Müslüman Kürtler 'Milliyetçileşiyor' mu?

Sedat DOĞAN

VAN 5.10.2012 21:43:51 0
Müslüman Kürtler
Tarih: 01.01.0001 00:00

MÜSLÜMAN KÜRTLER “MİLLİYETÇİLEŞİYOR” MU?-1

 Geçenlerde (28.09.2012 ) Hilal Kaplan, Yeni şafaktaki köşesinde  ‘Müslüman Kürtler ve Milliyetçilik’ diye bir yazı yazmıştı. Yazısında özetle Müslüman Kürtlerde de Müslüman olan veya olmayan Türkler gibi ‘ milliyetçi’ emareler baş gösterdiğinden intizar ediyordu.

Bu intizara cevap vermeden önce Milliyetçilik, Irkçılık ve faşizm, Müslüman, Kürt ve Türk gibi kavramların anlamlarına kısaca bakacağız. Ardından Kürtlerin bir bütün olarak yaşadıkları dramı ortaya koyacağız. En sonunda ise bu tahliller ışığında sorumuzun cevabını arayacağız.

“Milliyetçilik, Ulusçuluk ya da Nasyonalizm, kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür.

-Irkçılık, genel olarak çeşitli insan ırkları arasındaki biyolojik farklılıkların kültürel veya bireysel meseleleri de tayin etmesi gerektiğine ve doğal sebeplerle bir ırkın (çoğunlukla kendi ırkının) diğerlerinden üstün olduğuna ve diğerlerine hükmetmeye hakkı olduğuna duyulan inanç veya bu değerleri kabul eden doktrindir.

Faşizm, radikal otoriteryen milliyetçi bir siyasî ideolojidir. Faşistler; bireylerin millî kimlik altında tek kişi olarak birleştiği bir organik ulusal komüniteyi esas alarak, kendi milletlerinin yükselişini amaçlarlar; ayrıca disiplin, endoktrinasyon, fiziksel eğitim ve öjenik unsurlar yoluyla halk seferberliği arayışı içinde olan totaliter bir devlet aracılığıyla ortak bir ata ve kültür gibi birey ötesi bağlarla birleşirler. Faşistler, rakip güçleri tehdit etme veya onlara şiddet uygulama amacıyla yaygın olarak yarı askerî organizasyonlardan faydalanırlar.

Müslüman Nedir? Müslüman, İslam dinine mensup kişi. İslam inancına göre, Allah'a ve Allah'ın birliğine, Muhammed'in son peygamber olduğuna inanan, Allah'ın emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından kaçınmaya riayet eden, takva sahibi (tüm farzları yerine getiren ve tüm günahlardan kaçınan) kimselere denir. İslam dininin farklı mezheplerinde Müslüman kavramı üzerine çeşitli farklılıklar bulunmaktadır.

Kürt, Kürt ırkına mensup kimseye denir.

Türk, Türk ırkına mensup kimseye denir”(1). Türkiye’deki resmi tanımı ise kendini Türk hisseden veya T.C.kimliği taşıyan, Türkiye topraklarında yaşayan herkese Türk derler...

Bu tanımlamalar ışığında sorumuza dönersek, konu kendiliğinden netleşiyor aslında. Ama yine de Kürtlerin yaşadıklarını analiz etmeden o soruya yekten evet demek her şeyden önce din, ahlak ve ilmi terbiyeden yoksun bir basitliktir. İlânihaye hayır demek ise bilimsel kavramları doğru okuyamama, birey ve toplumdaki değişimi anlamaktan uzak bir dogmatikliktir.  Zira ilahi bir kader olarak birey ve toplumlar zamanın akışına bağlı olarak değişmek zorundalar. Değişmeyen toplum yozlaşır, tarihin gerisinde kalır. Kendi yok oluşunu kendi elleriyle hazırlar. Değişmeyen birey de fosilleşmiş birtakım fikirler ile yeni nesillerin komedi malzemesi olarak ömrünü tamamlar.

Bu girişten sonra sorumuzu tekrar soralım.

Gerçekten de Müslüman Kürtler “milliyetçileşiyorlar” mı? Bunun somut emarelerini ortaya koyan bir durum var mı ortada? Önce Kürtlerin bir millet olarak, sadece son yüzyılda yaşadıkları dram ve trajedileri kısaca ortaya koyalım. Ardından sorumuzun cevabına döneriz.

Vicdanları temiz ilim sahiplerinin Kürtlerle ilgili olarak ortaya koydukları hakikat şudur:

“ Türkiye’de 1925’lerden bu yana Şeyh Said, Dersim-Seyit Rıza, Ağrı, Koçgiri, Sason… ve irili ufaklı isyanlar hiç kesilmedi. Bu isyanlara katılan sayısız insan idam edildi, kurşunlandı.

Son 30 yıllık bu kirli savaşta PKK’nin gerçekleştirdiği eylemlerde binlerce genç asker, polis, memur, sivil insan hayat hakkından mahrum kalmıştır. Bu savunulur bir şey değildir. Ancak bu kirli savaşta devlet, PKK ile mücadele ediyorum, onu bitiriyorum, “terörist öldürüyorum” diye, ucube bahane ve yaftalarla on binlerce Kürt gencinin bedenine kurşun sıkıp infaz etmiştir. Devletin resmi rakamlarında bu kirli savaşın toplam bilançosu 50.000’dir. Faili meçhuller ise 17.500’dür.
Bu insanların hepsini PKK öldürmemiştir. Bu rakamlar yarı yarı bölüşülse bile yine de Devlet en az PKK kadar katil ve teröristtir.

Sadece bu ülkede bu son 30 yıllık süreçte 100.000’in üzerinde insan işkenceler ve hapislerden geçmiştir. 3-4 bin Kürt köyü yakılıp yıkılma sonucu boşaltmıştır, 3-4 milyon Kürt, can ve namusunu kurtarmak için aç sefil bir şekilde şehirlere sığınmıştır.

Geçenlerde Başbakan devletin resmi ağzı sıfatıyla sadece Dersimde devletin resmi kayıtlarına göre 14.000’den fazla insanın katliamdan geçirildiğini açıkladı. Mezkûr diğer isyanların bilançosunu ise bilmiyoruz. Son otuz yıllık isyanın rakamları ise 50.000 civarında telaffuz ediliyor. Ki sayı büyümeye hala devam ediyor. Zira eski başbakan ve cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel buna 29’uncu isyan diyor.

Bu havzada yaşanması hiç kimse tarafından arzulanmayan bazı olaylar yüzünden PKK veya diğer Kürt örgütlerinin şahsında 40 milyonluk Kürt nüfusu bir günah keçisi olarak seçip onu topyekûn dövmeye kalkışarak sorunlarımızı çözeceğimizi sanıyorsak çok ağır bir şekilde yanılıyoruz. Sorun çözüyoruz sanısıyla onu daha korkunç bir çözümsüzlüğe itiyoruz…

Bu nedenle eğer gerçekten de bu sorunun insani çözümünden yana isek, PKK ile devlet arasında sürüp giden 30 yıllık bu kirli savaşa bir de bu açıdan bakmamız gerekecek.
Terör, terördür. Kim yaparsa yapsın ve kime yapılırsa yapılsın, kınanması, lanetlenmesi gereken bir hadisedir…(4)

Unutulmamalıdır ki:“Kendini Kürtlerin haklarının temsilcisi olarak sunmaya gayret eden PKK, bu konuda en büyük yardımı, devletin hak ihlallerinden ve Kürtlerin haklarını tanımamakta direnen tutumundan alıyor Türkiye’de devlet politikaları ile PKK’ ye verilen destek arasında çok yakın bir ilişki bulunuyor. Daha açık bir deyimle, Türkiye demokrasiden uzaklaştığında PKK güç kazanıyor, demokrasiye yaklaştığında ise PKK güç kaybediyor.”(2)


“İran'da 1946'da Mehabat Kürt Cumhuriyeti kuruldu. Kısa süreli bu Cumhuriyet, Kurucusu Kadı Muhammed ve arkadaşlarının idamıyla son buldu.

Irak'ta Molla Mustafa Barzani’nin 1930’larda başlattığı isyan, azılı katillerin dayattığı sürgünler, Halepçe ve Enfal Katliamlarıyla yüz binlerin canına mal olduktan sonra oğul Barzani ve Celal Talabani’nin ittifakı sonucu ve Amerika'nın Irak'ı işgali sonrası 2000’li yıllar sonrası Irak içinde kendine ait bir bayrağı, yerel resmi dili Kürtçe olan, bir ordusu ve diğer resmi kurumları olan Federal bir devlet şeklinde sonuçlandı.”(4)

“Suriye’de ise malum yaklaşık 50 yıllık faşist bir azınlık Nusayri dikta rejimi söz konusu. En ufak bir talep kanla bastırılıyor.”Baba Esat, 1980’lerde ülkenin Hama şehrine dayattığı 21 günlük bombardıman sonucunda 40.000, ülke genelinde 70.000’den fazla insan öldürüldü. 30.000 kayıp var. 2 milyon insan ülkeyi terk etmiştir. Burada 3 milyon’a yakın Kürt yaşıyor. Bu nüfusun yarısına yakını rejim tarafından “Ecanip”(Yabancı),”Mevali”(Yersiz yurtsuz), "Maktumin”(Kayıt dışı) olarak adlandırılıyor. Resmi hiçbir işlemlerini yapamıyorlar. Resmi olarak kendi adlarına ev, arazi alamıyor, evlenemiyor, çocuklarını nüfusuna kayd ettirip okutamıyor, seyahat edemiyor. Devletin gerekçesi, bu insanların Türkiye’de cumhuriyet döneminde yaşanan isyanlar ve sürgünler sonucu oraya yerleşmiş olmalarıdır.”.(3) Türkiye’ye geri dönülsün istiyor.

“Mezopotamya, Ortadoğu ve Anadolu toprakları, İslam'ın zuhurundan beri hep İslam hükümdarlıklarının hâkim olduğu topraklar olagelmiştir. Bu durum yaklaşık 1300 yıl sürdü. Bu süre zarfında buralarda ana çoğunluk kavimler olarak Arap, Fars, Kürt ve Türkler varlıklarını sürdüre geldiler bu güne kadar.

Kürtler, bu süreçte mezkûr kavimlere mensup din kardeşlerine karşı hiç bir ihanet içerisine girmediler. Her savaş veya felakette hep yanlarında oldular.
Bu kardeşler, bütün bu fedakârlıklara karşılık olarak, % 97’si Müslüman ve çok da dindar bu din kardeşleri Kürtlere ne verdiler? İnkâr, talan, Katliam, sürgün, hapis…

Kürtlerin bu coğrafyanın yakın tarihindeki hak ve özgürlük mücadeleleri yaklaşık yüz yılını doldurmak üzere. Nüfusları 40 milyonu geçkin Kürtler, topraklarının zenginliklerinden faydalanma. Devlet olabilme hakları şöyle dursun temel insani haklarından bile mahrumlar. Değerleri itibarsızlaştırılıyor. Kimlikleri, kültür, dil ve edebiyatları yasaklanıyor. Ötekileştirilip alay konusu ediliyorlar.

Bu süre zarfında, bu insani taleplerinden dolayı sayısız katliam, sürgün, idam, işkence gibi insanlık dışı muamelelere tabi tutuluyorlar. En ağır cezalara çarptırılıyorlar. Milyonlar halinde zorunlu göç ve mecburi iskânlara maruz bırakılıyorlar. Mal ve zenginlikleri talan ve müsadere ediliyor. Kendilerine insanca yaşayabilecekleri bir yer dahi bırakılmıyor.

Çağımızın en ahlaksız yöntemi karşındakinin haklı hiçbir yanını göremeden, ona çamur atmaktır. Karalayıp lekeleyerek haklılığına gölge düşürmektir. Dün Şeyh Said, Seyid Rıza, Kadı Muhammed ve Molla Mustafa Barzani söz konusu yapılanlara başkaldırmıştı. Onlara takılan sıfatlar şaki, yobaz ve mürteci idi. Bu gün kendilerine iadeyi itibar verilmesi düşünülüyor”(4).

Kürtlerin genel durumunu şöyle özetlememiz mümkün:

“Ortadoğu’da Kürdistan diye bir coğrafya var. Bu coğrafyada yaşayan sayıları 40 milyonu bulan, kendine özgü bir dili, dini, edebiyatı, tarihi, kültürü ve örfü olan Kürt diye bir millet var. Bu milletin çoğunluğu, tıpkı Arap, Fars ve Türkler gibi Müslüman olan ve dinine bağlı bir millet. Etrafındaki Müslüman kavimlerle bin yıllarca kader birliği yapmıştır. Oysa buna rağmen bu milletin başta dili, kültürü ve kavmi aidiyeti olmak üzere her şeyi söz konusu Müslüman kavimlerce inkâr edilmiş, yasaklanmıştır. Onuru rencide edilmiştir. En ufak insani bir haklarını istedikleri zaman, topraklarının her parçasına hâkim çağdışı ırkçı rejimler, sözüm ona Müslümanlık iddiası da olan ırkçı rejimler tarafından büyük katliamlara maruz kalmış, kalmaya devam ediyor.

Bu milletin toprakları 1.Dünya savaşından bu yana ki, ortalama yüz yıldır, dört beş ülke arasında paylaştırılmış. Söz konusu parçalarda 1. Dünya savaşından bu yana sırf temel insani haklarını talep etti diye değişik kılıflar altında öldürülen, kurşunlanan, katliam ve kıyımdan geçen Kürt sayısı milyonları geçmiştir.

Bütün parçalarında bu sözde kardeşler tarafından kendilerine yönelik toplu veya bireysel katliamlar yapıldı. Yapılmaya devam ediyor. Her şeyleri ölümcül bir şekilde yasaklandı. Bu zulme itirazı olan önemli şahsiyetleri; âlim, şeyh,ağa, mir ve beyleri ya kurşunlarla veya darağaçlarıyla öldürüldüler. Ya sürgün edildiler veya zindanlarda çürütüldüler.

Şunu rahatlıkla söylememiz mümkün: Kürtlerin son yüzyılı bu haksız zulme karşı isyanla geçti. Bu isyanlar başta Türkiye olmak üzere Irak, İran ve Suriye’de değişik ton ve çapta yapılmaya devam ede geldi.

 MÜSLÜMAN KÜRTLER “MİLLİYETÇİLEŞİYOR” MU?-II

 Dünya ekonomisinin beyni bir petrole, doğal gaza, güneş enerjisi, fosfat, demir… ve diğer madenlere, önemli su kaynakları, tarım alanları ve hayvancılık potansiyeline sahip olmasına rağmen dünya ölçeğinde Afrika’dan sonra yoksulluğa en fazla maruz ve mahkûm bırakılmış bir millet.

Ortadoğu şöyle dursun, dünyada nüfusu bu kadar kalabalık olup bir statüsü, yani kendilerine ait bir devleti veya bir yönetim biçimi olmayan veya böyle adaletsiz bir şekilde yönetilen başka bir millet yok.

Onun için bu coğrafyadaki bu fotoğrafın bütün parçalarını önümüze koymazsak, bu gün bu havzada yaşana gelen ve arka planında korkunç bir zulüm ve adaletsizliği barındıran, adına “terör” denilen kargaşayı sağlıklı bir şekilde değerlendiremeyiz.

Sadece lokal bazı olaylar ve bu olaylarda ortaya çıkan rakamlar üzerinden bağnaz bir hamaset dili kurup, özünde ötekileştirici ve imhacı bir ruh taşıyan ucuz kahramanlık naralarıyla bu sorunu çözemeyiz. Bu ağır ve çok yönlü yükün altından böyle çocuksu düz mantık yürütmeleri ile çıkamayız.”(5)

Bu drama rağmen Türklerin hemen hemen bütün yazarçizer ve entelektüel takımı. Sağ-Sol, Liberal, İslamcı, Atatürkçü, Milliyetçi… hiç fark etmez, hatta popçu, topçu, pankçı, hippici ve cinsiyetleri birbirine dolanmışlarına kadar… sabahları uykusundan ters veya düz kalkan, elini yüzünü dahi yıkamadan görsel veya diğer medya organlarına bağlanıyorlar.

Masa başı kopyala- kes-yapıştır bilgiçliğiyle Kürtler hakkında allame-i cihan kesilerek önce onlara akıl vermeye kalkışıyorlar. Hak, adalet ve erdem ekseninde işin içinden çıkamayınca da bu sefer en kaba halleriyle veya bazı ince laf cambazlıklarıyla onlarla alay etmeye, onlara hakaret etmeye başlıyorlar.

Kürtlere cahil, köylü, kaba, geri kalmış, töre esiri, feodal aşiret kültürü köleleri, şaki, baği, isyancı, cani, terörist, bebek katili sıfatlar takmalarını artık kanıksamıştık.

Kürt diye bir millet, Kürtçe diye bir dil… yok. Şeklindeki yumurtlamaları da artık kimseye garip gelmiyor.

Bütün bunlara ek olarak bu sefer İslamcı Türkler, Kürtlerin din, iman gibi mevhumlarına da el attılar.”Dindar(Müslüman) Kürtler milliyetçileşiyorlar” anlamına gelebilecek hiç de yerine oturmayan insafsız başlıklar atmaya başladılar.

Doğrusu bu hezeyanlar, katıksız bir milliyetçilik ve faşizmle yoğrulmuş kalemlerden dökülseydi, onları kendi bağlamı içerisinde bir yerlere oturturduk. Ama İslami bir söylemleri olanların kaleminden dökülen bu zulmü anlayışla karşılayıp makul bir yere oturtmamız mümkün değil.

Çünkü bir insan hem Müslümanlık iddiasında bulunacak hem de bunun peşi sıra, halı hazırda mer’î durumda olan “nevi şahsına mahsus bir  dindarlıkla üstü örtülmüş,yani yumuşatılmış bir faşizmin” uygulamalarına çeşitli argümanlarla bazan örtük bazan da aleni bir şekilde arka çıkacak. Üstelik kendi yaptığını göremeyecek kadar körleşecek ama başkasının gözünün kenarına hasbelkader yapışmış bir kıl tanesini dahi görüp eleştirecek kadar mahir bir görüntü sergileyecek.

Bunun iler tutar bir yanı yok. Bu her şeyden önce insani değildir. İlmi değildir. Hakikat ve vicdani bir perspektiften uzak, “ayakları yere basmayan” deyim yerinde ise analiz ve tespit bile sayılamayacak zırva türü bir takım laf cerbezeliğidir.

Bu tam da şuna benziyor. Hem haksız yere merhametsiz bir cinayet işleyeceksin. Hem de sıktığın kurşunun parasını maktulün yakınlarından isteyeceksin. Hem haksız yere adamı öldüresiye döveceksin. Hem de kemikleri çok sertti. Elim incindi, ben bu adamdan davacıyım hâkim bey, diyeceksin.

Bir kişi veya topluluğa insani hakları olan her şeylerini insani bir çerçevede verirsiniz.Buna rağmen onlar bir takım taşkınlıklar yaparlarsa, ondan sonra en azından meşru müdafaa hakkınız doğar..İnsanlara söyleyecek bir sözünüz olur.Oysa Kürtlere yapılan bunun  tam tersidir.Dünya alem biliyor ve görüyor ki kürtlerin  en temel insani hakları dahi gasp ediliyor.En ufak itirazlarında ise en hafif bir  deyimle dövülüyorlar.Bu cümle ile  vicdansız bir terörü,akan kan ve gözyaşlarını onayladığımız anlaşılmasın. Biz terörün her türlüsünü temelden red edip lanetliyoruz..

“Vicdanını yitirmemiş bir insanlık ve dindarlık, hele Müslümanlık iddiaları olanların sadece belli bir grubun değil herkes ve her kesimin yaptıklarını görmek gibi.İster devlet, ister örgüt, isterse Allah adına bile ortaya konulan terörü lanetlemek gibi bir mesuliyetleri vardır.

Olaylara adil şahitlik kimlikleriyle ile bakıp objektif olmak gibi bir yükümlülükleri vardır. Yoksa iddiaları havada kalır. Ve insanlar bundan dolayı iddia sahiplerinin hem insanlığından hem de Müslümanlığından şüphe eder hale gelirler…”(4)

Onun için biz milliyetçilik yapmıyoruz. Irkçı değiliz. Biz Dindarız, Hümanistiz. Eşitlikçi bir Sosyalist veya Demokratız. Şiddet ve ötekileştirmeye karşı çıkıyoruz. İnsan hakları savunucularıyız gibi bir iddiaları olan Türk, Arap ve fars dost, arkadaş,yoldaş, dindaş kardeşlerimiz bu söylediklerinde samimi iseler, öncelikle şu sorulara çok net bir cevap vermeliler:

1-Bu gün yeryüzünde diğer bütün milletlerin kullana geldikleri bir hakk olan bir mevhumun Kürtlerden esirgenmesinin Ahlaki, Dini ve İnsani gerekçesi nedir? Örneğin kendi kendilerini yönetmek veya bir Devlet kurmak Türk, Arap, Fars, Beluc, Hindu… Ermeni, Yahudi, Hıristiyan… vb. Bütün bu kavimler ve din mensupları için, meşru bir hak ise neden Kürtler için meşru değildir? 

2- Kürtler devlet kurmayı bile hak etmemiş ilkel bir topluluk mudur? Bir devlete sahip olduğunda bu kadar tehlikeli olacak Kürtlerin aslında kendi ontolojik varlıkları da tehlikelidir anlamına gelmiyor mu?

3-Herkesin malumudur ki, ümmeti parçalayan ulus-devlet örgütlenmesidir. Osmanlı'nın bakiyesi üzerine kurulan bunca ulus-devletler ümmeti parçalamıyor da,  nasıl oluyor da bir devletleri bile olmayan Kürtler ümmeti parçalıyor durumuna düşürülüyorlar?

4-Ortadoğu’da kurulmuş olan bunca ulus devletler barışı zedelemiyor da, kurulacak olan bir Kürt devleti mi barışı zedeliyor? Bölgede kurulu onca Müslüman devletin mensupları da Müslümanlar. Neden onlara, onların dindarlarına” Milliyetçileşme” ithamı yapılmıyor da en tabii insani haklarını talep eden Müslüman Kürtlere “milliyetçileşme” ithamı yapılıyor?

Kaldı ki bu talepleri yerine getirmeyen sözüm ona Müslüman devletler, bütünüyle milliyetçi Saiklerle Kürtlerin bu temel insani haklarını gasb etmiş durumdalar.

Bu topraklarda yaşayan herkes, özellikle İslamcı Türk kardeşlerimiz bu arızi alışkanlıklarından vazgeçsinler. Kürtlerin sırtında bağdaş kurarak enselerinde boza pişirip beyinlerinin kılcal damarları üzerinde ceviz kıranlar bilsinler ki artık hem ceviz hem de deniz bitti. Bu alışkanlıkları bu saatten sonra ne dinlerine ne de dünyalarına hiçbir şey kazandıramaz artık. Tam tersine her açıdan kendilerine kaybettirir.

Bu nedenle bu topraklarda yaşayanlar, ağır sanılan taşların ve sınırların yerlerinden oynadığı bu kritik süreçte şu hususları göz önünde bulundurmak zorundalar:

Hepimizin insan olma gibi bir iddiası var. İnsanlığımızı hiçbir şartta hiçbir şeye kurban etmemeliyiz. Çoğunluğumuzun-Türk, Kürt, Fars, Arap…- Müslümanlık gibi bir iddiası var. Bu iddiamızın içini İslam'ın kendi içinde çelişmeyen temel değer ve ilkeleriyle doldurmak zorundayız...

Mesela Türkiye’nin Kürt coğrafyasında korkunç bir yıkıma yol açarak yaşana gelen şu 30 yıllık kirli savaşa rağmen. Yaşanan onca ağır travmalara rağmen Kürtlerin % 97’si hala kendilerini Müslüman olarak tanımlıyorlar. Müslüman Kürtlerin ana gövdesinin, Ferdi istisnalar hariç, bu kirli düelloyu savunduklarına, taraf tuttuklarına tanık olmadık. En azından ekser çoğunluk bazı İslamcı Türkler gibi bir kesime “Bedrin Aslanları”, bir kesime ise” üzerine kireç dökülerek yakılması gereken cüzamlı teröristler” gözüyle bakmadılar. Kimsenin evini barkını, yerini yurdunu yakmadılar. Basit ve asılsız gerekçelerle kimseyi linç etmeye kalkışmadılar. Türklere mülk satmayın. Onlara kiralık ev vermeyin. Onlardan alışveriş yapmayın… gibi ırkçı, bölücü, ötekileştirici hastalık belirtileri göstermediler.

Kardeş Müslüman halkların çocuklarının kanlarının bir inat uğruna, akıtılmasına içtenlikli bir üzüntüyle üzüldüler. Yüreği mazlumun yanında atarak her iki tarafı da itidale davet ettiler. Israrlı bir şekilde kardeşkanının akıtılmamasını istediler. İstemeye devam ediyorlar.

Şunun altını net olarak çizelim.Kürtlerin yaşamış oldukları bu sıkıntıları dile getirmemiz,Ey kürtler siz de bunlara karşılık,şunları şunları yapın şeklindeki hastalıklı ve hurracı bir teşviki içermiyor.Tam tersine Ey  haklı mazlumlar ve zülme uğrayan bütün halklar! İmam Gazalinin deyimiyle:”ahlaksızların sergiledikleri kötülüklerden ders çıkararak,yani onların size  yaptıklarını yapmayarak onlara ahlakı öğretin.”,”onlara iyi insan ve iyi toplum olmayı öğretin”,demeye çalışıyoruz.

Zira erdemli bir insan ve toplum kendisine yapılan bir kötülüğün aynısını yaparsa,karşısındakinden hiçbir farkı kalmaz.Kendisine yapılan kötülüğe ahlaki bir duruşla isyan edebilme gücünü de artık kendinde bulamaz.

Bütün bu açıklamaların ışığında Kürtlerin etrafını sarmış ve onlarla “öldürücü bir kardeşlik Hikâyesi”dir tutturanlara şu soruyu sormak çok yerinde ve son derece ahlaki olsa gerek: Sizler bunca şeyi yaşamış olsaydınız nasıl bir refleks gösterirdiniz?

Arka planında belirleyici ve etkileyici rolünüzün çok belirgin olduğu bu kadar ağır travmalara rağmen bu coğrafyada Müslüman kalabilmeyi başarabilmiş insanlara hak etmedikleri ithamlarda bulunmanız vicdanlarınızı hiç mi sızlatmıyor? Bu coğrafyada akan kandaki bilinçli ya da bilinçsiz rolünüzü hiç hesaba katabiliyor musunuz? Gözleri kör eden bunca ayıbınıza rağmen hala bu mazlum milletten almayı başaramadığınız şey ne ola ki?

Gerçekten de Kürtlerle kardeş olduğunuza inanıyor musunuz? Eğer inanıyorsanız, kendize helal ve meşru olarak kabul ettiklerinizi onlar için neden haram ve gayri meşru olarak görüyorsunuz?

Hakikatte veya özde onlarla dost musunuz, düşman mısınız? Hangisi? Bunu bilmek herkesin en tabii hakkıdır. Çünkü bu saatten sonra içi boş masallar ve nesli tükenmiş Kelaynak Hikâyeleri artık kimsenin karnını doyurmaz ve hiç kimseye bir fayda da getirmez.

Biz Kurânın temel aldığı ölçüyle mi  birey ve toplulukların hak ve hukuklarına bakıyoruz.Yoksa misaki milli ve milli menfaatler çerçevesinden mi bakıyoruz?Bunu net olarak ortaya koyamazsak bu konularla ilgili olarak  din,kuran ve müslümanlık adına ortaya attığımız iddiaların içini aynı literatürle dolduramayız.İddialarımız havada kalır.Hiçkimse söylediklerimize itibar etmez.

“Kur'ân'ı ve vicdanı temel alan, yani ayağı yere basan tutarlı Müslüman bir kimlikle olaylara bakmak zorundayız. Birilerine olan kin veya muhabbetimiz bizi adalet ve merhametten uzaklaştırmamalı. Hangi ırktan olurlarsa olsun, hiç bir din kardeşimizin hiç bir otoritenin maslahatı için katledilmesine onay veremeyiz. Öldürülmelerine sevinemeyiz. Kendimiz için arzuladığımız bir şeyi onlar için de arzulayıp isteyebilmeliyiz.”(4)

Bu vesileyle bize dostlarımızı bir kez daha uyarmak düştü. Ders çıkarabilene ne mutlu! Vesselam.

03.10.2012/Diyarbakır

-------------------------------

 

(1) Vikipedi, özgür ansiklopedi http://tr.wikipedia.org/wiki.

(2)Demokratikleşme ve PKK (1) .Vahap Coşkun.24 Eylül 2012 Taraf Gazetesi.

(3)Mazlumder Suriye İnsan Hakları Raporu-2010 

(4).http://www. /barbar-yontemler-kimseye-bir-sey-kazandirmaz-adlı yazımızdan.
(5)http://www.haberdiyarbakir.com/buyuk-kurdistana-hos-geldiniz- adlı yazımızdan
.