Peygamberin Teşrii Yetkisi

Cundullah Avcı

VAN 22.06.2015 12:29:24 0
Peygamberin Teşrii Yetkisi
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

 

 

عَن أبي هُريرةَ عَبدِ الرَّحمنِ بنِ صَخْرٍ رَضِي اللهُ عَنْهُ قالَ:( سَمِعْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يقولُ: {مَا نَهَيْتُكُمْ عَنْهُ فَاجْتَنِبُوهُ، وَمَا أَمَرْتُكُمْ بِهِ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ، فَإِنَّمَا أَهْلَكَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَثْرَةُ مَسَائِلِهِمْ واخْتِلاَفُهُمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ}) رواه البخاريُّ ومسلمٌ.

 

Ebu Abdurrahman Ebu Huyreyre (r.a)’den söyle dediği rivayet edildi: Peygamber (s.a.v)’i işittim; buyuruyor ki: Sizi neyden neyhettiysem ondan sakının, size emrettiğim şeyi gücünüz yettiğince yapın, sizden öncekileri ancak çok sormaları ve peygamberlerine ihtilaf etmeleri helak etti.” Buharî ve Müslîm rivayet etti.

 

Teşri kavramı kanun ve hüküm koymak anlamına gelir.  "O (peygamber); onlara iyilik emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helal, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir."[1] ayet, göz önüne alındığında gönderilen peygamberlerin tebliğ ve tebyin görevlerinin yanı sıra teşrii yetkilerinin olduğu anlaşılacaktır. Ama asıl sorunumuz teşrii yetkinin mutlak bir teşrii yetkisi mi yoksa Peygamberlerin teşriinin mukayyet olup olmamasından kaynaklanmaktadır. 

Maalesef ülkemizde özellikle bazı kesimler hadislere yönelik yanlış algıların oluşmasına bilerek veya bilmeyerek hizmet vermektedir. Tümden kabule karşı reaksiyon gösteren bu gruplar maalesef kendileri de ayrı bir uca savrulmakta, tümden ret edici konuma düşmektedirler. Mutedil olarak addettiğimiz bazı gruplar da maalesef buna dahildirler. İhtisas sahibi olmayan bireylere hadislerin zayıf ve sahihini anlatma yoluna giderken maalesef istenilen, arzu edilen elde edilmemekte; dinleyici veya okuyucu tam tersi hadise ve sünnete düşman kesilmekte, hadisi ve sünneti bir ucube olarak görmektedirler.   Hâlbuki Kur'an’dan sonra yolumuzu aydınlatacak; hareket fıkhımızı, sosyal hayatımızı düzenleyecek ikinci derecedeki kaynak hadis ve sünnettir. Hadis ve sünnetin olmadığı, kabul edilmediği bir din anlayışı tamamen sakat bir anlayıştır. Hadis ve sünnetsiz ancak yollarımız kararacak, din eksik anlaşılacak ve yanlış bir peygamber tasavvuru oluşacaktır.  

Bu başlık altında yazılıp çizilen birçok eser, makale bulunmaktadır. Özellikle bu konu hakkında yazılan Yusuf El Karadawi[2]'nin ve Mevdudi[3]'nin eserleri okunmaya, tetkik edilmeye değer eserlerdir.  İbn-i Kayyım'ın Et-Turukul Hükmiyye, İmam Karafi’nin El-Füruk, İmam İbn-i KayyımZadü’l Mead, Ed-Dehlevi Hüccetullahi’l-Baliğa adlı eserler şaheser mahiyette eserlerdir. Ayrıca bu konuyu Reşid Rıza el-Menar[4] adı tefsirinde anlam ve muhteva olarak dile getirmiştir. Bu konu hakkında önemli açıklamalar yapan, detaylandırıp örneklendiren asrımızın önemli alimlerinden biri de Allame Muhammed Tahir b. Aşur’dur. Biz yazımızda sadece genel hatlarına değineceğimizden dolayı konuyu detaylı tetkik etmek isteyenler isimlerini vermiş olduğumuz kitaplara başvurabilirler.

Müslümanlar arasında birbirinin zıddı iki grup bulunmaktadır. Birinci grup sünnette olan her şeyi, bütün zaman ve zeminde ve her durumda herkes için uyulması zorunlu bir teşrii olarak kabul edenlerdir. Hâlbuki sünnette, yaratılıştan kaynaklanan örf ve adetler türünden, yaşanılan çevrenin tecrübe ve maharetlerinden kaynaklanan, kasıtlı olarak değil de tesadüf eseri ve özel olarak da Resulullah’a mahsus fiiller olabilir. Bundan dolayıdır ki, usulcülerden bazı muhakkikler, yukarıda söz konusu edilen sünnet çeşitlerinin, o hususların mubah ve meşru olduklarının ötesinde bir şeye delalet etmeyeceği kanaatini taşımaktadır. İkinci grup ise; sünneti tamamen pratik hayatın dışına çıkarmanın öncülüğünü yapmaktadırlar.  Onlara göre örf ve adetler, muamelat, iktisadi ve siyasi hayatla ilgili işler ile yönetim ve harp sanatı gibi konularda sünnetin söyleyeceği bir şey olmayıp bu alanlar tamamıyla insanlara bırakılmalıdır. Onlara göre sünnet, emredici veya yasaklayıcı olarak bu alana müdahil olamayacağı gibi yönlendirici ve doğruyu gösteren de olamaz.  Hiç şüphesiz sünnetin teşrii nitelikli olanları ile bu nitelikte olmayanlarını; umum kastedilenler ile, özel bir durumu bildiren hadisleri ayırmamak şeklinde ortaya çıkan bu problem, birçok karışıklıklara ve yanlış anlamalara sebep olmakta ve günümüzde hadisle ilgili en önemli meselelerden biri olarak değerlendirilmektedir. 

Sahabe dinî hükümleri bazen Kur’an-ı Kerim’den alıyordu. Ancak çoğu kez Kur’an ayetleri tafsilattan uzak bir şekilde mücmel olarak ve takyide gitmeden mutlak olarak nazil oluyordu. Örneğin namazı emreden ayetler mücmel olarak inzal olunmuştur. Bu ayetlerde namazın rekat sayısı, şekli ve vakti açıklanmış değildir. Yine zekatı emreden ayetler de mutlak olarak nazil olmuş, zekatın hangi mallarda vacip olduğu, vacip olunan malın alt sınır ve hangi miktar ve şartlarda vacip olduğu açıklanmamıştır. 

Kur’an-ı Kerim’de varid olan ahkama ilişkin ayetlerin çoğu bu şekildedir. Bunları açıklayan şart ve rükünlere bakmadan bunlarla amel etmek mümkün değildir.  Kur’an bu emirlerle ilgili detaylı bilgi edinmek ve amel etmek için “İnsanlara kendilerine indirileni beyan etmek için ve düşünüp anlasınlar diye sana bu zikri indirdik.[5] ayeti ile Peygamber’i referans göstermiş; Peygamber de ayetteki “tebyin”i kendi sözleri, amelleri olarak açıklamıştır.  Buna “Benim namaz kıldığım şekilde namaz kılınız.”[6]; “Hac ibadetlerinizi benden alınız. ”[7] hadisleri örnek gösterilebilir.

Alimler arasında sünnetin hüccet değeri konusunda fikir birliği bulunmaktadır. Aralarında mevcut olan ihtilaf sadece;

-Hadisin Peygamber’e isnadının sahih olup olmadığı

-Hadisin söz konusu edilen hükme delalet edip etmediği konularına hastır.

Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiyye şöyle der; “Şu husus iyice bilinmelidir ki, ümmetin genel kabulüne mazhar olmuş hiçbir imam, küçük veya büyük herhangi bir konuda bilerek Sünnete muhalefet etmiş değildir. Zira müçtehitler Allah Rasulü’ne itaatin gerekliliği ve Peygamber dışında herkesin sözünün alınıp terkedilebileceği konusunda müttefiktir.”[8]

Hz. Peygamber’in (s) tasarruflarını vahye dayanan ve dayanmayan olmak üzere ikiye ayırmak gerekir. Çünkü o da ayetin beyan ettiği gibi bir beşerdir[9] ve her uygulaması vahye dayanmaz. Resulullah'ın uygulamalarını vahye dayanan ve dayanmayanlar olarak  sınıflara ayırabiliriz. Bunların başlıcaları Teşri, fetva, kaza, siyasi otorite, yol gösterme ve irşad, sulh vb.’dir. Sünnetin ancak vahye dayalı tasarrufları kesin şer`î delil olarak kabul edilebilir. Peygamberlik görevi ile doğrudan alakalı olmayan; yaratılışla ilgili yeme içme, yatma uyuma, yıkanma vb. işleri, kendi tecrübesine dayanan ticaret, ziraat, maişet, kadılık görevine has olan uygulamaları, savaş komutanı olarak yapmış oldukları, devlet başkanı olarak yapmış oldukları vb. işleri gibi sınıflandırmaların şer’î hüccet olmayacağı malumdur ancak bu fiilleri bizler için kıyasa konu olabilirler çünkü Kur'an'ın  dediği gibi “Ve sen yüce bir ahlaka sahipsin.”[10]  Resulullah her fiilinde, uygulamasında yüce bir ahlak üzere hareket etmeye çaba sarf etmiştir. Annemiz Hz. Aişe'nin dediği gibi Kur'an'ın ahlak anlayışıyla ahlaklanmıştır.

 “Allah ve Resulü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkek ve kadına, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.[11] ayeti bizlere açıkça yorum yapmamıza fırsat vermeksizin Resulullah'ın teşriiye yetkili olduğunu beyan etmektedir.

İmam Şafii Er-Risale’sinde; “Resulullah’ın yasak kılması konusunda prensip şudur; Resulullah’ın yasakladığı her şey haramdır. Fakat yasakladığı hususun haram olmadığını gösteren ve kendisinden rivayet edilen bir delil bulunursa, o zaman nehyedilen şey haram olmaz. Bu ikinci delilin içeriğinde, onun bazı şeyleri yasaklarken, diğer bazı şeyleri ise yasaklamadğı yer alabilir. Yasaklanan şeyin haram değil ahlaken böyle yapılmaması gerektiği ve nehyedilen şeyin tercih edilmemesinin arzı edildiği yine bu delilde bulunabilir.” demektedir. 

Kur’ân ve sünnet birbirlerini tamamlayan bir bütünün iki ayrılmaz parçalarıdır. Bunlardan Kurân; usulde kendisine müracaat edilen birinci, sünnet de onu izah eden, tatbik keyfiyetini öğreten ikinci kaynaktır.

Sonuç olarak maddeler halinde şunların söylenebileceğine inanıyoruz;

1.Hz. Peygamber’in Allah'ın kendisine verdiği yetkiye dayanarak Kur'an'da temas edilmeyen konularda teşrii yetkisi vardır.

2.Hz. Peygamber'in bu yetkisi sınırsız ve kayıtsız bir yetki olmayıp, Kur'an'a dayalı ve onunla uyumlu olma şartı ile bağımlıdır.

3.Bu bakımdan Peygamber’in teşrii hükmünü vermesini onun hiçbir kurala dayanmayan mücerret şahsi kanaatinin bir ürünü olarak görmek yanlıştır.

4.Peygamber’i teşriin illeti biliniyorsa ve bu illet zaman/mekan faktörleriyle değişmişse Kur’an’ı esas ve Peygamberi teşrii örnek alınarak değişen şartlara uygun yeni çözümler aramak gerekir.

Fıkıh usulünde temel prensip olarak illetin ortadan kalktığında veya değiştiğinde hükümde ortadan kalkacağı veya değişeceği kabul edilmiştir. Örneğin; Çocukluk, bayılma, uyku, delilik gibi durumlar mükellefiyetlerin ve tasarrufların geçerliliğinin ortadan kalkmasının sebepleridir. Bu durumlar ortadan kalktığında sorumluluk tekrar söz konusu olur ve kişinin tasarrufları da geçerli olur. Uyku, bayılma, delirme gibi durumlar ne zaman söz konusu olursa, sorumluluğun illeti ortadan kalktığı için sorumluluk da ortadan kalkar.

Üzerinde ihtilaf olmadığını düşündüğümüz veya olmaması gerekli iki hakikati ortaya koymak gerekmektedir. Bunlar, şunlardır:

-İster söz, ister fiil, isterse de takrirler olsun sünnetin büyük çoğunluğu teşrii içindir ve bu hususlarda “Ona uyun ki doğru yolu bulasınız” ayetiyle, hidayete ermemizi kendisine tabi olmaya bağlı kıldığı Resulullah’a uyulması istenmektedir.

-Bir kısım sünnette de teşri söz konusu olmayıp, sadece dünya işleriyle ilgili olmasından dolayı, Resulullah’a itaat etmek de gerekli değildir.

Eğer söz konusu bu iki hakikat üzerinde ittifak edilirse, geriye sadece bu prensibin bazı hadisler ile birtakım konulara uygulanmasında meydana gelen ihtilaflar kalmaktadır. Bize ulaşan nebevi sünnet içerisinde teşriin kapsamına girmeyen sünnetlerin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak bunlar, idare ve çekip çevirmesi tamamıyla bizlerin akıl ve idrakine bırakılmış hususlardır. Sünneti de bu şekilde dikkatli bir bakış açısıyla araştırıp tetkik etmek, oldukça geniş olan fıkhi mirasımız içerisindeki pek çok problemi de çözüme kavuşturacaktır.

Rabbimizin bizleri sahih İslam anlayışına kavuşturması, amellerimizi Kur'an ve Sünnet ışığından geçirenlerden eylemesi, tefrit ve ifrattan bizleri uzak tutması, vasat bir ümmet eylemesi, hakkı hak olarak batılı batıl olarak bilenlerden eylemesi niyazı ile Allah’tan dileğimiz, bizi sahih İslam anlayışına ulaştırması ve ulaştırdığı dosdoğru yolda ayağımızı sabit kılmasıdır. Kur’an’ın kendini ifade ettiği gibi; “Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için de kılavuz olan bir kitaptır."[12]

 

[1] Araf, 157

[2] Sünneti Anlamada Yöntem; Kur'an ve Sünnet Işığında Öncelikli Meseleler Fıkhı; Bilgi ve Medeniyet Kaynağı Sünnetİslam Fıkhını Yeniden Okumakİhtilaf ve Tefrikalar Karşısında İslami Tavır

[3]İslam Hukukunda Sünnetin Yasal Konumu; Sünnetin Anayasal Niteliği

[4] Tefsir’ul-Menar, IX, 317 vd.

[5] Nahl, 44

[6] Buhari, Ezan 18, hadis no:631; Fethu’l Bari, 3/11

[7] Müslim, Hac, 51, hadis no: 3124

[8] Ref’u’l-Melâm ani’l-Eimmeti’l-A’lâm, 22-23

[9] “De: Muhakkak ki ben sizin gibi bir beşerim.” Kehf 110

[10] Kalem, 4

[11]Ahzab, 36

[12] Bakara, 2