LÂ RABBE İLLÂLLAH

Hârûn Görmüş

VAN 28.10.2016 09:54:04 0
LÂ RABBE İLLÂLLAH
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Göğün düzeni zâten mecbûren Allah’a veriliyor, onda sorun yok. Tevhid; yerin düzeninin de göğün düzeni gibi olmasıdır. Yerin düzeninin de göğün düzeni gibi Allah’a bırakılmasıdır. Yerin düzeninin Allah’a verilmesi, bu düzenin Rabbliğini Allah’ın yapmasıyla olur. Çünkü Allah’tan başka ilah olmadığı gibi; Allah’tan başka Rabb de yoktur.
“Hani Rabbin, Âdem-oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şâhidler kılmıştı: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ (demişti de) onlar: ‘Evet (Rabbimizsin), şâhid olduk’ demişlerdi. (Bu,) Kıyâmet günü: ‘Biz bundan habersizdik’ dememeniz içindir” (A’raf 172).
Rabb: “Sâhib, mâlik, besleyen, yetiştiren, sürekli terbiye eden” anlamlarındadır.
Rabb ismiyle Allah’ın şu özelikleri açığa çıkar: O, her-şeyin sâhibidir, her-şeyin mülkiyetini elinde tutar. Besleyen, yediren-içiren-giydiren O’dur. İnsana en iyi şekilde yetişme potansiyeli veren ve yetiştiren O’dur. O terbiye (rabb) edendir. Terbiye edenlerin içinde en hayırlısıdır. O, “âlemlerin Rabbi”dir.
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alâk 1).
Okumayı Rabbin adına yapmak gerekir. Okuma Rabbin adına olmadığında mutlakâ şirk doğurur. Zîrâ okuma Rabb adına olmadığında şeytan-tağut adına yapılacak ve ortaya bir “farklılık” çıkacaktır. Bu farklılık “şirkin farkı”dır.
Müşrikler Allah’ı “ilah” olarak kabûl ediyorlardı, fakat “Rabb” olarak kabûl etmiyorlardı. Yâni yerleri-gökleri yaratanın Allah olduğunu kabûl ediyorlardı fakat dünyâ-içinde terbiye-eğitim-düzenleme yapma anlamında Rabbi kabûl etmiyorlardı. Zîrâ bu Rabbliği putların üzerinden kendileri yapmaktaydılar. O hâlde müşrikler, Rabbliği ellerinde tutan kişilerdir ve zâten müşriklik, Rabblikle ilgilidir ve yeryüzünde Rabbliği Allah’a vermeyip, kendi tekeline almak demektir. Rabbliği Allah’a vermemektir şirk. Bu durum ilk insandan bêri böyle başlamış, hâlen de bu şekilde devâm etmektedir. Tüm şirkler-müşrikler Allah’ı kabûl edip de Rabbi kabûl etmediklerinden dolayı gizli şirktirler-müşriktirler. Yada şirkin gizlisi olmaz. Şirk açıkça şirktir.
Modern zamanlarda da bu durum aynen devâm etmektedir. “Allah’a inandım” demekle şirkten kurtulduğunu sananlar, Allah’ın Rabblik yapmasına izin vermemektedirler. Çünkü Rabbliği bizzat kendileri yapmaktadırlar. Allah’ı ise -hâşâ- “tabiat olaylarından ve göklerden sorumlu tanrı” olarak îlân etmişlerdir. Allah Dünyâ’da insanlar arasında eğitimi, yeme-içme-giyinme, düşünme-konuşma, iş-eyleyiş ve hepsinden önemlisi de kânun-kural koyma anlamında Rabb olarak hüküm sürememektedir.
Allah’ın Rabliği, lâiklik denen melânetle önleniyor ve lâiklik, “Allah ile Rabb arasını ayırmak” anlamına geliyor. Rabbi vicdanlara hapsetmek istiyorlar ama orada da, Rabbin, tasavvurları-zihinleri-kâlpleri inşâ etmesine bir şekilde izin verilmiyor. Böyleleri aslında hem toplumdan korktukları için hem de dîni kullandıkları için onu tam anlamıyla dışlamıyorlar. Yoksa aslında Rabbin sâdece vicdanlarda olmasına bile katlanamıyorlar.
Rabbliğin en genel anlamda blôke edilmesi, hüküm konusundadır. Allah hükümlerini Rabb ismiyle insanlar arasında yaygınlaştırıp hâkim kılmak isterken, insanlar hüküm koyma yetkisini şeytâni bir ideoloji olan demokrasiye vererek Rabbe şirk koşuyorlar. İslâm, “Allah’ın iktidârına boyun eğmek demek” iken; demokrasi, “insanın iktidârına boyun eğmek” demektir ki ikisi arasındaki fark, Allah ile kul arasındaki fark kadardır.
Rabbin tanımını Hz. Mûsâ Kur’ân’da çok net yapıyor:
Ey Mûsâ!, sizin Rabbiniz kimdir?. Rabbimiz, her canlıyı yaratan ve onlara doğru yolu gösterendir” (Tâhâ 50).
Mâlik bin Nebi:
“Sorunun, kendi halkını köleleştirmek isteyen azgın bir tiranın rûh-hâlini ne kadar güzel yansıttığını görüyoruz. Esâsında bu soruyla Hz. Mûsâ’dan kendi rabblik ve ilahlığını îtirâf etmesini bekliyordu. Ne var ki aldığı cevap onu çileden çıkardı. Zîrâ karşısındaki insan, Firavun’un asılsız iddiâlarını reddediyordu” der.
Her zamânın müşriklerinin ve müstekbirlerinin refleksidir bu. Müşrikler, yaratmaya gelince “tamam eyvallah” diyorlar. Çünkü kendileri yaratamıyorlar. Fakat doğru yolu göstermeye gelince, kendilerinin yada kendi seçtiklerinden başkasının dediğini kabûl etmiyorlar. “Yeryüzünde Rabliği ancak biz yaparız” demeye getiriyorlar.
Lâisizm ilahlığın parçalanmasıdır. Allah’a, bir tek “göklerin Rabliği” yaptırılmak istenmektedir. Aslında Allah’ın Rabliğini tekeline alan demokrasiye oy vererek destek olan halk, hiç-bir zaman belini doğrultamamıştır ve bundan sonra da doğrultamayacaktır. Doğrultması da mümkün değildir. Çünkü bu sistemle yâni Rabbliğin Allah’tan başkasına verilmesiyle insanın mutlu-huzurlu olması ve mazlûmiyetten kurtulması söz-konusu değildir. Artık sermâye-sâhiplerinin insâfına kalmaktadırlar ve şeytanın uşağı olan bu tâğutlar hiç-bir zaman halkı düşünmezler. Zîrâ onlar mevcut durumlarını; halkı düşünmedikleri, acımadıkları ve halka düşman oldukları için sağlamışlardır. Seküler demokrasi veya lâisizm insana önce haklar ve sosyâl güvenceler sunar gibi yapsa da onu iki tehlikeyle baş-başa bırakır: İnsan ya belli çıkar-gruplarının, dev sermâye topluluklarının komplôlarına kurbân olup köleleşir, yada diğer insanları sınıfsal bir diktatörlüğün baskısı altında ezer. Bunu yapar; çünkü kendi benliğindeki köleleşme ve köleleştirme temâyüllerini ortadan kaldıramamıştır.
Rabbliği Allah’a vermeyip de kendi uhdesinde bırakanlar, şeytanın etkisiyle kendilerini çok büyük görüp müstekbir olurlar. Halk da bunları olduğundan çok daha fazla güçlü zannederek onların her dediğini kabûl edip yaparak ve onları ululamaya yâni tapınmaya başlarlar. Hâlbuki zihni-kâlbi vahiyle inşâ olmuş akıl-sâhipleri için onların ne kadar zavallı olduğu çok kolay açığa çıkarılır:
“Allah, kendisine mülk verdi diye Rabbi konusunda İbrâhim’le tartışmaya gireni görmedin mi?. Hani İbrâhim: ‘Benim Rabbim diriltir ve öldürür’ demişti; o da: ‘Ben de öldürür ve diriltirim’ demişti. (O zaman) İbrâhim: ‘Şüphe yok, Allah Güneş’i doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir’ deyince, o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez” (Bakara 258).
Mü’min, başkalarının değil, “Rabbinin kriterlerine göre hareket eden”dir.
Allah “göğün Rabbi” olduğu gibi “yerin de Rabbi”dir. Gökleri muhteşem bir âhenkle düzenlediği gibi yeri de düzenlemesi gerekir. Fakat insanlar buna izin vermek istemiyor. Hâlbuki kendileri düzeni sağlayamadıkları için, yeryüzünde de göklerdeki düzen gibi bir düzen-nizam oluşmuyor. Yeryüzünü düzenleyemeyen insanların gökleri de düzenlemek istediğini bir düşünsenize!; herhâlde çok kısa bir sürede gökler yıkılır giderdi ve “son saat” hemen gelirdi. Zîrâ “Allah’ın mahremine” girilmiş olurdu. Zâten daha şimdiden, uydular yüzünden uzayda bir çöplük oluşmuş durumdadır.
Göğün düzeni zâten mecbûren Allah’a veriliyor, onda sorun yok. Tevhid; yerin düzeninin de göğün düzeni gibi olmasıdır. Yerin düzeninin de göğün düzeni gibi Allah’a bırakılmasıdır. Yerin düzeninin Allah’a verilmesi, bu düzenin Rabbliğini Allah’ın yapmasıyla olur. Çünkü Allah’tan başka ilah olmadığı gibi; Allah’tan başka Rabb de yoktur.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.

KAYNAK İKTİBAS DERGİSİ