MÜSLÜMANLARIN DURUŞLARINDAKİ FARKLILIKLAR

A. ARAF ARAT

VAN 5.09.2015 10:38:41 0
MÜSLÜMANLARIN DURUŞLARINDAKİ FARKLILIKLAR
Tarih: 01.01.0001 00:00
Şunu unutmayalım ki Allah (c.c) Müslümanlardan sünnetullaha uygun, tevhidi duruşun tabiatı gereği, nebevi mücadelenin koordinatlarını iyi görebilen, basirete dayalı, süreç odaklı bir duruş istiyor. Sonuç odaklı değil.
Müslümanların siyasi alandaki duruşlarını nebevi mücadele geleneğinin özüne uygun biçimde ortaya koyamamaları, siyasi düşüncelerine vahyin belirlediği nebevi eksenli bir algıyı yansıtamamalarındandır. Bunun nedenini duruşlarını belirleyen düşünce ve davranışlarının dayandığı kaynağın temel ilkelerini ve nebevi mücadele yöntemini gereğine uygun algılayamadıklarında aramak gerekir.
İslam, Allah tarafından insanların içinden seçtiği Resulleri aracılığıyla insanlara düşünce ve davranış bütünlüğünü gösteren tevhidi duruş modeli sunmuştur. Peygamberin nebevi mücadelesi bizzat Allah’ın kontrolünde ve vahyin terbiyesi altında canlı ve yaşanan bir hayatın içinde geçmiştir. Hz. Muhammet’in inşa sürecinde yapılan ilahi müdahalelerle, risalet görevini kendisinden istenilen tevhidi çizgide yerine getirebilmesi ve tavizsiz bir duruşu sürdürebilmesi için, beşeri zaaflarından tamamen arındırılmış bir düşünme ve davranış biçimi kazandırılmıştır. Bu çok zorlu ve meşakkatli süreç kimi zaman düşüncelerine, kimi zaman davranışlarına, kimi zaman da toplumsal ilişkilerindeki uygulamalarına yönelik ilahi uyarılarla devam etmiştir. Peygamberin bu inşa süreci tüm zamanlar için Müslümanlara evrensel boyutlu, ilkeli bir model sunmuştur. Ne var ki vahyin kontrolünden uzaklaşarak temel referanslarını başka yerlerde arayan Müslümanlar kendilerini vahyin kılavuzluğundan soyutlamış ve ilahi iradenin koordinatlarını tamamen yitirerek batıla teslim olan bir duruş biçimini gelenek hâline getirmişlerdir.
Müslümanlar tarih boyunca düşünce ve davranışlarındaki duruşlarını üç önemli kategoride temsil eder durumda olmuşlardır:
1-Geleneklerin hâkim olduğu tarihsel duruş
Bunlardan ilki daha çok gelenek ve göreneklerin hâkim olduğu, anneden babadan geçme, eski kültür unsurlarının kuşaktan kuşağa aktarıldığı daha çok tarihsel birikimin etkisiyle oluşan atavik bir duruştur. Bu kategoride olup Peygamberin vahyin belirlediği ontolojisini kavrayamayan Müslümanlar,  onun 14 asır öncesi fiziki özelliklerine dayalı giyiminden kuşamına, yemesinden içmesine ve hatta tuvalete gitmesine kadar peygamberdeki beşeri sıradanlıkları vahyin pratiği sanmışlardır. Kur’an’ın peygamber tasavvuru zamanla ve mekânla sınırlı olmayan örnek bir model olarak tüm insanlığa sunulduğu hâlde peygamber gerçekliğinden uzak, daha çok Arap toplum yapısının kültürel özelliklerini yansıtan ve sınırlayan bir imajını göz önüne almışlardır. Vahyin inşa ettiği Peygamberin ilkeli duruşunu ortaya çıkaran temel kaynağın esprisini algılayamayan bu kategorideki Müslümanlar, siyasi algılarında önlerine konulan imajların cazibesine kapılarak düşünmüşlerdir. Peygamber tasavvurunu daha çok onun fiziksel vasıflarından yola çıkarak algılayan Müslümanlar her gördükleri İslami oluşumun başındaki sakallıyı dedem sanmışlar ve peşinden sürüklenir olmuşlardır.  Bugün Müslüman yazar ve entelektüellerdeki en önemli düşünce ve duruş bozukluğunun bu durumdan kaynaklandığının altını çizmek gerekir. Müslümanların siyasi duruşlarında önemli zaafların ortaya çıkmasına neden olan bu durum, Peygamberin hayatındaki siyasi yönünü görmek yerine imajların belirlediği görüntüleriyle oyalanmalarına, basirete dayalı siyasi refleks geliştirememelerine neden olmuştur. Dolayısıyla Müslümanların siyasi boşlukları vahiy tarafından değil Müslüman olmayan düzenlerin yarattığı gerçek olmayan ancak gerçeğin yerini alan basiretini yitirmiş siyasi duruşlar olarak dışarıdan ayarlanır olmuştur. İngilizler ilk defa Birinci Dünya Savaşı yıllarında casusları Lawrens’i Arap kabilelerini Osmanlı’ya karşı kışkırtmak ve örgütleyerek ayaklandırma çıkarmak için Müslüman imajıyla bölgeye göndermişlerdir. Müslümanlar yaşamlarını Kur’an’a dayalı bir anlayışla disipline edemedikleri için bu şekildeki imajların, şekillerin, kostümlerin etkisinde kalarak kandırılmışlardır. İslam dünyasını yönetmesi için, bu dünyanın karşısına hep aynı imajlarla çıkarılan liderler Müslümanların bu zaaflarından yararlanarak asırlardır İslam dünyasını aldatır olmuşlardır. Burak Hüseyin Obama’nın isminin Arap ismi ve babasının Müslüman olmasının avantajları kullanılmış ve ABD’nin yeni dünya düzeninin temel sembolik argümanı olarak ABD politikalarının İslam coğrafyasında meşruluk kazanmasında etkili bir zemin oluşturmuştur. Son dönemde İslami demokrasi söylemi ile öne çıkan Müslüman lider profillerinin aldatıcı cazibesi Müslümanların siyasi duruşlarındaki yansımalarının en önemli açmazıdırlar. Sakalına sarığına, Kur’an’dan bahsediyor oluşuna ya da adının Muhammed, Mustafa, Ali olmasına aldanan Müslüman yazar ve entelektüeller bu açmazlarını yazılarında duygusallığı ön plana çıkaran siyasi yorumlarında ortaya koymaktadırlar. Yine Müslümanların tarihsel geçmişlerinde oluşmaya başlayan, yabancı kültürlerle karşılaşmaya başladıkları dönemde ortaya çıkan ve günümüz cemaatlerince de hâlâ yaşatılmakta olan mistik anlayışlar Müslümanları İslam’ın özünden uzaklaştırmıştır. İslami anlayışın içine adeta ayrı bir din olarak sonradan eklemlenen tasavvuf düşüncesi Müslümanların Kur’an’ın kavramlarını yanlış yorumlamalarına neden olmuştur. İnzivaya çekilme, nefsi terbiye etme ve dünya nimetlerinden kayıtsız şartsız mahrum kalma seanslarının getirdiği zaaflar, Müslümanların Dünya meselelerinden elini ayağını çekmelerine ve İslam’ın siyasi boyutunun bastırılmasına neden olmuştur. Dünyadaki gelişmelere ilgisiz kalışlarıyla siyasi duruşlarını yitiren Müslümanlar tarihe hiçbir katkısı olmayan nesneler  olarak tarihin dışına itilmişlerdir. Bu duruş günümüz Müslümanlarının kafasında uçan, kaçan, olmadık mucizelerle harikalar yaratan peygamber ve evliya tasavvurlarının oluşmasına neden olmuştur. Böyle bir İslam algısıyla kendini tanımlayan Müslüman duruşu elbette ki küfrün projelerine teslimiyet demektir. Geleneksel tasavvuf düşüncesiyle dünyayı algılamaya çalışan Müslümanların duruşu dinler arası diyaloga kapı aralayarak küresel pazar ekonomisinin önünü açmaya göz kırpmak olacaktır. Tasavvuf dininin etkisi altında duruş sergileyen Müslümanlar konjonktürün işletilmesinde,konjonktüre uygun bir duruş ve çizgiyi temsil ederek İslam’ın özünü yeterince anlamamış olduklarını somut bir şekilde ortaya koymaktadırlar.
2-Modernizmin hâkim olduğu modern duruş
Aydınlanma çağı ile birlikte Batı medeniyetinin öne çıkışı ve İslam dünyasının siyasi bir güç olarak çöküşü sonrası kendi temel referanslarını bir daha keşfedemeyen Müslümanlar, Batının karşısında aşağılık kompleksinin yol açtığı bir hayranlığa kapılmış ve bu hayranlık zihinsel felce neden olmuştur. Bugün siyasi çıkmazda olan İslam dünyasının zihinsel felce uğramış bocalayıp duran görüntüsünün temel nedeni kendi kavramlarını modernizmin kavramlarıyla anlamaya ve yaşamaya çalışmasıdır. Fransız ihtilaliyle ortaya çıkan ulusçuluk düşüncesinin bizdeki aynısı ve tepkisel sürümleri olan Milliyetçilik, Osmanlıcılık, Turancılık, İslamcılık, Türkçülük gibi fikir hareketleri siyasi zihnimizin ne derece felce uğradığını gösterir. Osmanlı Devletinin son dönemlerinde üretilen Batı patentli fikir hareketleri temelleri yeni atılan Türk Devleti’nin siyasi geleceğinde de etkili olmak istemiş ve bir anda kendilerini yeni siyasi organizasyondan pay kapma mücadelesi içinde bulmuşlardır. Bu mücadele sürecinde modernitenin etkisiyle zihinleri felce uğrayan İslamcılar sistem içinde kendilerine yer bulmak isteyen ısrarcı duruşlarıyla dikkat çekmişlerdir. Günümüzdeki İslami demokrasi düşüncesinin temelleri o dönemin İslamcıları eliyle atılmıştır. Uzlaşmacı çizgi üzerindeki duruşlarıyla İslam’ın öngördüğü temel referanslarından daha da uzaklaşan Müslümanlar zaman içinde laik-demokratik zihniyetin emniyet sübabı olmuş, sistem içi siyasetin vazgeçilmezi olarak demokrasi tarihinin nesnesi hâline getirilmişlerdir. Bu sürecin ahlâki yıkımı ise çok daha ağır olmuş, ahiretlerini kaybetme pahasına da olsa elde ettikleri sistem içi pozisyonlarını ve seküler-dünyevi iktidarlarını koruma adına onursuz bir duruşu temsil eder olmuşlardır. Müslümanlar siyasi perspektiflerini ve söylemlerini modernist-seküler çizgideki ısrarcı duruşlarıyla ifade ettikleri için bu duruşlarıyla İslam coğrafyasındaki geleneksel Müslüman kitlelere model olarak sunulmuşlardır. Bu model vahyin ortaya koyduğu modele tamamen zıttır. Müslümanların uzlaşmacı çizgideki ılımlı duruşu bugün Batı emperyalizminin sistemleştirdiği küresel şirk düzenin bu coğrafyada hâkim olmasına davetiye çıkarmaktadır. Küresel şirk düzeni Arap baharı gibi uyduruk devrimlerinin bu coğrafyada aşı tutması için Müslümanların siyasi duruş sorunlarından kaynaklanan her türlü enstrümanı kullanıyor. Modernist felsefenin kıskacından kendini kurtaramayan ve Mezhep eksenli yorumları ve buna uygun çatışmacı duruşlarıyla öne çıkan Müslüman entelektüel ve aydınlar küresel küfrün değirmenine su taşıdıklarının farkına bile varamıyorlar.
Mezhepsel farklılıklarını  çatışmacı bir üslupla kaşımakta ısrar eden Müslümanlar, bu duruşun asıl kaynağının Batı medeniyetinin insanlık dışı uygulamalarını sistemleştiren ortaçağ kilisesinin hastalıklı duruşu olduğunu göremiyorlar.
3-Vahyin hâkim olduğu Nebevi duruş 
Yalnızca vahyin belirleyici olduğu bu kategorideki Müslümanlar, kendi nefsi zaaflarından ziyade ilahi iradeyi öne çıkarıcı düşünce ve davranış biçimlerini önemsemiş ve duruşlarındaki ölçüyü tamamen vahiyle donatmış kimselerdir. Bu duruş modelinin sunduğu evrensel izdüşümü incelediğimizde Müslümanların olaylar ve olgular karşısında nasıl durması gerektiği ile ilgili temel ilkelerin yalnızca vahiy tarafından belirlendiğini görürüz. Müslümanlar duruşlarının Allah’ın razı olduğu duruş olması için Kur’an’a bakarak Peygamberimizin Kur’an’la sağlaması yapılmış sahih sünnetini model almışlardır. Bu noktada Peygamberimize de kendinden önceki peygamberlerin siyasi duruşları yer yer model olarak sunulmuştur. Peygamberlerin sistem karşısındaki siyasi duruşunu yukarıda zikretmeye çalıştığım geleneksel ve modernist çizgide okuyanların ve kitleleri yanlış yollara kanalize edenlerin ahirette hesapları çok ağır olacaktır.
 
Sonuç:
Yıllar önce Türkiye’nin son sosyalisti (son mohikan) olduğunu söyleyen bir profesöre şu soruyu sormuştum; “Hocam insan nasıl okur ya da size oku denildiğinde nasıl bir cevap verirsiniz ya da okumanızı neye göre yaparsınız?” Şöyle cevap vermişti Profesör: “Okumam nasıl durduğumla ilgilidir. Duruşumu Sosyalist bir felsefeyle yapıyorsam dünyayı, insanı, toplumu, eşyayı, Tanrı kavramını sosyalizmin kavramlarına göre okurum!”
Bir Sosyalist, hayatı kendi duruşuna göre Marksist anlayışla okuyacak ve üretim ilişkilerinden hareketle kendi siyasi duruşunun esaslarını ortaya koyacaktır. Kapitalist kimse, sermaye ilişkileri ve onun sistematik denkleme dönüşen çıkarına dayalı serbest piyasa ilişkileri üzerinden duruşunu belirleyecektir. Elbette ki Müslüman da kendi okumasının esaslarına uygun ilkeli bir duruşla okumasını yapacaktır. Sosyalizmi de okuyacaktır, kapitalizmi de okuyacaktır. Ancak bu okumaları vahyin perspektifine uygun bir duruşla ilkeli bir okuma yapacaktır. İslam’ın kavramlarını sosyalizmin ya da kapitalist ilişkilerin kelime ve kavramlarıyla okuyanlar duruşlarını gözden geçirmelidirler. Duruşlarının bu iki batıl ideolojinin etkilediği duruşlar olup olmadığının sağlamasını yine vahiyle kontrol etmek durumundadırlar.
Evet, Allah Muhammed’in (a.s) nebevi duruşunun temellerini “Oku! Yaradan Rabbinin adıyla oku!” ayetiyle atıyor. Bu okuma Peygamberin ve Müslümanların siyasi duruşlarının ilke esaslı olması gerektiğinin başlangıcı olmuştur. Müslümanlar vahyin Müslüman’dan istediği duruşa uygun tarzda okuma yapma basiretini kazanabilmelidir. Allah tüm okumalarımızı kendi ölçülerine uygun yapmamızı olaylar ve olgular üzerinde vahyin ilkelerine uygun düşünmemizi istemektedir. Başkalarının yanlış okumalarının eseri olan duruşlarından esinlenerek, yanlış duruşlarını kendisine duruş edinenlerin yaptığı okumalar derinliği olmayan, konjonktürün belirlediği daha çok duygusal psikozlarla yapılan sığ okumalardır. Müslümanlar bu şekilde yapılan bir okumayla duruşlarını bozarlarsa peygamberlerin genelinin sünnetiyle de ters düşmüş olacaklardır. Allah Müslümanlardan ilkelerine uygun okuma yapmalarını istiyor. Sonuca ya da başarıya odaklı duruşların yaptığı okumaların sonu hüsran olan okumalar olacaktır. Müslümanlar okumalarını, sünnetullaha uygun, ilkeli duruşlar sergileyerek gerçekleştirebilecekleri basiretli duruşları alışkanlık edinmelidirler. İlkesiz bir okumanın, her durumda reel şartların aldatıcı cazibesine yönelerek istikameti kaybetmek demek olacağını çok iyi algılamalıdırlar.
Şunu unutmayalım ki Allah (c.c) Müslümanlardan sünnetullaha uygun, tevhidi duruşun tabiatı gereği, nebevi mücadelenin koordinatlarını iyi görebilen, basirete dayalı, süreç odaklı bir duruş istiyor. Sonuç odaklı değil.
- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/muslumanlarin-duruslarindaki-farkliliklar/#sthash.oMcFEYD8.dpuf