Musul’da ve aslında her şeyin en başında…

Fırat Erez

VAN 19.10.2016 09:58:54 0
 Musul’da ve aslında her şeyin en başında…
Tarih: 01.01.0001 00:00

Uzun süredir beklenen Musul harekâtı başladı.


Gelen ilk haberler, IŞİD’ın Musul’dan yine çatışmadan çekileceğini gösteriyor. Ama bu sefer rastgele intihar saldırıları eşliğinde yıpratıcılığı daha yüksek bir çekilme stratejisi izleyecek gibi.

Şimdiye kadar, çekileceği bölgeleri tuzaklayarak ve geride oyalama için küçük bir fedai gücü bırakarak bölgeyi boşaltıyordu. Daha önce de üzerine gelenlere karşı bomba yüklü araçlarla intihar saldırıları yapmayı denemiş, ama çeşitli cephelerde savaşan güçlerin buna hazırlıklı olması sebebiyle başarı sağlayamamıştı.

Bu durum, Musul gibi geniş ve yoğun bir yerleşimde değişebilir.


Şimdiye kadar, özellikle de -- kırsalda ve seyrek kentleşmede gerçekleştirilen -- Fırat Kalkanı’nda pek çalışmayan bu yöntem, bu sefer Musul’da çalışabilir.

IŞİD’in tuzaklamalarının ise yine kendisine saldıranları geciktirmekten, ilerleyişlerini yavaşlatmaktan başka pek bir işlevi yokmuş gibi görünüyor ve tabii uygulanan bu “geciktirme stratejisi” de her zaman akla, “IŞİD korkuyla beklenen o sert savunma savaşını nerede verecek? Bunun için nereyi seçecek ve tahkim edecek (ediyor)?” sorusunu getiriyor.

Kuvvetle muhtemeldir  ki bu yer Rakka olacak.

Rakka giderek daha fazla, İkinci Dünya Savaşı’nın gidişatını değiştiren, savaşın asıl kırılma anı denebilecek ve sürecin Almanlar aleyhine döndüğü yer olan Stalingrad’I hatırlatmaya başlıyor.

 

Ancak IŞİD’in beklentisinin, Stalingrad’daki Sovyet zaferi gibi bir zafer olması zor.

Bekledikleri, daha çok, geniş çaplı bir fedai eylemi sonunda taktik bir yenilgi ama ideolojilerini uzun süre besleyecek destansı bir savunma olabilir.

Yine de böyle bir Rakka savaşına daha çok var.

IŞİD asıl yatırımını, Musul cephesinde yüzyüze geldiği,  ama birbirlerine düşmanlıkları bazen IŞİD’e düşmanlıklarını aşabilen taraflar arasında çıkması muhtemel (veya çıkmasını umduğu) çatışmalara yapıyor.

Harekât başlayana kadar, (a) çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Irak ordusu; (b) onunla bağlantılı milis  güçleri (ki bunların arasında, Haşdi Şabi gibi Şii oluşumlarının yanı sıra, 3000 gerillasıyla PKK’nın da olduğu söyleniyor); (c) Sünni ekseni oluşturan Peşmerge; ve (d) TSK ile onun yetiştirdiği Ninova Muhafızları arasında nasıl bir hiyerarşi oluşacağı belli değildi.

Şiiler Irak’ın üniter yapısı üzerinden harekâtta öncülük iddia ediyor. Buna karşılık Türkiye, Musul’un Sünni ağırlıklı nüfusuna ve dolayısıyla bir mezhep çatışması olasılığına dikkat çekiyor, Erdoğan’ın ağzından “hem masada hem sahadayız” diyor.

Harekâtın başlangıcında olunan bu günlerde, taraflar arasında bir anlaşmaya varılmış gibi görünüyor. Etkinlik Peşmerge ile Irak ordusu arasında yaklaşık eşit dağılmış durumda. Haşdi Şabi gibi  provokasyon çağrışımı yaratan unsurlar ise cephe gerisinde yedek olarak tutuluyor ve belki de Musul’a hiç sokulmayacaklar.

IŞİD üzerine yapılan bu harekâtta beliren bu denge durumu, bölgedeki farklı mezhepler ve kumanda ettikleri güçler arasında bir barış sürecini de başlatabilir. Belli ki ABD liderliğindeki koalisyon bunun için oldukça istekli ve çaba harcıyor.

Tabii IŞİD de tam tersini istiyor.

IŞİD’in esnek harekât kabiliyetini kullanarak taraflar arasındaki bu işbirliğini yok edecek ve hattâ onları birbiriyle çatıştıracak provokasyonlara girişmesi tehlikesi, harekât karşısında oluşturduğu taktik askeri tehlikeden daha fazla.

Musul harekâtı süresince IŞİD’ı memnun edecek bir mezhep çatışması çıkmayacağı ümidini koruyarak, sonrasına bakalım.

 

Muhtemelen büyük sorunlar, IŞİD Musul’dan çekildikten sonra, yeni düzen kurulurken çıkacak ve IŞİD’ın olası provokasyonlarını da asıl bu aşamada beklemek gerekiyor.

Meseleyi IŞİD’ın muhtemel strateji ve taktikleri üzerinden incelemeye çalışan bu yazıya, öyle veya böyle, Musul’da örgütün olmayacağı bir düzen kurulacağını farzederek devam edelim.

IŞİD, önceden elinde bulundurduğu hemen tüm bölgelerde kendi düzenini dayatırken önemli demografik değişiklikleri de hem tetikledi, hem bir kısmını doğrudan kendisi örgütledi.

Örgütün hareket tarzına bakıldığında, “çekildiği” yerlerde gizlenen hücrelerinin şimdilik uyumakta olduğunu ve günü geldiğinde saldırıya geçeceklerini düşünmek için yeterince gerekçe var.

 

Ancak hem Fırat Kalkanı ve hem de Musul operasyonunun yakın geleceğinde, bunların aranıp bulunması ve etkisiz kılınmasına fırsat yok.

Muhtemelen her iki harekâtın bir noktasında, örgüt tarafından başlatılacak sert bir direnişe eşlik etmek üzere herekete geçmeden ve dolayısıyla kendilerini açığa çıkarmadan da temizlenemeyecekler.

Soru, bu sert direnişin nerede ve ne zaman başlayacağı.

En gerideki olası nokta, Deyr ez-Zor. (Trajik tesadüf, burası, 1915’te zorla göçürülen Osmanlı Ermenilerinden hayatta kalanların teorik olarak nihai hedefi, son yerleştirilme alanı.)

 

Ancak Rakka, hem IŞİD’ın başşehri olması ve hem de bir milyona yakın nüfusuyla, 200-300 bin kişilik Deyr ez-Zor’dan daha büyük olasılıkmış gibi görünüyor.

Ve Rakka, eğer IŞİD için kesin direniş noktası olarak tanımlanacaksa, bu, çatışmaların El Bab’dan itibaren sertleşmeye başlayacağını gösteriyor.

El Bab ise TSK destekli ÖSO güçlerinin şu anda sadece 20 kilometre uzağında.

IŞİD’ın El Bab’dan başlayarak Rakka kuşatmasına kadar geçecek süreyi olabildiğince uzatmaya çalışacağı ve bu arada karşı tarafa maksimum zarar verecek taktikler uygulayacağı, mantıklı bir tahmin sayılmalı.

 

Elbette bu taktiklere, uyuyan hücrelerinin cephe gerisindeki muhtemel saldırıları da dahil.
 

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 16 Ekim’de Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı ile birlikte yaptığı ortak basın toplantısında, Fırat Kalkanı’nın hedefini El Bab olarak açıkladı.

Belli ki Türkiye, hem Musul operasyonunu hem de Suriye cephelerindeki durumun netleşmesini beklemek üzere El Bab’da duraklayacak.

Bu duraklamanın El Bab alınarak mı, yoksa alınmadan hemen kıyısında mı gerçekleşeceğini ise IŞİD’ın savunma stratejisi belirleyecek. IŞİD’ın savunma stratejisi ise Musul’da olacaklar…

Bu durumda, her şeyin en başındayız demek yanlış olmayacak.

 

SERBESTİYET