarak imam da içimizden birinin adıdır zaten, dışımızdan birinin değil.” Bu mesele bu kadar kolay olsa kütüphane çapında bir külliyata ne gerek vardı! Arkadaşın yazdıklarını boşa çıkartacak bir şeyler bulma umuduyla uzun uzun düşündüm. Kitaplar okudum. Bulduklarım arasında en makul olanın, onun yazdıklarıyla örtüştüğünü görünce bu yazıyı yazayım istedim. J (İlhami Atmaca için not: Microsoft Word 2013, ekle menüsü, simge, gülücük.) Küçük bir farkla; ben onun usulünü ümmet ve vahdet meselesinde uygulamak istiyorum.

Ulus devletler icat edildiğinden beridir Müslümanlar arasında ümmet olma şuuru ve vahdeti sağlamaya dair fikri ve ameli gayretler var. Tefrika her zaman olagelen bir husus idi belki amma, böylesine devasa ve yaygın olduğunu yeni görüyoruz Allahualem. “Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı.” Mevzunun mesele olarak zuhuru, ulus devletlerin kurulmasıyladır. Halen devletlerimizin sınırlarından dışarıya taşıp, aramızda esaslı bir bağ tesis edememişsek, ulus devletin yapı taşları üzerinden de düşünmek gerek. Bu konuda okunulası epeyce kitap var.

Ümmet şuuru veya Müslümanlar arasında vahdeti sağlama siyasi bir mesele değildir. İman ile alakalıdır. Bu meseledeki sıkıntılı durumların siyaset zemini üzerinden halledilmeye çalışılması, bu zeminin her şeye elverişli olduğuna dair bir yanılgıdan ibarettir. Küçük çapta bir zemin etüdü yapıldığında tek katlı binalardan başka bir yapı için müsait olmadığı görülecektir.
“Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız” düsturunu imanın ister kemaliyle irtibatlandıralım isterseniz aslıyla; çıkacağımız yol siyaset değil itikad olacaktır. Bir Müslüman’a husumet besliyor veya haberdar olduğumuz bir durumuna karşı alaka duymuyorsak, kalkıp kebap yemeye gideceğiz. Salonda rezerve yerimiz hazır.

Bülent Akyürek bir konuşmasında; “Esir düşsek fidyemizi verecek bir Müslüman bulunur mu acaba?” demişti de, biz salondaki hazirun gülümsemiştik. ‘Stand up’ gösterisi insanlarıyız biz, ‘gerçek kesit’ figüranları… Akyürek de, Qazaq gibi kitabın ortasından konuşuyordu. Oysa biz, tanıtım kataloğunu bile yelpaze olarak kullanma becerisi geliştirmenin peşindeydik.
Ümmet olmak için fazladan hiçbir şeye ihtiyaç yok aslında. İman etmekle, zaten iman etmiş olan diğer kardeşlerimizle birlikte hazırdaki ümmette dâhil oluyoruz. Başkasının Müslümanlığından haberdar olmadığımızı varsayarak düşünelim; iman ettiğimizde tek başına bir ümmetiz. İman edenlerin sayısı arttıkça ümmete dâhil olanların sayısının da artması gerekiyor matematik ilmine göre. Artmıyorsa sevgili kardeşim, orta mektepteki havuz problemlerini çözmeye devam etmemiz gerekiyor. Bir de ustamız olsa, havuz akarını tamir etse, bu kadar uğraşmasak. 
İman ettiğimiz halde ümmet şuuru veya vahdet halinde olmakla ilgili sıkıntı hala devam ediyorsa, bu; kısmi bir arıza durumu değildir. Ana dağıtım şebekesinde problem var demektir. İman etmek ümmet olmayı gerektirir, teklif etmez. Aralarında illiyet bağı vardır. Birinin varlığı diğerini zorunlu kılar. Birinin yokluğu da diğerini zayi eder. Allah (Azze ve Celle) için, Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarına ilişkin bir fıkha sahip olalım. Fıkhı olmayan bir ümmet olur mu?

En son ne zaman bir Müslüman’ın bize olan borcunu iptal ettik? En son ne zaman bir Müslüman’ın haberdarı olduğumuz borcunu kendisine bilgi vermeksizin ödedik? Satın aldığımız arabanın bir önceki modelini tercih etseydik de aradaki fiyat farkını ihtiyaç sahibi Müslüman’a verseydik ne olurdu? Müslüman kardeşimize, posta kutusuna bırakılan faturalarından birini ödeyerek şaka yapmaya ne dersiniz? Çocuğunun bu ayki okul harçlığı veya üst baş masrafı bizden olsa mesela! Fazla mı para lafı ettik? Yardımlar ihtiyaç cinsinden olmazsa kıymeti kalmaz. O sebeple yazıyorum. (Bu yazıyı okuyanlar arasında parayla ilgili kısımlarını üstüne alınmayı gerektirecek kadar varlıklı kimseler olduğunu zannetmiyorum. En iyisi gazeteyi alıp, bu yazıyı üste getirip, varlıklı bir akrabamız veya tanıdığımız birinin iş yerinde/evinde unutalım ki; borç ödeme veya harçlık olarak geri dönsün.)

Allah Resulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Medine’ye geldiğinde yaptığı ilk şeyler neydi? Cemaatle ibadet etmeye elverişli bir mescit, ihtiyaçların teminine yönelik Ensar–Muhacir kardeşliği ve Mekke kentinin pazarına rakip olmak üzere Medine şehri için pazar yeri tespiti. Ümmet şuuru veya vahdet mi istiyoruz? En kestirme yollardan birkaçını söyleyeyim; aramızda selamı yaymak, ziyaretleşmek, hediye vermek, mümine gıyabında dua etmek ve Karz-ı Hasen. Bütün hayırlı işlerimizde Allah’ın (Azze ve Celle) yardımını mı görmek istiyoruz, bildiğim kadarını söyleyeyim; Allah (Azze ve Celle) için sevmek ve Allah’ın (Azze ve Celle) sevmediği kişilere ancak O’nun rızası için düşmanlık etmek, onlardan yüz çevirmek. Allah’ın (Azze ve Celle) dinine düşman olanların, kendilerine karşı bizde bir katılık/sertlik/heybet görmesi gerekir. Kalpleri ise birbirine mezcedecek olan Allah’tır (Azze ve Celle).

(“Ve gönüllerini kaynaştırandır. Sen, yeryüzünde olan her şeyi toptan harcasaydın yine de kalplerini kaynaştıramazdın. Fakat Allah aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, Azizdir, Hâkimdir.”)
“Ve gönüllerini kaynaştırandır” yani, Evs ve Hazreclilerin kalplerini bir araya getirendir. Araplar arasında ileri derecede kabilecilik taassubuna rağmen kalplerin birbirlerine kaynaştırılması, Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Risâlet’inin belgelerinden ve mucizelerindendi. Çünkü onlardan birisine bir tokat dahi vurulacak olsa, onun kısasını yapıncaya kadar çarpışır dururlardı. Allah’ın yarattıkları arasında en ileri derecede taassuba sahip kimselerdi. Allah iman ile kalplerini birbirine kaynaştırdı. Burada Muhacirlerle Ensar’ın birbirine kaynaştırılmasının ifade edildiği de söylenmiştir. Her iki açıklamanın da manası birbirine yakındır.” (Enfal Suresi 63. ayet meali ve tefsiri/El Cami-ul Ahkam-ul Kuran)

Vel hâsılı kelam; ümmet olmak veya vahdeti sağlamak, bir tabela mensubiyeti olmaksızın hayata aksettirilmesi gereken işlerdendir. Bu, yaşıyor olmamız sebebiyle soframıza konulmuş bir nimettir. Susayınca çeşme başında toplanmak gibidir. Yorulduğumuzda dinlenmektir. Birinin yüküne yardım etmektir. Allahualem.

Bezzar’ın sahih bir senetle Ömer b. Hattab’dan (Radıyallahu anh) rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor: “Üç kişi seferde olduğunuz zaman birinizi emir yapın.” Yola çıkacağımız kişi tanıdığımızdır, akrabamızdır. Onlardan birinin karar vermesine itimadı olmayanların, başka kavimlere mensup birilerinin kardeşliğine itibar edeceğini mi zannediyoruz? Size asıl faciayı söyleyeyim mi? Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir meselede acaba nasıl davranmışlar diye merak göstermeyenlerin ve usvetul hasene olarak kıymetlendirilen mübarek hallerine ihtiyacı olmadığını zannedenlerin, kendi aralarındaki birlikteliği nasıl mümkün olur?

Her şeyi bir yana bırakıp şöyle düşünüyorum; rahmet meleklerinin yeryüzünü en fazla ziyaret ettiği bir dönemle irtibatı kaybetmek Müslüman’a ne kazandırır?