OTORİTE

Hz. Muhammed’in de risalette ortağı yok idi.

VAN 23.10.2016 12:22:52 0
OTORİTE
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Otorite sahibi olmanın kaynağında güç sahibi olmak yatmaktadır. Hükmetme, hükmedebilecek güce sahip olmanın adı olduğuna göre… Bu güç ya otorite sahibinin bizâtihî kendisinde bulunur ya da otorite sahibine lazım olan bu güç ona yüklenen işlevi yerine getirmesini isteyenlerce sağlanır. Otorite tabiatı itibariyle ferdidir, kollektif değildir. En büyük gücün sahibi Allah bir ferttir, tektir… Kollektif liderliğin, kollektif otoritenin gerçekle ilgisi bulunmadığı, ayrıca da bir aldatmaca olduğu, bu anlayışın demokratik bir kirlilik olduğu açıkça bilinmelidir. Müslüman, vahye tümüyle teslim olana denildiğine göre, her alanda vahyi anlamak ve gereğince amel etmek Müslümanım diyen için olmazsa olmaz bir gerçekliktir.
 
Ercümend Özkan İnanmak ve Yaşamak/ 544
Emretme, itaat ettirme hakkından doğan güç anlamına gelen bu kelimenin arapçadaki karşılığı hakimiyettir. Kısaca ve konumuz itibariyle söyleyecek olursak otorite, siyasi güç demektir. Siyasetin ise insanların yönetilmesi demek olduğunu bildiğimize göre insanları idare etmek için gereken siyasi güce otorite denilmektedir.
Mutlak anlamda güç ve tabiidir ki siyasi güç Allah’a aittir. Tüm yarattıklarını boşluk bırakmadan düzene koyan ve koyduğu düzenin devamını sağlamaya yeten kudreti (gücü) ile Allah her otoritenin üstünde, her güç sahibinin fevkindedir. Bir diğer ifade ile ‘hakimler hakimi’ dir.
Otorite sahibi olmanın kaynağında güç sahibi olmak yatmaktadır. Hükmetme, hükmedebilecek güce sahip olmanın adı olduğuna göre, bu gücü kendinde bulundurmayan ya da bu güç kendisi lehine sağlanmayanın otoritesi en azından dar alanda kalmak zorundadır. Güç alanının genişlemesi gücün çoğalması ile mümkündür. Bu güç ya otorite sahibinin bizâtihî kendisinde bulunur ya da otorite sahibine lazım olan bu güç ona yüklenen işlevi yerine getirmesini isteyenlerce sağlanır. Ki istenilen düzeyde bir otoritenin sahibi olunabilsin.
Hakimler hakimi Allah’tır. Allah’ın böyle olması kendindendir, kendiliğindendir. Zira O, bunu yapabilmek için gereken gücü kimsenin yardımı olmadan ve bizzat kendinden almaktadır. Onun gücü (otoritesi) tartışılmaz ve yansıtmazdır, geçilemediği gibi benzerine de sahip olunamaz. Bu sebepledir ki sahibi bulunduğu güç O’nu rakibsiz otorite yapmıştır. Gerçekten O’nun eşi, benzeri ve ortağı yoktur. Ortağa ihtiyacı bulunmak eksik olmayı gerektirir. Bu gerekliliktir ki kişiyi ortak aramaya yöneltir. Allah ise gücünde eksiklik olmayan ve gücü nihayetsiz olan bulunduğundan ortağa ihtiyacı bulunmamaktadır.
Otorite sahibi olmakta Allah ile yarışmak, O’na alternatif olarak pratikte mümkün olmadığı gibi, teoride de kabil değildir.
Bizim burada yukarıda değindiklerimizden sonra üzerinde durmak istediğimiz asıl konu ise insanların otoriteleridir, otoritenin meşruiyetidir.
Güç (otorite) bilindiği gibi, zihni güç ve bedeni güç olarak iki kısımda mütala edilebilir. Zihni güç, fikren güçlü olmakla eş anlamlıdır. Fikri güçlülük, eşya hakkında taşınılan fikirlerin üzerine taalluk ettiği şeyin tabiatına uygunluğu ile doğru orantılıdır. Şeyin gerçeğini ifade eden fikir doğru ve sağlam fikirdir. Bu fikri taşıyan, fikrin ifade ettiği anlama ikna olmuş ve kalbi de bunu doğrulamışsa bu takdirde bahis mevzu fikir insanda davranış haline dönüşür ve bir yaşam tarzı (life style) olarak belirir. Kişinin ahlakını oluşturur.
Fikir bir şeye taalluk ettiği ve edeceği gibi, birçok şeye de taalluk eder. Komple fikir kainat hakkında, insan hakkında ve dünya hayatı hakkındaki fikirlerden oluşur. Kişinin dünya görüşü dediğimiz bu komple fikir şayet kainat, insan ve dünya hayatı hakkında bütünlük taşıyan bir fikir ise ve taalluk ettiği şeylerin tabiatına uygunluğuyla orantılı olarak ikna edici ve kalbin doğruladığı bütünlükte ise kişiyi güçlü kılar. Bu güç, sahibi bulunduğu insanı, taşıdığı fikrin uygulanmasına yöneltir. Üzerinde herhangi bir tereddüdü bulunmadığı fikrini davranış haline getiren insan, onunla kişilik kazanır ve onurlanır. Kimlik haline dönüşen bu fikir insanı, benzerlerinin çoğalmasına, aynı fikirleri taşıyanların artmasına ve aynı sonucun diğer insanlarda da doğmasına, büyümesine, kökleşerek aynı süreci yaşamasına yönlendirir. İşte bu hal güçlülük halidir. Bildiğini doğru bilmek, doğru şeyler bilmek insana cesaret verdiği gibi, bu cesaretle ayağı yer tutar ve ökçesinin üzerinde dönüvermesi için gerekçe bırakmaz. “Gerçekten inanıyorsanız, üstünsünüz!” mesajının anlamı budur. Üstünlük, güçlülüktür. Güçlülük de üstünlüktür.
Otorite tabiatı itibariyle ferdidir, kollektif değildir. En büyük gücün sahibi Allah bir ferttir, tektir. Ortağı bulunsa idi belki bu kadar güçlü olamazdı. Zaten gereken gücü tek başına temin edemeyenlerin ortak aradıkları bilinir. Tek başına güçlü bulunmamanın, gücü yeteri kadar olmamak demek olduğu da bir gerçektir.
Kişi olarak insan, gücünü taşıdığı fikirlerin doğru oluşundan aldığı gibi, insicamlı olmasından -ki insicam tutarlılık demektir- da alır. Bir veya iki konuda değil, komple olarak taşıdığı fikirlerindeki bütünlük, tutarlılık ve mutlaka bu fikirlerin kendisine taalluk ettiği eşyanın tabiatına uygunluğu bizatihi güç olduğundan, taşıyanına da güç verir ve taşıyanını güçlü kılar.
Tarih boyunca liderlik, önderlik hep ferdi olagelmiş, asla kollektif olmamıştır. Fransız’89 devrimini takiben gördüğümüz ve kesinlikle başarılı bulunmayan kollektif liderliğin triumyira fiyaskosu da göstermiştir ki liderlik gerçekten ferdidir, kollektif değildir.
Ferdin kaabiliyeti, eşya ile ilgili olarak kazandığı fikirlerin doğruluğu, uygulanırlığı ferdin liderliğini hazırlayan ana unsurlardır. Asıl gücü kendinde taşıyan fert, bu gücünü sürdürebilmek, yaygın alanlarda uygulanabilir hale getirmek ve insanlar üzerinde etkinliğini sağlamak için herhalde gücüne güç katması gereğini de düşünen insan demektir. Bu katılacak gücü, yine kendisi fertlere verecek, taşıdığı fikrin sahiplenilmesini sağlayarak yaygınlaştıracak ve yaygınlaştığı alanlarda-kişilerde-derinleşmesine çalışacaktır. Kendi cinsinden ürettikleri ile, bütünleşen lider giderek halkla bütünleşmenin sürecini yaşatacaktır. Günün birinde yaşanan bu sürecin sonunda toplum içinden öyle kimseler çıkacaktır ki kendisinin kaybı halinde yeri boş kalmayacak, kendi günü aranmayacaktır. Böylece toplum giderek seviyesi yükselen bir toplum haline dönüşecektir.
Şayet bir toplum mevcudun boşaltacağı yeri dolduracak kişilikte yedekler bulundurmuyorsa bilinmelidir ki o toplum inkırazı hak etmiş, yok olma sürecine girmiştir. Burada Hz. Muhammed’i(s.a.) ve yerini dolduran Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’i anmamak, hatırlamamak mümkün değildir. Şayet bunları Takiben de bunların yerlerini dolduracak kazanımlı kimseler bulunduran toplum olsa idi o günkü İslâm toplumu asla Muaviye’lerin ellerine geçmez, geçemezdi. Kendini bilmeyenlerin elinde perişan olmazdı. Dirayeti ile öylesine düşürülmüş bir toplumu kaldıracak derecede gücü bulunmayanların da vereceği bir ümidin bulunmadığını o yıllar bizlere açık açık göstermektedir.
Otoritenin mutlaka ferdi olduğunu belirtmiştik. Ferd, otoritesini daha da artırmak, daha geniş alanlara yaymak ve etkinleştirmek için ‘danışma’ ihtiyacındadır. Danışma, insan için vazgeçilmezdir. Zira insan olması bakımından ‘külli şey’in kadir’ değildir. Bu sıfat yalnızca Allah’a aittir. Eksik, noksan, unutkan, aceleci gibi sıfatlarla yaratılan insanın tek başına yaşaması, tek başına düşünmesi, tek başına davranması gerekli olsa da mutlaka yetersiz kalır. Bu sebepledir ki kendi cinsinden yaratılan ve ‘bir fazla bilenlerin’ bulunduğu gerçeğinden hareketle bu fazla bilenlerin bildiklerini, bilgisine eklemesi, taşıdıklarını sürekli bir yaşam tarzı olarak ahlak edinmesi sonucu kişi kendini zenginleştirir ve gücünü artırır. Basiret sahibi olur, feraset sahibi olur. Basiret ve ferasetini artırır. Artan basiret ve feraset ise bizatihi gücün artması demek olduğundan kişiyi daha da güçlü kıldığı gibi, artan bu güç daha başka güçleri de kendine celbeder. Celbettikçe daha da güçlenir.
Bir şeyin kurumlaşması demek önce kişide ahlak haline gelmesi, bir vazgeçilmez sünnet olması demektir. Terkedilmeyen, ihmal edilmeyen bir davranış biçimi haline dönüşen şeye ahlak edinme; bilinci asla terketmeden kendini yenileme, sağlamasını tekrar tekrar yapma ve kendinin muhasebesini yapma diyoruz. Bu süreci yaşanır hale getirmiş kişinin giderek aranan bir kişi, taşıdıklarını daha saflaştıran, atılması gerekenleri de atarak kendini arındıran kişi olduğunu biliyoruz. Kişi neyi arınma sayıyorsa onunla anacaktır. Örneğin arı-duru bir marksist olmayı hedeflemişse mutlaka kendini marksist olmayan düşünce ve davranışlardan arındıracaktır ki marksist safiyeti artsın, katıksız kalsın. Saf bir Müslüman olmak istiyorsa, kendini İslâmi olmayan herşeyden arındırma sürecini kaçınılmaz olarak yaşayacaktır. Sürekli akledecek, İslâmdan önce kendinde bulunan İslâm dışılıklardan arınmaya çalıştığı gibi, bu süreci yaşarken de İslâm dışı herhangi bir şeyin kendine arız olmamasına ondan etkilenmemeye özen gösterecektir. Olayların etkisi ile duygusal davranmayacak ve düşünmeyecektir. Yanındakilerin etkisinde kalarak kendinde bulunan doğruların yamulmasına asla izin vermeyecektir. Yalnızca doğruların etkisine kendini açık bırakacak, yalnızca doğruları almaya açık kalacaktır. Bu sürecin yaşanması insanın fikri seviyesinin yükselmesi süreci olduğu gibi, toplumlar için de aynı şeyi yapmanın adı, toplumsal bazda fikri seviyenin yükselmesidir.
Bu noktada otoritenin ferdî olduğu, asla kolektif bulunmadığı gerçeği üzerinde daha fazla durmak ve açıklığa kavuşturmak istiyoruz. Ayette Allah “Allah’a, resulüne ve sizden olan ulül emre itaat ediniz” buyurmaktadır. Hemen herkes tarafından bilinen hadiste ise “Emire itaat eden bana, bana itaat eden de Allah’a itaat etmiş olur” denilmektedir. Resulullah’ın Kur’an’da bulunanlardan başka vahiy almadığı bilindiğine göre, bu ve diğer kendisine ait sözlerinin kökünü Kur’an’da aramak durumundayız. Nitekim yukarıya iktibas ettiğimiz sözünün de biraz daha yukarıdaki ayette sıralanan itaat edilecekler dizisini aşağıdan yukarıya tekrar ettiğini görmekteyiz. Burada üzerinde durmak istediğimiz husus ise itaat edileceklerin birden fazla olması gerçeğine rağmen birer ferdi ifade ediyor oluşudur. Allah ferttir, tektir, Resul ferttir, tektir. Emir de, kendisine itaat edecekler için yine ferttir ve tektir. Zira bütün canlılar ferttir, toplum da bu anlamda fertlerden oluşmaktadır. Şayet toplum da bu toplu fert ise ki öyledir bu takdirde de toplumun başı, kendisine itaat edeceği mevkii ihraz edecek olan da ferttir, asla kollektif değildir, çoğul değildir.
Allah ferttir, tektir. Tek olan, eşi, benzeri ve ortağı bulunmayan bu fert, kendisine itaat edilmesini, itaatin de en küçük parçası ile de olsa bir başkasına ayrılmasına razı olmamakta, itaat edilecek olarak yalnız kendisini görmektedir. Allah’a itaat konusunda O’nun ortağı yoktur. Ortağı olsa idi, bu takdirde otorite (güç) bir ortaklığa ait olacak idi. Gerçek, Allah’ın zatî gerçeği ferdî olduğundan ve fert olduğundan itaatin de ferde olacağı açıkça bilinmelidir. Allah, sıfatlarında tektir. Zatı tek olduğu gibi, zatî özellikleri, sıfatlan itibariyle de tektir, ferttir. Bu itibarla Allah’a itaat da ferdidir, ferde -tek olan Allah’a- hastır, bu tahsis bölünme kabul etmez bir hususiyettir.
Resulullah ferttir, bir kişidir ve adı da Muhammed’dir. Resule itaat da resul fert olduğundan ferte itaat olacaktır. Allah’ın temsil ettiği otorite nasıl ferdi bir otorite ise, resulünün Allah’a itaat etmesinin de ferdi olduğu önceliklidir. Resule itaatin da resul fert olduğundan ferdi itaat ve ferde itaat olduğu görülmelidir. Nitekim resul bir kişidir ve ferttir. Risalet kollektif olmamıştır. Harun’un görevi Musa’ya yardımcı olarak, anlaşılmasını sağlamaktır. Harun, risalette Musa’nın ortağı değildir. Böyle olmadığı için de Musa’ya Allah’ın Resulü olarak gösterilmesi gereken itaatin Harun ortağı olmamış böyle de anlaşılmamıştır.
Hz. Muhammed’in de risalette ortağı yok idi. Hiç bir peygamberin de ortağı bulunmadığı gibi. Peygamberlik ferdidir, peygamberler de ferttirler. Bu sebeple peygamberlere itaatin da ferde itaat ve ferdi itaat olduğu bilinmelidir.
Emire itaatin da aynı mahiyette bulunduğu, emirin de fert olduğu, kolektif bir kişilik söz konusu olmadığı anlaşılmalıdır. Bu sebeple de siyak ve sibaka uygun olarak Emire itaatin da, emire Allah’ın hükümleriyle hükmetmesi yetkisi ve (kendinden başlayarak) görevi verildiğine göre Emire itaatin da ferde ve ferdi bir itaat olduğu açıkça görülmektedir.
Allah ayette ‘Allah’a, resulüne ve sizden olan ulülemre itaat ediniz.” buyururken, öncelikle otoritenin Allah’a ait bulunduğu, bütün gücün yalnızca kendisine ait olduğu gerçeğini ifade etmektedir. Bütün otoritenin kendisine ait bulunduğu Allah, Muhammed’i elçi seçmiş ve O’na vahyetmiştir. Vahye çağrıda ve vahye itaatte de önce elçisini mükellef tutmuştur. Muhammed’e itaatin da kaynağını, Muhammed’in kendisine gönderilen vahye itaati olduğu Kur’an’ın neresine bakılsa açık olarak görülebilecek bir gerçektir. Muhammed insanları kendisine itaate çağırırken, teslimiyete çağırırken kendisinin ilk teslim olan bulunduğunu ileri sürmekte ve benim teslim olduğuma teslim olunuz, benim itaat ettiğime itaat ediniz manasına gelen çağrıda bulunmaktadır. Bunu yaparken kendi ferdiyetine (Vahye itaat eden ferdiyetine) itaata çağırmakta, bunu emretmektedir.
Emire itaatin de Emir insanlara Allah’ın emirleriyle emretme, kendisinden başlayarak Allah’ın emirlerine uyma yetkisi ve görevi ile görevlendirilmiş bir ferd olmasından dolayı meşruiyet kazanmakta ve gerçeklik ifade etmektedir. Zira bu zincir, işi tamamlamakta ve yukarıda bulunan bir gerçeğin ayağının yere basmasını sağlamaktadır. Yani kuvveden fiile geçişini temin etmekte, teoriden pratiğe indirgenmesini sağlamaktadır. Emir de ferttir, ne kadar yardımcısı, müşaviri, emrinde insanlar bulunsa da yine bir ferttir. Ve itaat ferdedir, ferdidir.
Kur’an, eşyanın gerçeğini ifade eden bir Kitab olarak asla kollektif bir kişiliğe itaata çağırmamış ve çağırmamaktadır. Zira otorite, kendisine itaat edilecek güç tabiatı itibariyle ferdidir ve ferddir. Gerçek bu olduğu için Kur’an insanları gerçeğe çağırmakta, gerçekle bağlı tutmak istemektedir. Otorite gerçeği de ferdi olduğu için itaati zatı olarak öncelikle ve esas olarak kendisine, kendisine bağlı olarak Resulüne ve yine kendinden gelen vahye uyması meşruiyeti temeline dayalı olarak da Emire istemektedir. Bu suretle Kendisine itaat edilen bir toplum söz konusu olacaktır.
Bu konuda aşağıda verdiğimiz ayetleri inceleyenler açık olarak otoritenin hep ferdi olduğunu göreceklerdir. Bunun aksini gösteren bir tek ayete bile rastlamak mümkün değildir. Kollektif liderliğin, kollektif otoritenin gerçekle ilgisi bulunmadığı, ayrıca da bir aldatmaca olduğu, bu anlayışın demokratik bir kirlilik olduğu açıkça bilinmelidir.
Müslüman, vahye tümüyle teslim olana denildiğine göre, her alanda vahyi anlamak ve gereğince amel etmek Müslümanım diyen için olmazsa olmaz bir gerçekliktir.

İKTİBAS DERGİSİ