Müslüman İslam’dan bağımsız bir şey değildir

Yusuf Armağan

VAN 24.06.2015 13:24:49 0
Müslüman İslam’dan bağımsız bir şey değildir
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Bismillahirrahmanirrahim”Tebâreke ellezî bi-yedihi’l-mülk ve hüve alâ külli şey’in kadîr.
Benim vezîrim;
Cümleye ma’lûm olduğu üzere Devlet-i Aliyyemiz’in bidâyet-i zuhurundan beri ahkâm-ı celîle-i Kur’âniyye ve kavânîn-i şer’iyyeye kemâliyle riâyet olunduğundan saltanat-ı seniyyemizin kuvvet ve miknet ve bi’lcümle tebe’asının refâh u ma’mûriyyeti rütbe-i gâyete vâsıl olmuş iken yüz elli sene vardır ki, gavâ’il-i müte’âkıbe ve esbâb-ı mütenevviaya mebnî ne şer-i şerîfe ve ne kavânîn-i münîfeye inkıyâd ü imtisâl olunmamak hasebiyle evvelki kuvvet ve ma’mûriyyet bilakis za’f u fakra mübeddel olmuş ve hâlbuki kavânîn-i şer’iyye tahtında idâre olunmayan memâlikin pâyedâr olamayacağı vâzıhâttan bulunmuş olup cülûs-ı hümâyûnumuz rûz-ı fîrûzumdan beri efkâr-ı hürriyet-âsâr-ı mülûkânemiz dahi mücerred i’mâr-ı memâlik ve enha ve terfîh-i ahâlî ve fukarâ kazıyye-i nâfi’asına münhasır ve Memâlik-i Devlet-i Aliyyemiz’in mevki-i coğrafîsine ve arâzî-i münbitesine ve halkın kâbiliyet ü isti’dâdlarına nazaran esbâb-ı lâzımesine teşebbüs olunduğu halde beş on sene zarfında bi-tevfîkihî te’âlâ sûret-i matlûbe hâsıl olacağı zâhir olmakla avn ve inâyet-i Hazret-i Bârî’ye itimâd ve imdâd-ı rûhâniyet-i cenâb-ı Peygamberî’ye tevessül ve istinâd birle bundan böyle Devlet-i Aliye ve Memâlik-i Mahrûsemiz’in hüsn-i idâresi zımnında bazı kavânîn-i cedîde vaz’ ve te’sîsi lâzım ü mühim görünerek…”
Yukarıda metin 3 Kasım 1839 tarihli Tanzimat Fermanı’nın girişinden…
Osmanlı’nın, Kuran’ın yüce hükümlerine ve şeriat kanunlarına tam uyarak idare edildiği dönemlerde ülkenin gücü ve tebaasının refah ve mutluluğunun en yüksek noktaya ulaştığı, buna mukabil son yüz elli yıldır karışıklıklar ve çeşitli sebeplerle ilahi kanunlara uyulmadığından evvelki kuvvet ve refahın zayıflık ve fakirliğe dönüştüğüne vurgu yapılıyor.
Osmanlı coğrafyasının verimli toprakları ve halkının kabiliyetlerini göz önünde tutularak gerekli girişimler yapılırsa, yüce Allah’ın yardımı ile beş bilemediniz on yıl içerisinde kalkınmanın gerçekleşebileceği ifade ediliyor.
Ve sonuç olarak kalkınmanın olabilmesi için yapılacak olan şeyin yeni kanunlar olduğu söyleniyor.
Tanzimat fermanı metni bizi 1700’lerin başına götürür. Demek ki, biz üç buçuk asırdan bu yana benzer cümleler kuruyoruz. Bugün de Müslümanların önde gelenlerinin çoğunun ifadeleri bu minvaldedir. Nedir vaziyet, neden bu haldeyiz, ne olacak bu Müslümanların hali filan diye soracak olsak Kur’an ve sünnetten ayrıldığımız için fukaralık, perişanlık çektiğimizi ifade edecek çok sayıda isim biliyoruz her birimiz.
Oysa İslam bize kalkınma, zenginlik, mutluluk ve refah taahhüdünde bulunmaz. Eğer İslam’ın böyle bir vaadi olmuş olsaydı, Hz. İbrahim’in ateşe atılmasını, Hz. Eyyûb’un hastalığını, Peygamberimiz İsa’nın zulme uğrayışını ve Efendimiz Muhammed Mustafa’nın tüm Müslümanlarla birlikte çektiği sosyal, psikolojik, fizikî ve ekonomik sıkıntılarına ne diyecektik?
Buradaki en önemli husus, kabaca 1700’lerden sonra karşılaştığımız yersizlik problemine dairdir. Durulan yer görülen şeyi belirler. Kendi durduğunuz yeri terk edip başkasının durmakta olduğu ve size önerdiği yere geçtiğinizde gördüğünüz şey de değişime uğrayacaktır. Kalkınma, ilerleme, aydınlanma, refah, zenginlik, mutluluk gibi bir başka dünyanın öncelediği kavramlarının merkezimizde yer aldığı dönemdir bu dönem.
Tanzimat fermanından bugüne değişen pek bir şey yok gibi. İslam geldiği anki gibi aşikârdır. Müslümanlarsa İslam’dan başka bir yerdedirler. İslam’la Müslümanlar arasında olmazsa olmaz sanılan, hiçbir zaman kendilerine ait olamayacak olan, ama sürekli peşinden koşmak durumunda oldukları bir dünya vardır. Üstelik Müslümanlar bu tercihlerini İslam’a rağmen yapmaktadırlar. Müslümanlar açısından durulan yer, kullanılan dil, gösterilen hedef ve önerilen dünya problemlidir. Çünkü İslam, bizzat Müslümanlar eliyle bir metne dönüştürülerek dondurulmuş durumdadır.
Oysa Müslüman İslam’dan bağımsız bir şey değildir.
*Dün birinci sayfadan anons edilen yazarımız Yusuf Armağan’ın yazısı, ikinci sayfada yanlışlıkla kullanılmamıştır. Okuyucularımızdan ve yazarımızdan özür dileriz.