MANSUR’UN TANRILAŞMA VE ŞEYTANLAŞMA SERÜVENİ.

* YEZİDÎ’LERİN KUTSAL KİTAPLARI KİTAB’ÜL CİLVE (TANRISAL AÇIKLAMA KİTABI) İLE MUSHAF’A REŞ (KARA KİTAP)(s.71)

VAN 27.08.2017 12:50:00 0
MANSUR’UN TANRILAŞMA VE ŞEYTANLAŞMA SERÜVENİ.
Tarih: 01.01.0001 00:00
Hallac-ı  Mansur,  bazı  konularda,  çelişik  savlar  öne  sürmüştür;  bazan  kamutanrıcılıktan  yana  (panteizm)  çıkar,  bazan  da  yalnız  seçkinlerin  Tanrıya  ulaşabildiğini  söyler.  Ona göre,  Tanrıdan  başka  varlık  olmadığı  için,  «ben  filâncayım» demek,  Tanrının  karşısına  ayrı  bir  varlık  olarak  çıkmak amacı  taşır  ve  yanlıştır;  bu  yüzden,  « ben  Tanrıyım »  demek gerekir. 
( Hallac-ı Mansur. TAVASIN «Ene’l-Hak (:Ben Tanrıyım)». Çeviren YAŞAR GÜNENÇ .3.  Basım. yaba yay. İSTANBUL)

Ebu’l  Muğis  el-Hüseyin  bin  Mansur  el-Hallac,  857  yılında  İran’ın  Tur  kasabasında  doğdu.  Dedesinin,  Zerdüşt  dininden  olduğu  söylenir. Tasavvuf  eğitimi  gördükten  sonra Huzistan’da,  Tanrıyla  birleşme  yolunu  öğretmek  amacıyla konuşmalar  yapan  Mansur,  birçok  yandaş  topladı  ama  o  kadar  da  düşman  edindi.  Kendisini  yalancılıkla  suçlamaları  ve halkı  kışkırtmaları  yüzünden,  Horasan’a  gitti;  orada  beş  yıl kalıp  görüşlerini  yaydıktan  sonra  Bağdad’a  geldi.  Müritlerinden  dört  yüz  kişilik  bir  kalabalıkla  Hacca  gitti;  Mekke’de onu  büyücülükle  suçladılar. O  zaman,  yeniden  uzun  bir  yolculuğa  çıktı;  Hindistan  ve  Türkistan’da  yıllarca  dolaştı;  902 yılında  Mekke’ye  geldi.  Arafat’ta,  kendisini  herkesin  aşağılamasını  Tanrı’dan  diledi.  Bağdat’da  «kendi  cemaati  uğruna lânetlenmiş  olarak  ölmek»  isteğini  açıkça  dile  getirdi:  «Ey Müslümanlar,  beni  Tanrı’dan  kurtarınız.»,  «Tanrı,  benim  kanımı  size  helâl  etmiştir;  beni  öldürünüz!»  diye  çağrıda  bulunuyordu.(1)  Düşmanları onun idamını istiyorlardı; bu sırada “Enel  Hak” (Ben  Tanrıyım)  dediği  söylenir.  Müritleri  tutuklandı.  Kendisi  de  tutuklanıp  dokuz  yıl  süreyle  hapsedildi. «Ta  Sin  el-Azal»  ve  «Miraç»  adlı  yapıtlarını,  bu  tutukluluk yıllarında  yazdı.  922  Yılında  ölüm  cezasıyla  yargılandı. Kendisini  astılar,  sonra  başını  kesip  bedenini  yaktılar  ve küllerini  minareden  Dicle’ye  attılar.  «Mucizeler  göstermek, Tanrı’nın  gücünü  ele  geçirip  kötü  amaçla  kullanmak,  Tanrıyla  insan  arasında  aşk  bağlantısı  kurulabileceğini  öne  sürmek»,  ölüm  cezasının  gerekçeleriydi.  Mansur’un  idam  edilmesi  sırasında  yandaşları,  büyük  bir  ayaklanma  gerçekleştirdiler. «Bir  kere  her  vücudun  vahdet  içinde  olduğu  fikri  kabul olununca,  mutassavvıf  kendini,  hem  Müslüman,  hem  kâfir olarak  görür(…)  ‘Ben  Tanrıyım’  demek,  idam  cezasını  getirdiğinden,  Sufizm,  darağacını,  Hıristiyanların  Haç’ı  yorumladıkları  şekilde  tefsir  ettiler;  yani  (başı  kesilmeden  önce  darağacına  çekilen  Mansur  gibi)  dar  ağacına  yükselme,  ‘sema ya  huruç  etmek’tir.(…)  Mansur’un  asılması  -yahut  haça  gerilmesi-  Asılmış  Allah  efsanesi  gibi  çok  eski  misallere, İsa’nın haça gerilmesine benzer. » 2 Doğu  yazınında  ve  düşüncesinde,  Hallac-ı  Mansur’un etkisi  büyük  oldu.  «Hallac’ın  gönlüne  düşen  ateş,  benim  de yaşamıma  düştü»  diyen  Feridüddin  Attar,  «Bîsernâme»’de şöyle yazdı: “Ben  Tanrıyım.”  Mevlana  Celalettin  Rumi  de  mansur’dan  etkilenmiştir.  Yunus  Emre,  Nesimî,  Pir  Sultan  Abdal,  Kaygusuz  Abdal  Türk  yazınında  onun  izleyicileridir. Kaygusuz Abdal “Budalanâme”sinde şöyle yazar:
* Muhît-i zevrak menem, Hak menemdür,Hak menem .
* Tamu vü uçmağ menem, cümle mekân bendedir.
* Evvel ü Âhir menem, Gani vü fakîr menem.
*Zakir ü mezkûr menem, küfr ü iman bendedir.
* Cümleye mabud menem, Kâbe menem, put menem.
* Adem’e maksûd menem, işde fulân bendedir.»
Yine «Budalanâme»’de:
* Hâlik’in  emri  beni  kûze-ger  balçığı  gibi  devrânın  çarhı üzerine  koyup  dolab  gibi  döndürdü…
* Gâh  beni  kûze  dizdi… Gâh  saraylara  kerpiç  eyledi..
* Gâh  insan  eyledi,  gâh  hayvan eyledi.
*  Gâh  nebat,  gâh  maden  eyledi.  Gâh  yaprak,  gâh  toprak  eyledi..
* Nice  bin  kerre  isimler  ve  lâkablar  urundum.
*  Nice bin kene türlü sûretlerden göründüm. »
Hallac-ı  Mansur,  bazı  konularda,  çelişik  savlar  öne  sürmüştür;  bazan  kamutanrıcılıktan  yana  (panteizm)  çıkar,  bazan  da  yalnız  seçkinlerin  Tanrıya  ulaşabildiğini  söyler.  Ona göre,  Tanrıdan  başka  varlık  olmadığı  için,  «ben  filâncayım» demek,  Tanrının  karşısına  ayrı  bir  varlık  olarak  çıkmak amacı  taşır  ve  yanlıştır;  bu  yüzden,  « ben  Tanrıyım »  demek gerekir. Mansur’a  göre  Tanrı,  ışık  (nur)  olarak  görünür.  Bu inancın  kökleri,  binlerce  yıllık  bir  tarihe  sahiptir.  Eski  Mısır’da  Tot  (Yunanlıların  deyişiyle  Hermes)  inancına  göre ruhlar,  parlak  bir  ışık  kaynağı  olan,  ölümsüzlük  yeri  Zuhal yıldızından  koparak,  ölümlülük  yeri  dünyaya  düşerler.  Dünyada sınavdan başarıyla geçen ruh, Zühal’e geri döner.3
Yine  eski  Mısır’da,  Ptah  inancına  göre:  «Ptah,  var  olan her  şeyi  yaratmıştır.  Ondan  önce  var  olmak  ya  da  var  olmamak  yoktu…  O  zamanlarda  ölüm  yoktu…  Birisi,  kendi  kendine hareket ederek nefessiz soluk alıyordu. Başka tarafta hiçbir  şey  yaşamıyordu.  Başlangıçta  karanlıklar,  karanlıkları örtüyordu.  Boşlukta  birisi,  var  olma  durumuna  geçerek  ışınım  gücüyle  yaşamaya  başladı.  Bundan  sonra  Ptah,  yaratma işlemini gerçekleştirmiştir.4
Mansur’da  Hurufilik  inancı  da  vardır.  Harflere  kutsallık yükleme,  onlardan  anlamlar  çıkarma  demek  olan  Hurufilik, Pitagoras’çılığa  ve  Yahudi  Kabala’sına  dayanmaktadır.  Bu anlayışa  göre,  elif  harfi,  «Allah»  adının  ilk  harfi  olup,  Tanrı’nın  varlığını  simgeler.  Tüm  harfler  ve  biçimler  gibi  elif de,  noktanın  uzantısı  olduğundan,  Tanrının  ilk  belirmesi (madde dünyasında görünmesi) nokta biçimindedir. Mansur,  Tanrı’nın,  Muhammed’in  bedeninde  sonra  da kendi  bedeninde  belirdiğini  öne  sürer;  bu  Hıristiyanlığın Tanrı İsa anlayışıdır. Mansur,  Tanrı’nın,  Muhammed’in  yüreğini  nurlandırdığını  (yüreğin  kutsallığı),  yine  Muhammed’in  ve  kendisinin ağzından  konuştuğunu  (sözün  kutsallığı)  savlamaktadır.  Yüreğin  (gönlün)  ve  dilin  (sözün)  kutsallığı,  Eski  Mısırda  da kabul edilmiştir: «Ptah,  yaratmak  istediği  tanrılar  ve  varlıkları,  ilk  önce kalbinde  tasavvur  etmiş  ve  dille  (kelamıyla),  arzuladığı  şeylerin  olmasını  sağlamıştır.  Böylece  Ptah’ın  değişik  görüntüleri  olan  tanrılar  dünyaya  gelmişlerdir…  Ptah’la  birlikte  dilin ve  kalbin  diğer  organlardan  üstün  olduğu  ve  insan  düşüncesinin  merkezinin  kalp  olduğu,  onun  tasavvurunu,  dilin  yürürlüğe  koyduğu  düşüncesi  yerleşmiş  oldu…  Karnak’taki  Amon tapınağında  Ptolemeler  devrinden  (M.Ö.  306-168)  kalma  bir metin,  bize  Tanrı  Ptah’ın,  gerçekleşmesi  gereken  şeyler  için ‘Ol’  deyince  hemen  gerçekleştiğini  iletmektedir.  Bu  da,  Tanrı’nın, kalbiyle tasavvur ettiğini kelamıyla yürürlüğe koyduğunu göstermektedir.»5
Hallac-ı  Mansur,Şeytan’ı  yüceltir.  Ona  göre,  iyiyi  tanımak  için,  kötüyü  bilmek  gerekir.  Şeytan,  insanları  bu  yönde eğitmektedir.  Yezidiler, Mansur’a  büyük  saygı  duyarlar.  Yezidilerin  bir  inancına  göre:  «Hallac-ı  Mansur  idam  edildiğinde ruhu,  bedeninden  ayrıldı  ve  suların  üzerinde  uçmaya koyuldu.  Rastlantı  sonucu,  kızkardeşi,  su  almaya  geldi;  testisini  Dicle’nin  suyundan  doldurdu;  erkek  kardeşinin  bu  testiye  girdiğini  farketmedi;  eve  döndüğünde  susadı  ve  bu  testiden  su  içti.  Böylece  Mansur’un  ruhu,  onun  bedenine  girdi; önce  onun  erkek  kardeşi  iken,  şimdi  oğlu  oldu.  Bu  olaydan dolayı  Yezidiler,  ağzı  tülbentle  kapalı  olmadıkça  hiçbir  dar ağızlı kaba, su doldurup bundan içmezler.»6
Yezidilerin  daha  önce  Türkçe’ye  çevirdiğimiz  kutsal  kitapları  « Mushaf’a  Reş »  ve  « Kitab-ül  Cilve »  ile  « Şeyh Hâdî’nin  İlâhisi »  konuya  açıklık  getirmesi  açısından,  bu  kitaba alınmış bulunmaktadır.
Mansur’un  Arapça  yazmış  olduğu  Tavasin,  Ayşe  Abdurrahman  tarafından  İngilizceye  çevrilmiş  biçimiyle,  Pakistan’ın  Lahor  kentinde  1978  yılında  yayımlanmıştır.  Biz bu  İngilizce  metni  Türkçeleştirirken,  Mansur’un  özel  evrenine  ilişkin  oldukları  ve  çevrilemeyecekleri  gerekçesiyle Arapça  asılları  İngilizce  metinde  korunan  sözcükleri,  bu  ilkeye uyarak, çevirmeden, Arapça asıllarıyla bıraktık.
YAŞAR GÜNENÇ
* HALLAC-I MANSUR’UN VASİYETİ.(s.66).
” Hallaç (r.a.) şöyle dedi: Ey  kavmim,  Allah,  beni  benden  alınca  ve  beni  ben den  yok  edince,  sonradan  olan  varlığımın  nitelikleri darmadığın  oldu.  Sultan  olan  Allah  kıdemiyle  (ezeliliği ve  ebediliğiyle)  ortaya  çıkınca,  sanki  benim  sonradan ortaya  çıkan  varlığım,  hiç  var  olmamış  gibi  oldu.  Ve ezelilik  ve  ebedilik  daima  baki  kaldı.  Sonra  benim  enaniyetim  (benliğim),  onun  enaniyetinde  (benliğinde  fani (yok)  oldu.  Ve  benim  hüviyetim  (kendiliğim)  onun  hüviyetine (kendiliğine) karıştı. Ve  nasutiliğim  (beşeri varlığım)  onun  lahutiliğinde  (ilahi  varlığında)  darma dağınık  oldu.  Sonra,  bakındım  ve  O’ndan  başka  hiçbir şey  göremedim.  Ve  O’ndan  başka  hiçbir  şey  işitmedim. Ve  konuştuğumda  O’ndan  başka  hiçbir  şey  dile  getirmedim.  Ve  dedim  ki,  “Ene  Hüve  (Ben  O’yum)”.  Şayet ben  “Ene’l-Hak”  (Ben  Hakk’ım)  deseydim,  Hakk’tan ayrılmamış  olurdum.  Çünkü  onun  sevgisi  üzere  ben Hakk’ım.  O  ise,  kendi  mülkiyetinde  Hakk’tır.  Ben  sarhoş  ve  daha  sonra  da  onun  sırrı  üzerine  bulundumsa, benim  vecdim  onun  vücuduyla  (varlığıyla)  kesinlikle iç içe  geçmiş  demektir.  Ve  benim  sınırım  O’nun  varlığı üzere olmuştur.”
* YEZİDÎ’LERİN KUTSAL KİTAPLARI KİTAB’ÜL CİLVE (TANRISAL AÇIKLAMA KİTABI) İLE MUSHAF’A REŞ (KARA KİTAP)(s.71)
Yezîdîlik,  Hâricîliğin  İbâziyye  Mezhebinden  türeyen  ve  zamanla  ayrı  bir  din  sayılan  koludur.  Şeytana tapmakla  da  suçlanan  Yezidîlik,  gerçekte  vahdet-i  vücut  (varlığın  birliği)  inancına  sahip  bütün  tasavvuf  tarikatları  gibi  her  şeyi  bu  arada  Şeytan’ı  da  Tanrı  sayan bir inançtır. Melek  Tâvus  dedikleri  Şeytan, yezîdiliğe göre,  Tanrı’nın  celâl  (kızgınlık)  niteliğinin  varlaşmasıdır. Yezîdilerin  asılları  Kürtçe  olan  Kitâb’ül-Cilve  ve Mushaf’a  Reş  adlı  iki  kutsal  kitabı  vardır.  Kitâb’ül Cilve’nin,  kurucu  Yezîd’in,  geleceğini  haber  verdiği  yeni peygamber  Şeyh  Hâdî’ye  (XII.  yyıl)  Melek  Tâvus (şeytan)  tarafından  vahyedildiğine  inanırlar.  Mushaf’a  Reş  ise  Şeyh Hasan bin Hâdî tarafından yazılmıştır. Bu  ilginç  inanışın temeli  iki  kitabı  olan  söz  konusu metinler  ve  Şeyh  Hâdî’nin  İlahisini  yayımlamakla,  toplumumuzda  çok  az  bilinen  bir  inanışa  ışık  tutmak,  Anadolu’nun  kültür  mozaiğinde  yer  alan  bir  rengi  sergilemek istedik.
Yaba Öykü Dergisi, S. 76
(1) «Hallac-ı Mansur» (Prof. Dr. A. Schimmel; Çev. Sofi Huri; İstanbul, 1969)
(2) aynı yapıt(eser)
(3) Dünya İnançları Sözlüğü; Orhan Hançerlioğlu (Remzi Kitabevi Yayınları, 1993)
(4)  Eski Mısır Kraliyet Tanrısı Ttah; Yrd. Doç. Dr. Mürivet Kurhan (Belleten; Türk Ta rih Kurumu, Ağustos 1994)
(5)  Eski Mısır Kraliyet Tanrısı Ttah (Yrd. Doç. Dr. M. Kurhan)
(6)  Six Months In a Syrian Monastery; by Oswald H. Parry, B. A. (London; HoraceCox, 1895); s.372