Mustafa Çalağan'la röportaj

At resmi çizerek resim sanatına başlayan ve bu işin eğitimini gören Van Güzel Sanatlar Birliği Derneği Başkanı ressam Mustafa Çalağan, en büyük hayalinin Van'a bir sanat müzesi açmak olduğunu söyledi.

VAN 22.10.2013 10:42:13 0
Mustafa Çalağan
Tarih: 01.01.0001 00:00
Müzenin Van için bir modern yüz olacağını düşünen Çalağan, at resminden, sigarasını saran köylü resmine, sarp yollarda yürütülen gelinden, halay çeken şal u şepikli adamlara kadar geçen bir dönemi, resim sanatını, sıkıntılarını ve özlemlerini anlattı.
Anladık ki, Çalağan, at resmini çizerek resim sanatına giriş yaptı, ancak yetkililer de söylediklerini en azından şimdilik yapmayarak, yan çiziyor.
Torpillilere rağmen resim bölümüne sonuncu olarak girmeyi başaran, ancak çizdiği resimlerle okulda artık birinci ilan edilen Çalağan´ın, sorduğumuz sorulara karşılık, yaşam öyküsüyle iç içe verdiği cevaplar şöyle:
Röportaj: Adil HARMANCI
Klasik sorudur hep, ´nasıl başladın?´ diye, hadi öyle başlayalım biz de, resme nasıl başladınız?
Resme ilgim çocuk yaşlarda başladı. Resim yapmama da en büyük vesile şuydu; atları çok seviyorum. ´Hesp´ diyoruz Kürtçe. Benim liseye giden bir ağabeyim vardı. Ağabeyim de çok iyi resim yapar. Hep ondan bir at resmini çizmesini istiyordum, ağabeyim de çizmiyordu. Ortaokul sıralarına gelince baktım iş başa düştü, artık ben çizmeye başladım. Ve ilk çizdiğim resim at resmiydi. Çizmem at resmiyle başladı. Tabi ta ortaokul yıllarında, yağlı boya ile birçok resim teknikleri öğrenmeye başladım.
Eğitimini gördünüz mü sonra?
1992 yılında liseden mezun oldum. Çok iyi bir resim öğretmenim vardı, o beni yönlendirdi. "Bu yeteneğini heba etme" diyerek. O yıl henüz Yüzüncü Yıl Üniversitesi´nde resim bölümü açılmamıştı. Benim ağabeyim de Diyarbakır´da diş hekimiydi, çağırdı; dedi ki, "burada resim bölümü açılmış, 20 kişi alıyorlar, sen de gel başvur."
Gittim.
Beş sınav yaptılar, beşini de geçtim, her şey tamam, mülakatlara gelince ne olduysa elendim. Çünkü sadece öz geçmişimi sordular. Tabi ben iki kelimede özgeçmişimi özetledim. "Ya" dedim, "ne kadar kısa bir hayatım varmış?" gülmüştüm kendi kendime. Ve beni elediler. 400 başvuru vardı, ben ilk 30´a girmeme rağmen torpilli olanları aldılar, beni almadılar. Genelkurmay başkanlığından bile torpille gelenler vardı. Bu hayatta yediğim en büyük darbelerden biriydi. Kahrolmuştum, tek kelime ile.
93 yılına gelince tabi benim hedefim Ankara, İstanbul gibi bir vilayete gidip orada resim bölümüne girmekti. Tabi durumum yetersizdi o sıralar, yol parası bile bulamazdım.
Tam o sırada birinden bir telefon geldi, "Yüzüncü Yıl Üniversitesi´nde resim bölümü açılmış" dedi.
Sınava girdik, orada belki tecrübeden ötürü daha sıkı çalıştım. O zaman 30 öğrenci alıyorlardı, zar zor girdik. 30´uncu gelmiştim. Tabi burada da o zamanlar üst düzeyde, acayip bir torpil vardı, yani bunu resim bölümüne girince daha iyi anladım. İlk günler öğrenciler birbirlerine soruyorlardı, ´sen kaçıncı geldin´ diye tabi ben 30´uncu gelmiştim, utanıyordum kimseye söylemiyordum. Bir resim çizmeye başladım, baktım kimse resim çizmeyi bilmiyor. Ve oldum birinci. Ertesi gün, klasörümü, çantamı doldurdum, sınıfta serdim, herkes başıma üşüştü. Artık o saatten sonra göğsümü gere gere, herkese "30´uncu gelmişim" demeye başladım.
Bu durumunuz eğitim sistemimiz için iyi bir örnek, ´dayısı olan´ meselesi?
Aynen.
Mezun oldum. Tabi hedefim ilk etapta üniversitede kalmaktı, ne yazık ki, ideolojinin ön planda olduğu bir dönemdi. Faşizmin tavan yaptığı dönemlerdi. Biz tabi üniversiteye girmeye fırsat bulamadık. O zaman Adana-Ceyhan´a Milli Eğitim´e atandım. Daha sonra asker-öğretmen olarak Bingöl´de kaldım.
Tabi bu ara sürekli sergiler açıyordum. Çevrenin baskısıyla bu sefer de İstanbul´a gittim. 2002 yılında. İstanbul´da çok başarılı işler yaptım. Birçok resim yarışmasına katıldım. Bu arada iki resim yarışmasında ödül aldım. Müzayedelerde resimlerim sergilendi. Büyük galerilerde karma sergilerde yer aldı.
2008´e gelirken işte, babam Van´a gelmek zorunda kaldı. Ben de Vanlı olmamın hasebiyle Van´a hizmet etek istiyordum. Geldik.
Hizmet edebiliyor musunuz peki?
Şimdi şöyle; bir sergi vesilesiyle Vali Münir Karaloğlu ile sohbet etme imkânımız oldu. O önerdi; dedi ki, "bir dernek aç"
Onun tavsiyesi üzerine biz dernek açtık. 2010 yılında 6-7 arkadaşla birlikte ve hatta bir kafede karar aldık ve ´Van Güzel Sanatlar Birliği Derneği" adı altında bir dernek kurduk.
Amacımız şuydu; tabi Van´da belli bir sanat ortamı vardı, sanatçılar vardı, ressamlar vardı. Bunları bir çatı altıda toplayıp, bir güç birliği oluşturmaktı. İlk zamanlar iyi gitti. 100´ü aşkın üyemiz oldu. Kısa zamanda iyi işler yaptık. Mesela Tekel binasını açtık, Tekel binasında büyük bir karma sergi gerçekleştirdik. Ermeni ayinine denk getirdik, Akdamar´daki Ermeni ayini.
Ne tür resimlerdi?
Genellikle Van konulu resimlerdi. Özellikle de Akdamar. Tabi bizdeki üyelerde her tarz resim çalışanlar var. Mesela sürrealist resim yapanlar var, soyut çalışan var. Biz onlara müdahale etmiyoruz, herkes istediği resimle geliyor, fakat dediğim gibi ağırlıklı olarak Van konulu resimlerdi. O zaman 17 ressamla, 200´e yakın eserle sergi açmıştık.
Hedefimiz aslında o binayı almak ve müze haline getirmekti. Naile Akıncı Müzesi adını verecektik.
Naile Akıncı kim?
Naile Akıncı kimdir? Naile Akıncı Vanlı bir ressamdır. Mimar Sinan´da hocalık yapmıştır, emekli olmuştur ve halen yaşıyor. 2007 yılında kendisiyle tanıştık. Oğlu var Cengiz Akıncı, annesinin en büyük hayalinin Van´da müze kurulması olduğunu ve elinde çok ciddi bir koleksiyon olduğunu söyledi bize. 700 küsur gibi, cumhuriyetin ilk dönemine ait resimler hepsi. Bir müze olursa 100 eser bağışlayacağını söylemişti. Daha sonra samimi olduk, gelip gittik, bu sayıyı 300´e çıkardık.
Tabi bu arada üniversite ile görüştük. Duyarlı hocalarımız var, tabiri caizse onlarla paslaştık. Müze çok ciddi bir iştir. Sonra valilikle görüştük, milletvekilleriyle görüştük. Birçok yerle görüştük. Büyük bir yer olduğu için kent müzesi de olacaktı, içinde galerisi olacaktı. Kompleks bir merkez gibi donatacaktık. Bunları planlıyorduk ki, işte 2011´de deprem oldu. Deprem vurunca tabi her şey altüst oldu. Tekel binası da ağır hasar aldı. Fakat halen o hayalin peşindeyiz açıkçası.
Neden erken bir karar verilemiyor, Tekel binasını açmak bu kadar zor mu?
Tabi şöyle bir durum da var, Tekel binası Özelleştirme Genel Müdürlüğü´ne ait. Onlarla da görüştük, konuştuk. Bize, "Buranın maliyeti çok fazla yüksek, size ancak kiralayabiliriz" dediler. Falan filan…
Bir de burası sit alanıdır. Sit alanları ikinci derecede yıkılsa bile devlet tarafından birebir aynısı yapılmak zorunda. Ama bize verseler tabi biz binanı tamirini istiyoruz. Arkada depolar var, depoları gezdiğimiz zaman, sanki özel olarak galeriler için yapılmış. O kadar müsait. Tamamıyla duvarlarla bölünmüş, özel mekânlar yapılmış. Tabi şu an orası tinercilerin, sarhoşların, ayyaşların mekânı olmuş. Her gün bir yangın çıkıyor.
Şimdi Başbakan gelecek, eğer ulaşabilirsek görüşmeyi düşünüyoruz. Orayı alıp bir müze, bir galeri haline getirmeyi amaçlıyoruz. Van için çok modern bir yüz olacak.
Orası olmasa, müze-galeri hedefiniz devam edecek tabi, değil mi Van için?
Biz Naile Akıncı Müzesi´ni istiyoruz, böyle bir şeyi hedefliyoruz. Yani bir şekilde orası olmasa da yapmak istiyoruz. Benim istediğim şu; Naile Hanım son demlerini yaşıyor diyebiliriz. Tekel binası hazır ve müsait bir bina, en azından sağlığında daha erken, kendi adına bir müze açılabilir diye düşünüyoruz.
Ha bu arada şunu da belirteyim, daha öğrencilik yıllarımda, vali Mahmut Yılbaş zamanında Defterdarlığın arkasında iki tane eski Van evi vardı. Dedik, ´bunlara sahip çıkalım, koruma altına alalım, bunları müzeye çevirelim´ O da böyle bir şey düşündüğünü söyledi, daha sonra ilgilenmedi. Belki bu düşüncemizden etkilenerek gittiler Van Kalesi´nde bir tane Van evi yaptılar. Şimdi bir maket gibi duruyor, çünkü bir yaşanmışlık yok, bir ruh yok. Oysa dediğim o iki evi yıkmışlar otopark yapmışlar. Buram buram tarih kokuyordu. Tabi ne yazık ki, yetkililerden yeterince destek göremedik.
Şuraya gelmek istiyorum; bir toplumun bence ciddi bir tarih bilinci olması lazım.  Cumhuriyetle birlikte, bence cumhuriyetin kuruluş felsefesi çok yanlış temeller üzerine kurulmuş, reddi-miras üzerine kuruldu. Geçmişini inkar eden, geçmişi kabul etmeyen ve körü körüne bir batı taklitçiliği… İşte geçmişinden kopan bir şey bozulur.