Modernizm Dayatması ve Allah’ın Emaneti Olarak ‘Kadın’

Ömer Arslan

VAN 21.03.2015 10:47:36 0
Modernizm Dayatması ve Allah’ın Emaneti Olarak ‘Kadın’
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Türkiye’de son dönemlerde artış gösteren “kadına şiddet”, beraberinde farklı tartışmaları da getirdi. Özellikle son olarak vahşice katledilen Özgecan Aslan cinayeti, toplumsal bir tepkinin ortaya çıkmasına neden oldu. Bununla beraber daha önce katledilen Münevver Karabulut ve daha birçok kadın cinayeti/şiddeti sonrasında malum çevrelerin olayları Ak Parti üzerinden İslam’ın kadına verdiği değeri sorgulamaya, hatta kadının İslam’da bir değerinin olmadığı iddiasına mahkûm etmeye yönelik çabalarını hayretle izledik.

Peki, gerçekten de İslam’da kadının değeri, malum çevrelerin iddiaları gibi midir? İslam kadını erkeğin gerisinde mi tutuyor? Bu soruların cevabını vermek için cahiliye döneminde ki kadının değerini bilmeden değerlendirme de bulunmak elbette eksik ve yanlış olacaktır.

İslamiyet’ten önce bir “değer” taşımayan kadın, ticari bir meta, erkeğin fiziksel ve cinsel ihtiyaçlarını karşılamaya programlanmış bir robot, kullanılan ve atılan bir çer-çöp olarak nitelendirilebilir. Utanç kaynağı olarak görülen kızlar daha doğar doğmaz veya 6 yaşına geldikten sonra diri diri toprağa gömülürlerdi. Yine babalarının mirasından pay almazlar, aksine kocası ölen kadın adamın varislerine miras olarak kalıyordu.

Yine evlilik meselesinde de kadının herhangi bir hakkının olmadığını erkeğin kendisi boşaması için bir gerekçe göstermek zorunda olmadığını görüyoruz. “hür kadın” sınıfına giren Mekke otokrasisinin kızları bile kocasını boşama hakkına sahip değildi. Bununla da bitmiyordu erkek karısını boşasa bile onun üzerinde ki egemenliği sona ermiyordu. İsterse kadının başka biriyle evlenmesini engelleyebiliyor veya boşadığı eşinin tekrar alabiliyordu.

Yine Ebu Cehil’in Kureyş kabilesi ile anlaşma yapan Evs kabilesinden birisine söylediği:”…karılarımızı ve kızlarımızı sizden esirgemeyelim.” Sözü, kadınların ticari bir meta olarak ta kullanıldığı ve mahremiyetleri olarak görülmedikleri örneği de gözlerimizin önünde durmaktadır.

Yine Mekkeli müşriklerin kadınlarını diğer erkeklerle değiş-tokuş etmeleri, erkek kardeşlerin bir kadınla evlenebilmeleri, aynı anda iki veya daha fazla kız kardeşle evlenebilmenin yasak olmadığı, üvey anneyle evlenmenin serbest olması gibi durumlar bu iğrençliğin hangi seviyede olduğunu gözler önüne sermekteydi.

Bununla beraber kadının değersizliği sadece geçmiş “cahiliye” döneminde kalmış bir uygulama değil. Bugünün modern “cahiliyesinde” de kadın aynı değer/değersizlikle karşı karşıya kalmaktadır. Tabi, nüans farklılıklarıyla. Mesela kız çocukları bugün diri diri toprağa gömülmüyor, lakin seküler bir yaşam tarzıyla yetiştirilen, çağdaşlaşma ve batılılaşma adına hayatına sınırsız özgürlük getirilen, erkek arkadaşlarıyla Paris’e, Londra’ya, Roma’ya gönderilen, yine helali olmayan erkeklerin evlerine rahatlıkla gönderilip medeniyet kılıfına sarılan ailelerde çocuklarını diri diri gömmüş olmuyor mu?

Kadının her seferinde cinsel bir obje olarak görülmesinin yanlışlığından dem vuranların, otomobil fuarlarında, açık –seçik defilelerde, magazin ve sosyete kokteyllerinde tamamen cinsel objeye dönüştüklerini görmezden gelmeleri nasıl izah edilebilir?

Yine kadının erkeğin kölesi değil, hür iradesiyle var olması gerçeğinin altını çizenler. Kadını olduğundan fazla gösterip aile müessesini yok ettiklerini ve bireysel yaşantıyı dayattığını görmüyorlar mı?

Oysa İslamiyet’te ki kadın anlayışı böyle midir? En temelde kadını bir emanet olarak gören, emaneti de sahibine aldığı gibi teslim etmeyi emreden bir inancın müntesibi olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, kadın İslam’da bulduğu değeri hiçbir yerde bulamamıştır ve bulması da mümkün değildir. Zira kadını en iyi tanıyan, onu yaratan Alemlerin sahibi olan Allah’tır.

En başta erkeğin ve kadının sınırlarını bildirerek onları uyarmıştır.” Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar…”4/34.Bununla erkeğin kadından üstün olduğunu değil, kadının merhamete muhtaç olduğunu ve Allah’ın onlara merhamet ettiğini görmekteyiz. Onun dışında Allah katında erke ve kadının bir farkının olmadığını ve onların Allah katında ki değerlerini de takva kıstasına bağlayarak cinsiyet merkezli bir yaklaşımın yanlışlığı açıkça ifade etmiştir. “Erkek veya kadın, kim mümin olur da güzel amellerden işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar da haksızlığa uğratılmazlar.”4/124

Yine boşanan kadınlara Mehir ve nafakaları vermeyi, hatta gönül hoşnutluğu ile vermeyi (4/4) uygun gören İslam, Erkeğin kadından boşandıktan sonra bile ona bakmakla mükellef olduğunu hatırlatmıştır. (Kadın affeder veya talepte bulunmazsa böyle bir zorunluluk yoktur.)

Erkeğin nasıl miras hakkı varsa, kızın da aynı şekilde varislerinden miras hakkı bulunmaktadır.  Yine kendisine seçme ve seçilme hakkı da verilerek cahiliye döneminde ki gibi “yok” hükmünde sayılmamıştır.

Ve yine en büyük zulüm olan diri diri toprağa gömülmelerin insani bir durum olarak görülemeyeceğini ifade edip bu uygulamayı ortadan kaldırmıştır.

 

Aynı değeri peygamber efendimiz döneminde ki uygulamalarda görebilmekteyiz.  Meselea hudeybiye antlaşmasında, antlaşmanın Müslümanların aleyhinde olduğunu düşünüp bunu kabullenemeyen Müslümanların, peygamberin: “kalkıp traş olmalarını ve kurbanlarını kesmelerini” emretmesine rağmen sahabelerin hareket etmemesi üzerine dönüp eşine: “Ey Ümmü Seleme! Nedir şu halkın tutumu? Onlara, ‘Kurbanlarınızı kesi­niz, başlarınızı traş ediniz’ diye tekrar tekrar söylüyorum; fakat hiçbiri emrime icabet etmiyor!” diyerek sahabelerin bu durumundan şikayet etmesi üzerine, Hz. Ümmü Seleme, “Yâ Nebiy­yallah! Bu işi yapmak istiyor musunuz? O halde, şimdi dışarı çıkınız; sonra, ta kur­banlık develerini kesinceye ve berberini çağırtıp o seni traş edinceye kadar as­haptan hiçbirisine bir kelime bile söylemeyiniz” dedi; arkasından da ilave etti: “Çünkü sen kurbanını kesecek ve traş olacak olursan halk da öyle yapar!”

Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz dışarı çıktı. Hiç kimseyle görüşme­den ve hiç kimseye bir şey söylemeden, ihramını sağ koltuğu altından çıkarıp sol omuzuna attı; kurbanlık develerini kesti ve berberi Huzaalı Hırâş b. Ümey­ye’yi çağırıp traş oldu.

Bunun üzerine sahabeler de derhal kurbanlık develerini kesmeye ve başla­rını traş ettirmeye başlamaları, kadının söz gücünü göstermesi açısında önemlidir.

Hz. Aişe (r.a) annemizin savaşta komutan olması ve hadis meselelerinde ve peygamber efendimizin uygulamalarında danışılan bir merci olması da İslam’da cinsiyet ayrımcılığının olmadığını, kadının da ilerlemesine mani bir durumun olmadığı kanıtlanmıştır.

Elbette bu tür örnekleri çoğaltmamız mümkün. Lakin “anlatacaklarınız karşınızdakilerin anlayabildiği kadardır” hadisini de hesaba katarak, malum çevrelerin ikna edilemez olduğunu da biliyoruz. Bununla birlikte son dönemlerde “muhafazakâr” kesimden gelip aynı hatalara düşen ve İslam’ın kadına verdiği değerin üstünde değer vermeye çalışanları da hayret ve ibretle izlemeye devam edeceğiz. Kadının kişiliğini ve inancını yansıtan tesettürü dahi siyasi malzeme haline getirip ondan rant elde etmeye çalışanların karşısında olmaya devam edeceğiz.

İslam’ın hassasiyet gösterdiği ‘aile’ olgusunun temel taşı olan kadını (aynı zamanda anneyi) evinden uzaklaştırma gayretkeşliği, kadın hakları kılıfı altında sürdürülmeye devam ediyor. Modern dünyanın dayattığı sekülerliği kadınlar üzerinden başlatmak, aynı zaman da ailenin tamamını seküler hale getirmek için yeterli bir çabadır.

İslam’ın kişiliğini ön plana çıkarttığı kadını, dişilik üzerinden pazarlamaya çalışan moderniteye karşı, yine rabbimizin ve onun elçilerinin yol göstericiliği rehberliğinde karşı çıkmaya ve kadının gasp edilen haklarının iadesi için bunları asli şartlara uygun bir şekilde dillendirmeye devam etmek gerekir.  Zira kadın’ın ölümü toplumun ölümüdür.