'Müslüman zihni' yoksa, bu dünyaya söyleyeceğimiz bir şey de yok demektir

YUSUF KAPLAN

VAN 16.09.2013 11:20:51 0
Tarih: 01.01.0001 00:00

Önce kışkırtıcı bir aforizma: Bu dünyaya esaslı bir şey söyleyemeyeceksek, bu dünyada yaşamamızın da bir anlamı yoktur.

ÖZÜ GÜR OLMAYAN BİR EĞİTİM SİSTEMİ, ÖZGÜR OLABİLİR Mİ?

Bu dünyaya esaslı şeyler söyleyebilecek entelektüel birikime, özgüvene ve komplekssizliğe sahip olmamızı sağlayacak özgün ve özü-gür bir eğitim sistemine sahip miyiz, peki?

Türk eğitim sisteminin, sömürgeci bir eğitim sistemi olduğunu söylemiştim daha önce. Özgür bir eğitim sistemi yok Türkiye'de. Yok; çünkü özü gür değil; dahası öz'üyle kavgalı, kendi-kendini sömürgeleştiren hilkat garibesi bir eğitim sistemi bu.

Özü gür olamayan, özü'yle kavgalı, özünü gözü gibi koruyamayan, besleyip büyütemeyen bir eğitim sistemi özgür de olamaz, önümüzü de açamaz elbette. Takoz olur yetenekli beyinlerin önünde sadece.

İLÂHİYAT'LAR, İLÂHİYAT'LARDAN DAHA FAZLA BİR ŞEYDİR...

İlâhiyat'larda felsefe derslerinin kaldırılması meselesi, sadece ilâhiyatları ilgilendiren bir mesele değil. Başka bir deyişle, ilâhiyat'lar, ilâhiyat'lardan daha fazla bir anlam ifade ediyor. İlâhiyat'lar, İslâm ilim ve tefekkür kaynaklarıyla sahici ilişkiler kurma kaygılarımızın, beklentilerimizin adresi.

Bu ülkede dünyaya söz söyleyecek, güçlü ve köklü bir ilim ve düşünce geleneği, tasavvuru ve dilinin, öncelikli olarak ilâhiyat'larda geliştirilmesi gerektiği beklentisi bu.

Bu beklenti ne kadar abartılıdır, ne kadar yerindedir, bunu bilmiyorum. Ama ilâhiyat'ların bu beklentinin, bu yükümlülüğün altında kaldığını, bırakınız güçlü bir ilim ve düşünce geleneği kurulabilmesini, Müslümanların ilim ve düşünce gelenekleriyle irtibat kurulabilmesi konusunda çok da başarılı olamadıklarını gözlemliyoruz, ne yazık ki.

Pek çok güzel insan, idealist ilim adamı var ilâhiyatların yetiştirdiği. Ama genel olarak ilâhiyatların, hem İslâm ilim ve düşünce geleneğiyle irtibat kurma konusunda öncelikli olarak zihnî açmazlarla karşı karşıya kaldıklarını, hem de dünyaya İslâm ilim ve tefekkür tasavvuru üzerinden esaslı şeyler söyleyebilecek çaplı insanlar yetiştiremedikleri yakıcı gerçeğini teslim etmek zorundayız. Acı ama gerçek bu.

'İSLÂM DÜŞÜNCESİNE GİRİŞ' KİTABI BİLE YOK ELİMİZDE!

İkinci olarak: İlâhiyat'lar seküler eğitim kurumlarıdır. Bilgi / ilim algısı, gelenek algısı, İslâm düşüncesine ilişkin algısı, büyük ölçüde ya doğrudan ya da çoklukla dolaylı olarak sekülerdir.

İlâhiyatlarda, İslâmî bir hakikat idraki, İslâmî bir zihin tasavvuru, İslâmî bir hayat tasavvuru henüz tesis edilememiştir. Fıkhın, tefsirin, Arapça'nın filan okutuluyor olması, bizi yanıltmasın. Fıkhın, tefsirin, kelâmın, İslâm felsefesinin hangi bakış açılarıyla, hangi b/ilim perspektifiyle okutulduğu sorusunu sormak zorundayız.

Meselâ yarım asırdır bu ülkede ilâhiyat'lar var; felsefe, kelâm, tasavvuf dersleri okutuluyor. Ama İslâm düşüncesi ya da İslâm felsefesiyle ilgili psişe bozukluklarından kurtularak yazılabilmiş birinci sınıf, tek bir kitap bile yok henüz.

Sözgelişi, İslâm felsefesiyle ilgili bir düzine giriş kitabı var elimizde; çoğu, İlâhiyat'lardaki arkadaşlarımızın, hocalarımızın yazdıkları kitaplar bunlar. Ama bunların hiç birinin İslâm felsefesiyle esas itibariyle ilgisi yok. de Boer'in yaklaşık bir asır önce yazdığı 'kıytırık' İslâm felsefesi risalesini eksene alarak yazılmış kitaplar bunlar!

DE BOER NE/RESİ, GAZALÎ NEREYE DÜŞER?

de Boer kim yahu? Üçüncü sınıf bir tarihçi. Felsefeci bile değil. İkincisi: Berbat bir oryantalist. Meselâ İslam felsefesinin Gazalî tarafından bitirildiği hurafesi, de Boer'in bize yutturduğu, bizim de âfiyetle 'hazmetmekten' çekinmediğimiz, sığ aydınlanmacı zihnin ürünü modern bir hurafedir.

Oysa Gazalî, İslâm felsefesini bitiren kişi değil; aksine, İslâm düşüncesini, Grek, Hint, İran ve Mezopotamya'daki düşünce geleneklerinin izlerinden arındırarak özgün İslâm düşüncesinin temellerini atan bir öncüdür.

Gazalî'nin İslâm düşüncesini Grek düşüncesinin izlerinden ne kadar arındırabildiği meselesi de ayrıca üzerinde kafa yorulması gereken önemli bir konu. Bu konuda, bir felsefe profesörü arkadaşımız, Sadık Türker, önemli çalışmalara imza atacak.

'MÜSLÜMAN ZİHNİ' NEDEN YOK (OLDU)?

İlâhiyat'larla ve genelde ilim ve düşünce meseleleriyle doğrudan ilgilenen bütün İslâmî kesimlerle alakalı dikkat çekilmesi gereken üçüncü sorun, çok daha yakıcı ve yıkıcı bir sorun: Müslümanların zihni, Müslüman zihni midir?

Ne yazık ki hayır! Hayır; çünkü çağın ağları ve bağları, bağlamları ve kavramları içinde/n konuştuğu ve konuşlandığı için Müslümanların zihni, psişe bozukluklarıyla malul, iğdiş edilmiş, parçalı, bölmeli ve tersinden sekülerleşmiş bir zihindir.

Örneğin bir profesör, İbn Arabi'nin düşüncesini anlatırken, 'İbn Arabi'nin düşüncesi iki dönemden oluşur: Birinci dönem, naturalist; ikinci dönem idealist dönemdir' diyorsa, bu Müslüman profesörün zihni, Müslüman bir zihin midir ve anlattığı kişi de İbn Arabî midir acaba?

FIKH'I FİKİR'DEN AYIRAN KAFA!

Mekke'de Ümmü'l-Kura Üniversitesi'nin etrafında birkaç kitapçı var. Bunlardan birine girdim birgün. Ve kitapçı'ya 'fikir kitapları var mı, hangi bölümde?' diye sordum. 'Bizde fikir kitapları yok, fıkıh kitapları var' deyince, 'buyur burdan yak!' demekten alamadım kendi kendime.

Ve sonra yüzüne karşı, Türkçe olarak, 'amca, sen hapı yutmuşsun; tam bölmeli, seküler bir kafa seninkisi!' deyiverdim.

Kitapçı, 'afven ya seyyidî?' diye ne dediğimi merak edince, yüzüne karşı söylediğim cümleyi, Arapça olarak 'Beyefendi, fıkıh kitapları da, fikir kitapları değil mi zaten!' diye tercüme ettim. Adam salak salak baktı bana... Acı acı... Acıdım adama.

Bunu niye anlattım peki?

Müslüman zihninin hem nasıl donduğunu hem de nasıl parçalı, bölmeli, tersinden seküler bir niteliğe büründüğünü göstermek için.

Daha da kötüsü, hatta ürpertici olan nokta şu burada: Bu donmuş, tersinden seküler/lerşmiş zihnin, asıl Müslüman zihin olduğunun zannedilmesi!

'İSLÂMÎ İLİMLER', 'TERSİNDEN SEKÜLER' ZİHNİN ÜRÜNÜDÜR

Benzer bir tersinden sekülerleşmiş zihin, 'İslâmî ilimler' nitelemesinde de gizli.

'İslâmî İlimler' nitelemesi, tersinden seküler/leşmiş bir zihnin ürünüdür. İlimleri, sadece şer'î ilimlere indirgeyen, fizikten metafiziğe, tarihten matematiğe kadar bütün diğer b/ilimleri, gayr-ı islâmî olarak gören, tersinden seküler/leşmiş bir zihin gizli burada.

Oysa Müslümanlar, temasa geçtikleri, ödünç aldıkları bütün diğer medeniyetlerden o medeniyetlerin b/ilim'lerini İslâmî idrak, zihin, düşünme ve metodoloji biçimleri üzerinden İslâmîleştirmişlerdir.

O yüzden bugün bize, birileri, 'İslâmî ilimler'den sözediyorsa bilin ki, bu kişinin zihni, hem donmuş, hem de parçalı, bölmeli ve tersinden sekülerleşmiş bir zihindir.

Bu zihnin, İslâm ilim ve tefekkür gelenekleriyle, dilleriyle, kaynaklarıyla 'neyse o olarak nüfûz ederek' irtibat kurabilmesi de, dolayısıyla dünyaya esaslı şeyler söyleyebilmesi de imkânsızdır.

Özetle: 'Müslüman zihni' yoksa, bu dünyaya söyleyeceğimiz bir şey de yok demektir.