“Müslümanların Tarihi”

ÖMER LEKESİZ

VAN 13.03.2015 09:59:48 0
“Müslümanların Tarihi”
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

“Müslümanların Tarihi”

İhsan Süreyya Sırma Hoca, otuz yılı aşan akademik hayatını, ibnü’l-vakt olarak İslam tarihinin anlaşılmasına mahsus velud çalışmalarıyla taçlandırmış bir münevver olarak tanınır ve ayrıca dini faaliyetler konusundaki yoğun gayret ve çabasıyla bilinir.

Sırma Hoca'nın aynı minval üzere gerçekleştirdiği son çalışma, “Müslümanların Tarihi” adıyla birkaç ay önce Beyan Yayınları tarafından 5 cilt halinde kitaplaştırıldı.

Öncelikle güzel formatı, sayfa düzeni, okuma rahatlığı sağlayan dizgisiyle bu kitaba özel bir önem verdiği hemen anlaşılan Beyan Yayınları’nın sahibi Ali Kemal Temizer’e ve kıymetli elemanlarına teşekkür etmeliyim. İçeriklerine uygun olarak her sayfanın alt kısmına yerleştirilen küçük fotoğraflar ve onların ebadınca açılan derkenara uygun boşluklar hem gözün dinlendirilmesine hem de sıcak düşüncelerin metinde bir tahrifata neden olmaksızın hemen oracığa kaydedilmesine imkan veriyor. 

Sırma Hoca “Müslümanların Tarihi”ni, “Tarih Nedir – Peygamberler Tarihi – Cahiliye Dönemi; Hz. Muhammed’in (sav) Mekke ve Medine Dönemi; Örnek Halifeler – Emeviler Dönemi; Abbasiler – Endülüs Emevileri – Selçuklular – Haçlılar; Osmanlı Devleti” olmak üzere beş ana başlık altında oluşturmuş.

İslam Tarihi denildiğinde 1)Hz. Peygamber’den (sav) önceki Peygamberlere ait dönemin tarihleştirilmesinde Vahyi bilginin esas alınmasındaki zorunluluğun, modern tarihin esaslarıyla çatışması; 2)Hz. Peygamber (sav) döneminin ele alınışında “Siyer” etkisinin tarihe baskın çıkması, 3)Emeviler’den başlayarak Osmanlı’nın yıkılışına kadar süren dönemde her yeni devletle birlikte giderek daha fazla belirginleşen “örfi yönetim” tarzının Şeriat’la mesafesi sorunu, 4) İslam Medeniyeti’nin tefessüh etmesiyle birlikte Filistin / Eriha’daki Hişam Sarayı’ndan, Endülüs / Gırnata’daki el-Hamra Sarayı’na kadar yüzlerce “maddi kültür cesedi”nin fenomenal bir gerçeklik ve apriori olarak İslam Tarihi’ni yeni kuşaklara “yenilenlerin tarihi” şeklinde algılatması... halli elzem meseleler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Nitekim Sırma Hoca da kitabının “sunuş” kısmında bu meselelerden kimilerine şöyle parmak basmaktadır: “Antik Çağlar dediğimiz dönemlerin ilki olan Hz. Adem zamanını, tarihin bilinen kaynaklarından araştırmak mümkün değildir. O dönemi anlatan kaynaklar arasında inananlar açısından en güvenilir kaynaklar ilahi kitaplardır. Bu kitaplardan değişmeden günümüze intikal eden tek kitap da Kur’an-ı                         Kerim’dir. Bu nedenle Hz. Adem’e, hatta ondan sonra gelen dönemlere ait birçok bilgiyi bu otantik kitaptan almak zorundayız.

Meseleye seküler açıdan bakmadığımız için ana referans kaynağımız Kur’an ve onu anlatan ilimler, tali kaynaklarımız ise normal tarih ilminin kaynaklarıdır.

Gerek ilk, gerekse şimdiki dönemlere ait bütün hadiseler ‘zaman’ dediğimiz süreç içerisinde cereyan etmekte, bir bakıma, bu ‘zaman’la şekillenmektedir. Onun için selefimiz olan Müslüman tarihçilerin yaptıkları gibi, biz de zamanın ne olduğunu anlamak ve ona göre olguları değerlendirmek durumundayız.

Tarihçiler ‘zaman’ kavramı ile ilgili birçok tarif yapmış olmalarına rağmen, biz bunlardan sadece Taberi’nin yapmış olduğu kapsamlı tarifi esas alıyoruz. O şöyle tarif ediyor zamanı: ‘Zaman, gece ve gündüz içerisindeki saatler / anlardır’.”

Sırma Hoca’nın (hayır ve sıhhat içinde sürmesini dilediğim) ömrünün yaklaşık yarım asrını İslam Tarihi’ne hasretmiş olması karşısında, konu edindiğim kitabıyla ilgili eleştiride bulunmaya teeddüp ederim. 

Ancak genelde tarihin, özelde İslam Tarihi’nin önemine inanan bir okur-yazar olarak en azından “seküler” açıdan bak(a)mamanın nedenini ve “zaman” konusunda neden el-Gazzali (ö. 1111), Maktûl Sühreverdi (ö. 1191) ya da İbn Arabi’yi (ö. 1240) değil de Taberi’yi (ö. 923) örnek almamız gerektiğini de anlamak ihtiyacındayım.

İnsanı ahiretle dünyanın berzahı olarak alırsak, sekülerliği Laiklik ideolojisinden arındırıp, salt dünyeviliği yeniden izahta etkili bir araç olarak kullanamaz mıyız?

Yine zaman’ı “hareket sayesinde algılanan şey ya da kendisinde hareketin ortaya çıktığı şey” olarak alıp, onu İmam Maturidi’nin “neden-sonuç” bağıntısı yerine, İmam Eş’ari’nin “etki-tepki” (potansiyellik) bağıntısıyla ilişkilendirirsek mevcut tarihi metodolojilerdekine göre farklı (biricik ve özgün) bir (tarihi) zaman anlayışını inşa etmemiz mümkün olamaz mı?

Sırma Hoca'nın bu soruların uzağında olduğunu hiç sanmadığım gibi, bunlardan daha fazlasını kendi kendisine sorduğuna da inanıyorum. Bu bağlamda kitabını “Müslümanların Tarihi” olarak isimlendirmesinin de bunun karinesi olduğunu düşünüyorum.

Yukarıda “İbnü’l-vakt” demiştim. Bundan hareketle Sırma Hoca'nın şimdi kitabının adına yüklediği bakış farkını, zikrettiğim meseleler planında (inşallah) İslam Tarihi’ne mahsus yeni çalışmalarına da yükleyeceğini umuyor ve bizleri “Müslümanların Tarihi”yle yeniden buluşturduğu için teşekkür ediyorum.

twitter.com/OmerLekesiz