Öcalan ve Paradigma Değişikliği

Apo ve AKP

VAN 25.03.2013 13:20:50 0
Öcalan ve Paradigma Değişikliği
Tarih: 01.01.0001 00:00



ÖCALAN VE PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ
Site yazarlarımızdan Fuat Değer, İmralı sürecini ve Abdullah Öcalan'ın paradigma değişimini yazdı.

PKK 1993’den beri “Bağımsız Birleşik Kürdistan” söylemini bırakmıştır. Dolayısıyla bir paradigma değişiminden söz edilecekse 1993’lere gitmek gerekir.

Haziran 2006’dan beri ANF’de yayınlanan mektuplarında Abdullah Öcalan şöyle diyor:

 "Benim tarafımdan reel sosyalizm ve ulus devlet anlayışı aşılmıştır. Bunun yerine demokratik ulusu öneriyorum. Bu anlayışta herkes kendi kimliğini özgürce yaşar. Bu kültürlerin yeniden doğması ve korunması zarar getirmez. Çünkü kültürler, kimlikler yok edilemez. Batı bunu anlamıştır. Bu nedenle Batı'da etnisiteye verilen önem, aslında ulus devlet ideolojisi yüzünden kimliklerin, kültürlerin bastırılarak yok edilmesinin yanlış olduğunun anlaşılmasındandır. Bundan dolayı bu kültürler yeniden canlanıyor. Mesela İngiltere'de bugün Kelt kültürü canlandırılmaya çalışılıyor. Bu iyi bir şeydir. Türkiye'de de Laz Lazlığını, Kürt Kürtlüğünü, Gürcü Gürcülüğünü, Türk Türklüğünü vs. herkes kendi kültürünü özgürce yaşamalıdır. Bu kültürler zenginliktir. Fakat hepsini birleştiren ortak bir bağın olması gerekir. Buna üst kimlik demek şart değil, genel kimlik de denilebilir. Bu da demokratik bir ulus anlayışı, demokratik bir anayasa ve gelişmiş çok kültürlü bir hukuk düzeni ile mümkün olabilir. Bizim istediğimiz budur. Benim demokratik ulus anlayışımda bayrakla sorunumuz yoktur, sınırla sorunumuz yoktur. Devlet kurma imkanım olsa dahi ben ulus devlet kurmam. Çünkü ulus-devletin sorunlara çözüm olamayacağını biliyorum.”

“Benim söylediklerim, çabam, kalıcı bir barış ve çözüm yaratmak içindir. Bu tür söylemlerime bile engel olunursa nasıl süreci işletebiliriz? On beş yıldır çözüm için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bu çabalarımıza karşı çıkanlar her zaman oldu. Şimdi de var. En basit söylemlerimizden dolayı hücre cezası veriyorlar. Ben bu hücre cezasına karşı yaptığım savunmamda da belirttim. İşte halkı isyana çağırdığım iddia ediliyor. Bunlar gerçeği yansıtmıyor. Ben böyle tehlikeler için önceden uyarıyorum. Bunların olmaması için çaba sarf ediyorum. Ama onlar tutup, bu sözlerimi ceza konusu yapıyorlar. Böyle yaparlarsa biz, barışçıl demokratik çözümü nasıl sağlayacağız? Bu tür cezaların verilmesi doğru değildir.”

"Türkiye'de bir milliyetçilik dalgasını yaratmak ve ulus-devlet anlayışını katı merkeziyetçi bir şekilde devam ettirmek isteyenler var."

“Ortadoğu'daki sınırlara ve ulus-devlet anlayışına karşıyız. Bugün Ortadoğu'da milliyetçilik, ulus devlet mantığı, Ortadoğu halkaları için büyük bir tuzaktır. Kürtler ve Ortadoğu halkları o tuzağa düşmemeli. Bu çatışmalar, etnik temelde sadece kalmıyor mezhepsel bir noktaya kadar götürdüklerini biliyoruz. Bugün Sünni-Şii çatışmasına dönüşmesi bunun sonucu. Bunun için Kürtler olabildiğince demokrasiyi, demokratik temelleri, halkların demokratik noktada birleşmelerini esas alan yaklaşım göstermeli. Bizim arayışımız; halkaların eşitliği ve kardeşliği üzerinedir. Bugün Kürt sorunu çözülmüş olsa Türkiye ile Irak Kürtleri arasında sorun olmazdı. Kürt sorunu insani yaklaşımla ele alınsa ve Kürtler demokratik yönetime sahip olsa, bugün Türkiye ile Suriye arasında girişler gidişler üzerinde bir sınır tartışması yaşanmazdı. Bunlar çok insanı taleplerdir. Bu projeler her halkın kazancıdır. Bu projelerle Kürtler de, Türk halkı da, insanlık da, Ortadoğu da kazanacak. Bizim siyaseten de yaklaşımız budur."

Savunmalarından oluşan ‘Kürdistan–Devrim Manifestosu’ başlıklı kitabında ise Öcalan şöyle diyor: “Benim için İmralı Cezaevi, Kürt olgusunu ve sorununu algılamak ve çözüm olanaklarını kurgulamak açısından tam bir hakikat savaşı alanına dönüştü. Pozitivist bir dogmatik olduğumun derinliğine farkına varmam tecritle oldukça ilişkilidir. Farklı modernite kavramlarını, ulus inşalarının çok çeşitli modellerinin olabileceğini, genelde toplumsal yapılanmaların insan eliyle yaratılmış kurgusal yapılar olduğunu ve esnek bir doğaları bulunduğunu tecrit koşullarında idrak ettim. Özellikle ulus devletçiliği aşmak benim için çok önemliydi. Bu kavram benim için uzun süre Marksist-Leninist-Stalinist bir ilkeydi; asla değiştirilmemesi gereken bir dogma niteliğindeydi... Reel sosyalizm ulus devlet kavramını aşamadığı ve temel modernite gerçeği olarak kavradığı için, başka tür bir ulusçuluğun, örneğin demokratik ulusçuluğun olabileceğini düşünmemiştik. Ulus dediğin illa devleti olması gereken bir şeydi! Kürtler bir ulus ise mutlaka bir devletlerinin de olması gerekirdi! Hâlbuki toplumsal olgular üzerinde yoğunlaştıkça, ulusun kendisinin son birkaç yüzyılın en boş gerçeği olduğunu, kapitalizmin güçlü etkisi altında şekillendiğini ve özellikle ulus devlet modelinin toplumlar için demirden bir kafes olduğunu kavradıkça, hem özgürlük hem de toplumsallık kavramının daha değerli olduğunu fark etmiştim. Ulus devletçilik uğruna savaşmanın kapitalizm için savaşmak olduğunu fark ettikçe siyaset felsefemde büyük dönüşümler söz konusu oldu. Kendimin bir bakıma kapitalist modernitenin kurbanı olduğumu fark ettim.”

 “Şiddetle iktidar ve ulus olmanın tercihimiz olmayacağı açıktı. Zorunlu Özsavunma gerekleri söz konusu olmadıkça şiddetle toplumsal avantajlar elde etmenin sosyalizmle alakası yoktu. Özsavunma dışında tüm şiddet biçimleri ancak iktidar ve sömürü tekelleri için geçerli olabilirdi. Bu yöndeki kavramsal gelişim, barış sorununa daha ilkeli ve anlam yüklü olarak yaklaşmaya büyük önem atfediyordu. Dolayısıyla Kürtlere, hatta baskı ve sömürü altındaki tüm kesimlere baskı uygulayan iktidar ve devlet elitlerinin ‘ayrılıkçı’ ve ‘terörist’ yaftalamalarını boşa çıkaracak epey kuramsal birikime ulaşmıştım. Bu kavramsal ve kuramsal birikim temelinde devlet yetkilileriyle geliştirdiğimiz diyaloglar daha verimli oluyor ve pratik çözüm yolları için yaratıcılık sağlıyordu.”

Çözüm sürecine ilişkin 3. İmralı görüşmesinde Öcalan şöyle diyor: “Hedefimiz tüm Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Yapacağım çağrı çözümün askerî ve siyasi bütün ayaklarına dair doyurucu bilgiler içeriyor olacaktır. Silah meselesini de hızla ve zaman kaybetmeden, bir tek can dahi yitirilmeden çözmek istiyorum. Bütün bunların pratikleşmesi için yüce bir iradeyi temsil eden parlamentonun ve siyasi partilerin sunacağı desteği çok değerli buluyorum. Geri çekilmenin hızla gerçekleşmesi ve barışın kalıcı hale gelmesi için ümit ediyorum ki parlamento da aynı hızla üzerine düşen tarihî misyonun gereğini yapacaktır.”

Yukarıda Öcalan’ın 1993’ten bu güne bazı söylemlerini aktardık. Bunları analiz edersek, şu farklı yorumları elde edebiliriz:

1-      Öcalan’ın yaptığı açıklamalara bakılırsa 2009’da yazdığı yol haritasını adım adım uyguladığı görüntüsü.

2-     Türkiye’de güç dengesinin derin devletten hükümete doğru evrildiğini iyi okuyan Öcalan, çözümün Ak Parti’yle anlaşmaktan geçtiğini anladı.

3-     Ortadoğu’daki halk devrimlerinin Türkiye’de bir karşılığının oluşturulmasının zorluğu,  hele de silahlı mücadele ile imkânsızlığının Öcalan tarafından tespiti.

4-     Türkiye’nin Ortadoğu ve Avrupa’da oyun kurucu olmaya çalışması ve bunun Öcalan tarafından okunuyor olması. Beraber büyümenin daha mantıklı olduğu gibi bir kavrayış.

5-     AK Parti’nin sorunu çözme yönünde iyimser bir tutum sahibi olması ve kardeşlik temelli vurguların barış zeminini motive etmesi.

6-     Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz sonrasında PKK’ye Avrupa’dan gelen desteğin azalmasının örgüt tarafından iyice hissedilmesi.

7-     TSK’nın manevra kabiliyetini geliştirmesine bağlı olarak sınır içi ve sınır ötesi operasyonlar esnasında PKK’nin ciddi kayıplar yaşaması ve askerî gücünün zayıflaması.

8-     Sorunun çözülmesi noktasında bir konjonktürün oluşması ve uluslararası baskıların çözüme yönelik bir siyaset izlenmesini zorunlu kılması.

9-     Ermenistan’ın, ekonomide yaşadığı sorunlara paralel olarak PKK ile ilişkilerinde siyasi etki alanını yitirmesi. (Burada Öcalan’ın “Yahudiler ve Ermeniler çözüm sürecini baltalamak istiyorlar.” mealindeki sözlerini hatırlamak gerek.)

10- Ve son olarak Öcalan’ın pragmatik kişiliğinin göz önünde bulundurulması gerektiği.

 Sonuç olarak:

En azından Öcalan’ın yukarıdaki düşüncelerini ve geldiği süreci göz önünde bulunduracak isek, onun açısından bir paradigma değişikliğinin, son dönemde değil, 1993’ten beridir oluştuğunu kabul etmek durumundayız. Öyle anlaşılıyor ki Öcalan 1993’ten bu yana bayrak ve devlet sorunu dahil her konuyu kabullenmiş fakat bunun fikri altyapısını İmralı'da oluşturmuş.

Asıl bir paradigma değişikliğinden söz edilecekse, TC Devleti’nde veya Ak Parti Hükümeti’nde bu değişimin daha belirgin olduğu aşikârdır.

Bu sürecin her halükârda hayırlı olacağı görülüyor. Silahların devreden çıktığı bir ortamın bölgede yaşayan Müslüman Kürt halkının yararına olacağı da tartışmasız bir gerçektir!