MÊFLUC KİMLİKLERİN ARAÇSALLAŞTIRDIĞI İSLAMCILIK TARTIŞMALARI

Yaşanan tüm gerçekliklere rağmen verili sistemde yaşamak zorunda kalan kişiler, gruplar/yapılar, mevcut rejimin niteliği ve küresel/bölgesel sistemdeki yeri ve misyonu konusunda bir bilince sahip değiller. Ya da İslami harekette hatalı yönt

VAN 9.09.2015 10:42:15 0
MÊFLUC KİMLİKLERİN ARAÇSALLAŞTIRDIĞI İSLAMCILIK TARTIŞMALARI
Tarih: 01.01.0001 00:00
Modern dünyada İslamcılık kavramı, Müslümanların oluşturdukları (özellikle) siyasi boyutları öne çıkan akımlar arasında olumlu veya olumsuz boyutlarıyla tartışıldı. İslamcılığın doğru bir kavramsallaştırma olup olmadığı tartışmalarının yanı sıra söz konusu kavramın altının nasıl doldurulması gerektiği yönündeki fikir yürütmeler konunun asıl önemli boyutuydu. Öyle ki İslamcılık kavramı, zaman zaman tevhidi uyanış/öze dönüş çabalarının ürünü İslami akımlar/İslami hareketlerin oluşum süreçleri için kullanıldı. Bazı kritik dönemeçlerde, özellikle de son dönemlerde ise “sistem-içi” mücadeleyle çıkış arayan ve “Siyasal İslam” olarakta nitelenen grup, cemaat ve partileri tanımlamada daha sık kullanıldı… Müslümanların “ilkesiz değişim” süreçlerinin bir sonucu olarak İslamcılık kavramı artık, ”Ilımlı İslam” diye nitelenen ucube bir çizginin farklı versiyonlarının “sistem-içi” kavgalarının enstrümanı ve sapkın pozisyonlarının meşrulaştırılması için araçsallaştırıldı. Zaten düşünsel ve siyasal duruşları sorunlu ve referansları net olmayan bahse konu kesimlerin/yapıların, belirgin bir savrulma yaşamalarıyla gelinen aşamada birileri, ”İslamcılık bitti”/”durduruldu”, dahası “İslamcılık öldü” iddiaları gündeme taşındı. Belirli zamanlarda da bu söylemler ısıtılıp ısıtılıp önümüze kondu…


“Müslümanların Sorunlu Tarihi”nden günümüze kadar taşınan ve düşünsel-siyasal duruşlarında netlikten uzak bu anlayışlar, hatalı yöntem tercihleriyle konunun farklı düzlemlerde tartışılmasına, gündeme gelmesine neden oldular. Ve bunlar değişen dünya ve bölge şartlarının ortaya çıkardığı vasatta, küresel küfrün “İdeolojik Savaş” tekniklerinin, Müslümanların zihnini kuşatmaya yönelik projelerin aktörleri/unsurları, taşeronları olarak önemsendiler…


Malum küresel sistemin düşman konsepti (kavramı) değişti. Egemen güçler, mutlaka kontrol etmek zorunda olduklarının bilinciyle Müslümanları iki ana kategoride değerlendirdi. Daha doğrusu Müslümanları bu iki kategori içine hapsetmek amacıyla tasnif dışında kalan, düşünsel ve siyasal duruşlarıyla onlar için tehdit olabilecekleri şimdilik yok sayarak, görmezden gelerek uzaktan takip etmeyi yeğlediler. ”Ilımlı” ve “Radikal” olarak tasnif ettikleri anlayışları ise değişik versiyonlarıyla kendi projeleri, temel stratejileri için elverişli/kullanışlı nitelikleriyle hep ön plana çıkardılar. Birinden uzaklaşanın tek alternatifinin diğeri olması için her türlü çabayı sarf ettiler. Halen bu yöndeki manipülatif çalışmalarını, algı yönetimi teknikleriyle bu tasnifin kabulü ve derinleştirilmesi yönünde her şeyi yapmaktadırlar…Kaba bir bakış açısıyla bunlardan birisi “sistem-içi”, diğeri ise ”sistem-dışı” olarak lanse edilmeye çalışılmakta. Ancak, dikkatli bir bakış ve süreç analiziyle konuya yaklaştığımızda, aslında, her ikisinin de küresel sistemin açtığı alanda ve söz konusu sistemin mantığıyla (telif edici veya reaksiyoner) şekillendikleri rahatlıkla görülecektir. İkisinin de düşünsel ve siyasal temel yaklaşımları ve duruşlarıyla İslam’ın temel kaynağı ile bağlantılarını güçlü tutmak yerine hedeflerine kilitlendikleri nettir. ”Ilımlı” olanı, küresel sistemin uzantıları olan yerel sistemlerin yönetimlerine talip olarak güya “tedrici” bir çıkış ararken diğeri ise güya verili sisteme meydan okuma niyetinde gözükse de reaksiyoner ve tekfirci mantıklarıyla stratejik süreçlerden çok taktik operasyonlarla öne çıkmakta. Bu durumun en üzücü boyutu da, söz konusu bu yönelimlerini destekleyen reaksiyoner yaklaşımları dışında ilkesel argümanları bulunmamakta. Aynı zamanda yeterince örgütlü olmamaları nedeniyle küresel sistemin ve konjonktürel şartların ortaya çıkardığı alanları kullanarak hedeflerine ulaşabileceklerini zannederlerken hemen hemen hepsi, oyun kurucu güç odakları için kullanışlı yapılar haline geldiler. Yani her ikisi de Kur’an’a, Kur’an’daki örneklikleriyle Resullerin yolundaki ilkesel hususları görmezlikten gelerek yeni bir yol üretmeye, kısa yoldan hedefe varmayı yeğlemekteler…


Yukarıda özetlemeye çalıştığımız bir dünyada, öncelikle ana referanslarıyla ilişkileri sorunlu/aracılı olan, “uzlaşmacı” ve “reaksiyoner” nitelikleriyle öne çıkan yapılar, zaten sorunlu olan düşünsel ve siyasal duruşlarındaki savrulmalarla adeta Mefluc olmuş kimliklerden müteşekkil kuşatılmış organizasyonlar haline dönüştüler. Gerek küresel odaklarla ilişkileri ve gerekse de yerel sistemlerle iç içe hale gelmeleri nedeniyle “sistem-içi” mücadelelerde/kavgalarda zaman zaman yan yana yürürken gerektiğinde de karşı karşıya gelmektedirler. Özellikle karşı karşıya geldiklerinde de, “Devletin İslamcıları” üst başlığı altında yorumlanabilecek tartışmalarıyla İslamcılığı araçsallaştırarak kendi taraflarını meşru, rakiplerini gayrimeşru ilan etmeye çalışmaktan başka çıkış görememekteler…


Sadece “iktidar” mücadelesi verdikleri rejimlerde değil, daha derin bir bakışla, küresel düzlemde de sistemin birer parçası olmaları mücadele yöntemlerinin gereği söz konusu parti ve “Cemaat”, birbirlerini “proje ürünü” olmakla suçlamaktadırlar.


Taraflardan biri, “Cemaat ve tarikatlerden hazzetmeyen siyasal İslamcı ideolojinin derin devlet için son derece kullanışlı hale getirilmesi kolay bir proje değildir.” derken, kendisi eski Türkiye-yeni Türkiye/eski dünya-yeni dünya strateji savaşlarının neresinde, hangi pozisyonda olduğunu düşünmek bile istememekte. İç ve dış odakların, dönemsel gelişmelerinde zorlamasıyla ortaya çıkan vasatta, 2002’den sonra birlikte hareket etmek durumunda kalan, 2010’dan önce bazı emareleri gözükse de özellikle MİT krizi ile görünür hale gelen derin farklılıklar tarafları hızla karşı karşıya getirdi. Sistem içindeki pozisyonlarının önemi ve iç ve dış odaklarla derin bağlantılarının doğal sonucu olarak, dünyadaki değişim süreci ve bunun bölgedeki seyrine konjonktürel müdahale zorunluluğunun küresel güçlerce hissedilmesiyle tarafların sistem içindeki ve küresel düzlemdeki konumları netleşmiş oldu. Ve gelinen bu çizgide taraflardan birinin, özellikle “kuşatılmış” zihinlerin kontrolündeki “rehin alınmış yapı” olarak hareket etmek durumunda kalması, diğerinde yeni Türkiye’nin siyasi aktörü olarak kazanımlarını ve geleceğini koruma refleksi çalışmayı derinleştirdi. Bir “Cemaat” ile siyasi partinin çatışmasının ötesinde “Stratejik Akıl” ile “Üst Akıl”ın stratejik mücadelesinin alt katmandaki görünümüne evrildi…  


   “Rehin Alınmış Yapı”ların Ölçüsüz Savaşları

Hiç şüphesiz bahse konu ibretlik “sistem-içi” mücadele bağlamında gündeme düşen tartışmalarla ilgili bazı alıntıları ve hatırlatmaları dikkatlerinize sunduğumuzda yaşananların vehameti daha net bir şekilde anlaşılacaktır. Bunu yaparken özellikle isim vermemeye çalıştık. Zira bu “sistem-içi” kavgaya bizlerin taraf olması söz konusu bile olamazdı. Bizleri burada ilgilendiren boyut, İslam adına mücadele verdiklerini iddia edenlerin nasıl bir zihniyete sahip olduklarını ortaya koymak ve ilkesel kaygılarını kaybetmiş “mefluc kimliklerin” içine düştüğü durumu ibret alınsın diye dikkatlerinize sunmaktır… Küresel ve yerel düzlemde aynı sistemin içinde “iktidar” mücadelesi veren tarafların, savruk düşünsel çizgileri ve gayrı meşru duruşlarına rağmen, hala kendilerini İslami bir dil ile meşrulaştırmaya çalışmaları ve bunu yaparken de ölçüsüzlüğün ve tutarsızlığın dibe vurduğu vasatta boğulduklarını görmek gerçekten manidardır…


“… Çöken İslamcı bir proje değil otokritik bir yönetimdi. Saraylarda ancak saltanat kurulur İslam devleti değil.” ifadeleriyle rakiplerine gönderme yapan malum zihnin ürettiği kimlik, kavramsal ve düşünsel hiçbir tutarlılığa sahip olmayan ölçüsüz üslubuyla devam ediyor…” İslamcılığın muhalif bir ideoloji olduğunu iddia ettikten sonra düzenin dışladığı, ezdiği, iktidara yaklaştırmadığı yükselişte olan elit grup, dindarlığın sıcak iletişim ağını keskin bir ideoloji aracılığıyla politik kadrolara bağladığı zaman ortaya İslamcı hareket çıkıyor.” diyerek kendini ele veriyor. “İslamcılık din dışı dünyanın Marksizm ve Liberalizm gibi dinin ideolojik bir yorumu” diyen bu zihniyet, geçmişte Abant Toplantıları’nda (dergimizin nitelemesiyle Abant Konsili’nde) birlikte hareket ettikleri, şimdilerde ise karşıt pozisyonlarda yer aldıkları, aynı zamanda siyasi iktidarın itibar ettiği ünlü bir “ilim adamı”nın sözlerini eleştirilerinde kullanıyor. Söz konusu ünlü diyor ki, “İslamcı bir düzen kurana kadar-“ geçici ve şartlı olarak “-İslam’a hizmet eden siyasi iktidara destek olmak”…, ”İşte bu kadrolar asıl davalarını unutmadıkları, ondan asla vazgeçmedikleri, mevcut şartların elverdiği ölçüde davalarına hizmet ettikleri sürece “İslamcılık davasından döndükleri, davaya hıyanet ettikleri, bu manada İslamcılığın öldüğü” söylenemez, söylense de isabetli olmaz”… Şimdi daha iyi anladınız mı, bizim “Müslümanların Sorunlu Tarihi” derken ne demek istediğimizi ve söz konusu anlayışı günümüze taşıyanların bugünkü manzaradaki paylarını…


Müslümanların düşünsel savrulmalarında büyük payı olan, “ilkesiz değişim” sürecini entelektüel bir dille gizlemekte mahir olan ve “sistem-içi” mücadeleyi meşru göstermek adına her türlü gayreti gösteren malum birinin, ‘herkesi kirli, sadece kendisini temiz gösteren’ ifadeleriyle devam edelim aktarmamıza…


‘Türkiye’de din, DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) kanalıyla laik devletin çeşitli versiyonlarıyla (“Jakobeni”,Ilımlısı” ile) farklı yöntemlerle de olsa kontrol altında tutulmaktadır. Yani Batı’da olduğu gibi T.C.’nde de din, devletin izin verdiği çerçeve içinde kendine legal bir zemin bulabilir.” …Ve “Yaşamda dini referans almayan laik devlet, Cuma hutbelerini kendi adına/izniyle okutmaktadır.” ifadelerini, kendi çarpık düşünce sistematiği içinde bir yerlere oturtmaya çalışacağından hiç şüphe duymadığımız malum entellektüel İslamcı akımların devletle kurdukları ilişkide rol oynayan faktörleri, üst perdeden dört maddede özetlemekte ve bizleri birikimlerinden mahrum bırakmamakta,

“1) Devletin öteden beri İslami grup, akım ve cemaatlere yerleştirdiği elemanların                                                     yeri gelince harekete geçmeleri;

2) Zaten himmeti dünyada olan İslamcıların önlerine konulan nimetler karşısında devlete kolayca entegre olmaları,

3) Siyasi görüşü devlet merkezli olan İslamcıların iktidar fırsatını yakaladıklarında kolayca devletin politikalarını içselleştirmeleri,

4) Müslümanların devletle ilişki kurmanın kendilerine zaman içinde ‘kazanım’ getireceğini düşünmeleri. Türkiye pratiğinde her dört faktörde rol oynamış bulunmaktadır.”(!?)


Aynı entellektüel, devletin ne anlama geldiğini, derin devlet, paralel devlet vb. kavramlarına vakıf olmasına rağmen ve kendisinin de içinde yer aldığı tüm yaşananlara rağmen hala “Neden devletin İslamcısı olmadım?” diye sorabiliyor. Benzer zihniyete sahip diğerleriyle birlikte; ‘bizler devletin malum tekliflerini reddettik, ama diğerleri bu tezgaha düştüler; bizlerde bunu biliyoruz’ diyorlardı, özet olarak. Ve devletle malum ilişkiler hususunda bizleri bilgilendirmeye devam ediyordu…


“İslami camia içinde devletin eleman kullanması kadim teamüllerdendir. Sadece İslamcıların dini gruplar içinde değil, her siyasi hareketin içinde bu türden elemanlar var. Sol, sosyalizm, milliyetçi, sağcı, liberal, mezhep endeksli hareketlerde devlet adam bulundurur. Dahası devlete karşı silahlı mücadele veren örgütlerde bundan hali değildir.”


Son olarak, Şerif Mardin’e dayandırdıkları, “AK Parti iktidarı Kemalizm’in başarısıdır.” alıntısıyla taraflardan biriyle ilgili alıntı ve değerlendirmeleri bitirirken şu notu düşmeden geçemeyeceğim: Peki rakiplerimiz böyle, ya siz Kemalist sistemin neresinde duruyorsunuz, bir fikriniz var mı?


“Müslümanların değerleriyle Batılı değerleri telif” zemininde buluşan, ancak sistem içindeki konumları, birlikte hareket ettikleri yerel ve küresel güçlerin farklılığı nedeniyle çoğu zaman dönemsel çatışmaların belirginleştirdiği derin ayrılıklar taraflardan diğerini ve zihniyetini, Türkiye ve bölgedeki misyonuyla göz önüne getirmemizi kolaylaştıracaktır. Söz konusu zihniyet, her ne kadar diğerlerinin son zamanlarda ortaya saçtıkları gibi kaba, belirgin açıklar vermese de, hatta zaman zaman insanımızın hissiyatına hitap eden, ama tüm boyutlarıyla irdelendiğinde yanıltıcı olduğu anlaşılabilen söylemleriyle tanıyabiliriz. Kaba zulme karşı, çok açık tavırlarına rağmen geçmişleri nedeniyle çok iyi bildikleri sofistike zulme (şeytanın sağdan yaklaşması…) sessiz kalmakta, hatta bu tür zulmün aktörlerinden biri olmayı neredeyse içselleştirmiş durumdalar…


‘Kazan dibin kara, seninki benden kara’ sadedinde değerlendirilebilecek bahse konu İslamcılığın araçsallaştırıldığı tartışmalarda malum zihniyetin diğer boyutu da “sistem-içi” mücadele yöntemini tek çıkış olarak kabullenmekte, sistemi tedrici olarak dönüştürme hülyasıyla girdikleri bu yolda neredeyse sistemin “ılımlı” versiyonunun yeni bir parçası, iflas etmiş paradigmanın yerine ikame edilen yenisinin en etkili unsuru olarak hem bu coğrafyadaki insanlarımızı, hem de tüm Müslümanları küresel sisteme entegre etme sürecinde “model”lik yapmaktadır. Bunlarla ilgili alıntı ve değerlendirmeler yapmakta mümkün. Ancak Türkiye’de son dönemde yaşananlar, görmek isteyen gözler için sanırım yeterlidir. Bahse konu tartışma düzleminde ise AKP/AK Parti’de çıkış arayan entellektüeller, üst düzey bürokratlar ve onlara destek veren kanaat önderlerinin, mevcut rejimle ilgili değerlendirmelerine kısaca göz atmak yeterli olacaktır. Sürecin başlangıcına göre sayıları azalsa, küçük bir kısmına hala ihtiyatla yaklaşıp netleşmelerini temenni etsekte büyük bir kesimi yukarıda alıntıladığımız “fetva”lara yaslanarak kabul edilemez anlayışları ve “duruş”ları savunmaktan çekinmemekteler. Dahası söz konusu “sistem-içi” savaşın önemli operasyonlarından biri olan 17-25 Aralık Operasyonu’nda; MİT, Halk Bankası vb. rejimin önemli kurumlarını cansiperane savunurlarken kullandıkları dil manidardır. Yeni Türkiye ile omuz omuza mücadele verirken de bazıları sistemin niteliği hakkında bir sorgulama yapmak şöyle dursun, kendilerini gelişmelerin akışına kaptıranlar, NATO üyesi Türkiye’nin müttefikleriyle bazı anlaşmalar yapması ve bunun gereğini yerine getirmesine “isyan”/feveran ettiler…


Söz konusu zihniyete yakın duran malum gruplardan birine göre; ‘reel siyaset ile AK Partiyi tasfiye etmeye çalışmaktalar. Ve bu operasyonların arkasında neo-con’lar, küresel sermaye ve bunlarla bağlantılı iç ve dış odaklar var… Tasfiye edilen eski Türkiye; oligarşik, vesayetçi, tepeden inmeci, baskıcı nitelikleriyle yeniden güçlendirmek istemekteler’… Oysa durum hiçte ”sistem-içi” bakış açısıyla görüldüğü gibi değil. Daha doğru bir ifadeyle, yeni Türkiye tasfiye edilmeye değil, bilinen odaklarca zayıflatılmaya, burnu sürtülmeye çalışılmakta. Ama bu Türkiye’nin de içinde yer aldığı küresel ve bölgesel sistemin kendi iç mantığı içinde hareket eden dinamiklerle gerçekleşmektedir. Bu bağlamda yeni Türkiye’nin stratejik önemi, bölgedeki yeni misyonunun kendisine açtığı alanlarda etkin bir rol oynamaktır. Süreç içerisinde daha da önemli bir güç haline gelecektir. Zaten sorunda yeni Türkiye’nin kendisine açılan alanı etkin bir şekilde kullanmasından, bazı güç odaklarının, rahatsızlık duymasının bir tezahürüdür. Nitekim sürecin en kritik aşamasında küresel odaklar arası bazı mutabakatlar, yeni Türkiye’nin sürecin en kritik aşamasında ABD ile bölgedeki tıkanmanın kilidini açan bir anlaşma yapmasını mümkün kılmıştır. Bir çok çevreyi şaşırtan bu anlaşma, aslında beklenilen bir gelişme olduğu ve son planda, ABD ile Türkiye, bazı anlaşmazlıklarına rağmen bölgede kontrolün kaybolmasına müsaade etmeyeceklerini bir kez daha göstermiştir. Yani küresel satrançta Türkiye yalnız değildir. Dahası “Ilımlı İslam” ideolojisinin model ülkesi olarak vazgeçilmez bir güçtür. Dönemsel gelişmelerin yakıcı ve aldatıcı boyutları bizleri aldatmamalıdır…


Değişen bölge ve dünya dengelerinin küresel ve yerel düzeyde güç ve çıkar mücadelelerini yoğunlaştırdığı bir vasatta, adeta bir kimlik krizi yaşayan malum çevrelerin, dünya istikbarının ürettiği senaryoda hangi rolü aldığı, kazanımları ve kayıplarının neler olduğuna bakmadan, kuşatılmış zihinler ve rehin alınmış yapılar olarak, kendi pozisyonlarını meşrulaştırıcı, karşı cepheyi mahkum edici bir söylem geliştirmeleri aldatıcıdır, manipüle edicidir. Yaşanan tüm gerçekliklere rağmen verili sistemde yaşamak zorunda kalan kişiler, gruplar/yapılar, mevcut rejimin niteliği ve küresel/bölgesel sistemdeki yeri ve misyonu konusunda bir bilince sahip değiller. Ya da İslami harekette hatalı yöntem tercihlerinin bir sonucu olarak, küfür/şirk sistemlerindeki duruşları sorunlu olmaya devam etmektedir. Bu gerçeklik hala “İslamcı” akımların devletle kurdukları ilişkileri, temel yanlışlarını sorgulamalarını mümkün kılmamaktadır. Halihazırda sisteme entegre olmuş grupların “sistem-içi” savaşlarının niteliği ve boyutu da insanımızı uyandırmamış gözükmektedir…

“Mefluc Kimliklerin Araçsallaştırdığı İslamcılık Tartışmaları” ve/veya “sistem-içi” mücadelenin taraflarından biri olmak Müslüman’ın duruşu olmamalıdır. Düşünsel ve siyasal duruşlarında netleşmiş, yöntem tercihinin İslami mücadelede ne kadar önemli olduğunun bilinciyle “Resuller’in Yolu”nun ilkesel boyutlarını hayatına taşımanın gerekliliğine inananlar, kalabalıklarda doğruyu aramaktan vazgeçip mihengi belli olan hakikat arayışına devam etmelidir. Emin olun ki sonuç hayır olacaktır. 
iktibasdergisi