Muhasebe zamanı

Ömer Altaş

VAN 21.02.2014 12:04:23 0
Muhasebe zamanı
Tarih: 01.01.0001 00:00

Toplumun en münzevi ve bilge kimliklerini bile politik savaş arenasına çeken ülke sürecine aşk olsun!

Barışa ve hürriyete aht olsun. Her sınıftan hak eden, onur ve erdem savaşçılarına da aht olsun.

Fitne, zulüm ve kaos ateşini sadece onların söndürebildiği annelerin gözyaşlarına aht olsun.

Anne gözyaşının (toplum vicdanının) yeşerttiği demokratik dönüşüm, barış, normalleşme, hak ve hürriyetler her türlü özveriyi hak eder.

Uğruna savaşmayı da..

Ancak Türkiye’de barış ve hürriyet, sadece kurumların, partilerin, yapıların, başkanların, liderlerin, reislerin ve komutanların iradesi ile olmadı.

Bu, esas olarak toplumun, milletin dilemesi ile gerçekleşti.

Barış ve hürriyet arayışı, ortak bir bilinçti, toplumsal bir bilgelik.

Ortak bilinç, bir tür icma-i ümmettir, bir tür karşı konulmaz tabiat gücü.

Bu nedenle, milletin kararı, tarih değiştirir, evre değiştirir, kader değiştirir ve kötülükleri defeder.

Toplum, “arşa” en yakın mesafede duran insana dair bir olgudur.

Öyleyse yaratıcıya “saygılı” olmalı, uluhiyete ve rububiyete.

Saygılı olmanın yolu, toplum iradesi faaliyetlerini kendi hanesine yazmamaktır.

Gelişmelerde nefsine pay çıkarmamaktır.

‘Olmasaydım olmazdı’ dememektir. ‘Biz el atmasaydık demokratikleşme ve dönüşüm uzun seneler bu ülkede var olmazdı’ diye düşünmemektir.

Erdoğan’ı özel görmemektir. Özel insan yoktur, önemli, büyük, güçlü vs. insan vardır.

Meselenin özü doğru fiillerdir. Sorumluluk paylaşımıdır. İyi fiil vardır kötü fiil vardır. Herkesin gücü, üstlendiği sorumluluğu yerine getirme ölçüsünde oluşur.

Erdoğan’ı özel görmek zamanla onu kendini özel görmeye iter, kişisel imtihanını zorlaştırır. Bizzat ona kötülük etmektir bu.

Sapmaların tamamı kendini ya da başkasını “özel ve seçkin” görmekten doğar.

Erdoğan’ı Erdoğan yapan toplumdur, ortak bilinçtir.

Gülen hareketi anlamasa da Erdoğan ümmet bilincinin inkişafı, toplumsal bilgeliğin sabrıdır.

Geziciler anlamasa da Erdoğan en derinlerden gelen volkanik patlamanın lavlarıdır.

Bu volkan 400 yıllık yenilgi esaslı stres birikimine sahip organik bir öfkeyi içerir.

Bu nedenle ne batıcı, bencil Geziciler ne Hizmet hareketini atlama taşı yapan baş belası Siyonizm ne de diğer küresel güçler bu öfkenin gücünü bilmiyorlar.

Bugüne kadar örgütleyerek toplumun karşısında alanlara çıkardıkları sözüm ona öfke nöbetlerinin bu ontolojik öfke gücüyle baş etmesi mümkün olmayacaktır.

Millet, iradesine karşı örgütlenen komplolara aynı yöntemlerle cevap vermek istememektedir sadece.

Şimdi en büyük sınav, “millet” tanımı içinde yer alan liderler, bireyler ve yapıların olan-bitenleri kendi hesabına yazma cazibesi ile karşı karşıya kalmalarıdır.

En büyük sınav; bu kadar savaş verdik, şimdi karşılık alma zamanı, ödül zamanı, sefa zamanı demektir.

Bugünden yarına öyle görünüyor ki, ikiyüzlü hatta çok yüzlü ve dindarları istismar ederek asalak iktidar arayışı içinde olan sinsi iç düşman yenilmek üzeredir.

Yenmek yenilmek inananlar için aynı bıçağın iki keskin yüzüdür.

Küçük cihat, büyük cihada bayrağı teslim etmek üzeredir. Cephelerdeki cihat, nefis cihadına bayrağı teslim etmek üzeredir.

Gerçek ve asıl imtihan dönemi gelmektedir.

Yüzleşme en büyük imtihandır. İnanan bireyler ve dini yapılar için “yaklaşmaktan” daha büyük sınav yoktur.

Para, mal, mülk, gayrı menkul, menkul kıymetler, makam, mevki, kadın, erkek, şöhret, itibar ve popülaritenin yüzü yüzlere değdiğinde dış darbelere verilen tepki kadar güçlü olmayacak hiç kimse.

Kalanların diğer yarısı, hatta çoğundan biraz fazlası da bu aşamada dökülecektir.

İyiler, erdemliler çok az kalacaklardır. (Sabikun, bkz. Vakıa suresi)

Ne mutlu o çok az kalanlara. Ne mutlu bu çok az içinde olmak için yarışanlara. Onlar toplumun referansıdırlar, onlar milletin meşalesidirler. Onlar tarihi tarih yaptılar; gelecek tarihi de onlar yazacaklar.

O sabikun ki toplumu tutar, aşırılıkları önler. Sabikun, ümmeti vasata çeker, ifratı ve tefriti dışlar. Sabikun yaratıcının eliyle toplumun elini birbirine bağlar.

Dünya, “bir avuç” “gönül erinin” “yüzü suyu hürmetine” “istikamet” bulmaktadır, ayakta durmaktadır.

İnananlar bu dile yakinen iman ederler.

Ne mutlu savaşa devam eden, savaştan dönen, kendini kaybeden, gözü kararan, aklı giden, abartan, yorulan, bıkan, tükenen, daha çok bilenen ya da zaferler kazanan komutan ve erlere daima gerçeği, iyiyi, bakiyi ve faniyi hatırlatanlara.

‘Normal’ din adamlarına, muttakilere, ahlak öncülerine.

Fakihlere, rasihuna, ribbiyyuna, ‘ricale’, evliyaya, asfiyaya, aydınlara, kanaat önderlerine, basiret sahiplerine, emrolunduğu gibi dosdoğru olanlara.

Burada bütün sözler sadece, günümüzde İslami referans üzerinden sorumluluk üstlenenlere, devrimci İslami oluşumlara, omuzlarında ağır yük taşıyan bu toprakların organik tasavvuf gruplarına, bir ihtiyaca karşılık kurulan sivil yapılara, otantik medreselere.

Peter L. Berger’in bahsettiği gibi dünyevileşmenin Kapitalizm’in dinamiği olduğu gerçeğini dikkate alarak şimdi Kapitalizm’in bir de İslami formlara tutunarak toplumun içine nüfuz etmeye çalıştığını bilenlere.

Politika ile özdeşliğe düşme tehlikesinden beri durma, ocaklarını, “cami”lerini (inanç ve ahlak merkezleri, toplanma alanları) terk etmeme ve asli görevlerini sürdürme sürecine muhatap olanlara.

Hakimiyetin, vesayetin, popülaritenin, siyasetin “kuyruğuna takılmayanlara.”

Mülk Allah’ın, Devlet toplumun, ocak bizim, cami bizim, dergah bizim, teberru bizim diyenlere.

Abdulkadir Geylani’nin mektubatını okuma zamanı diyenlere.

Yeni Türkiye bitti, erdemli ve adil toplumun inşası başladı diyenlere.

Bundan böyle, serbest zamanlar, bu devleti “Büyük Türkiye” idealine zorlayacaktır; bu çekim gücüne, bu girdaba kapılmadan, serbest zamanlarda ve tüm zamanlarda “Erdemli Toplum-Erdem Devleti” için çalışılması gerektiğini bilenlere.

Ne mutlu kirlenen insanları uyaracak yüzleri olanlara!

Şimdi bir de, İslami gelenekte yer alan bu durumun metodolojisi için ana kaynaklara müracaat edelim:

“İnananların hepsinin sefere çıkması gerekmez, döndüklerinde sakınıp korunmalarını sağlamak amacıyla onları uyarmak için her topluluktan bir grup din bilgini bulunsun.” (Tevbe 122)

Son aylarda Türkiye’de yaşananlar bir kez daha gösterdi ki, sakınma (takva ) temelinde topluma ve bireylere yol gösteren gerçek bilge insanlara, organik toplumsal hareketlere, açık ve şeffaf “cami”lere her zamankinden daha çok ihtiyaç var.