'Kusursuz plan neden işlemedi?'

Prof. Dr. Erol Göka

VAN 13.02.2014 10:57:36 0
Tarih: 01.01.0001 00:00

Mesleğim icabı, siyasi ve toplumsal meselelere psikolojiden bakmaya çalışıyorum. Bu aralar en çok 17 Aralık'tan bu yana ne yapılmaya çalışıldığı ve faillerin başarılı olup olamayacakları sorusuna muhatap oluyorum. 17 Aralık sürecinin sosyopsikolojisini öğrenmek isteyenlere Etyen Mahçupyan'ı takip etmelerini öneriyorum. Varoluşsal konumlanışı, kişisel yaşantı ve tecrübesi, Türkçeye hâkimiyeti ama en çok da Allah vergisi yetenekleri, Mahçupyan'ın topluma tarafsız, nesnel bakabilmesini ve gıpta ettiğimiz analizler yapmasını sağlıyor. Üstattan bazı ifadeler:

'Açıktır ki toplum, hükümetin yanlışlarını ve eksiklerini bilmesine rağmen ona destek vermekte...' (30 Ocak) 'AKP'nin gücü siyasetten değil, sosyolojiden geliyor ve muhalefetin dayandığı reformist bir sosyoloji olmadığı ve uzunca bir süre daha olamayacağı için, demokrasi yönünde her 'hesaplanmış' adım AKP'yi daha da güçlü ve rakipsiz kılıyor.' (2 Şubat) 'AKP'nin otoriterleştiği her noktada onu anlayan ve destekleyen bir sosyolojinin olduğunu ve bu sosyolojik desteğin olmadığı hallerde hükümetin bir anda çatışmacı çizgiden caydığını da hatırlatalım.' (5 Şubat) 'AKP'nin zayıflaması ya da oyundan düşmesi sadece ona karşı yürütülecek stratejiyle bağlantılı değil. Sonuç üzerinde asıl etkili olacak olan AKP'nin ve Başbakan'ın buna nasıl tepki verecekleri ve söz konusu tepkinin toplumun geneline hitap edip etmeyeceği.' (6 Şubat)

Nil Gülsüm'ün 10 Şubat nüshalı gazetemizde röportajında da Mahçupyan, bu görüşlerini sarahatle ortaya koyuyor. Mahçupyan'ın analizleri, gayet açık ve zaten çoğunuz onun bu görüşlerinden haberdarsınız. Siyasi ve toplumsal olaylara psikolojiden bakmaya çalışırken, her zaman kendisinden yararlandığım, her yazdığını okumaya, her söylediğini dinlemeye çalıştığım birisi daha var. En az Mahçupyan kadar isabetli tespitler yapıyor ama ne var ki onun kadar tanınmıyor. Kadim dostum, aynı zamanda hemşerim olan Celal Kazdağlı'yı yalnızca bilen biliyor. Geçenlerde aynı soruyu o da sordu, haber10 sitesindeki köşesinde başlığını bu yazı için ödünç aldığım bir yazıyla cevaplamaya çalıştı. 17 Aralık'ta düğmeye basıldığında, bir plan yürürlüğe konmuştu:

'Doğrusu plan kusursuzdu... Her şey düşünülmüş, en ayrıntısına kadar yapılacak işler planlanmıştı... İşin medya ayağı unutulmamış halkı galeyana getirecek her tür fotoğraf ve haber servis edilmişti... Tık çıkmadı... Millet bir film izler gibi olup biteni seyretmekle yetindi. İnsanlar neden ortalığa dökülmedi? Yolsuzluk ve rüşvet milletin en hassas olduğu konular değil miydi?' 25 Aralık'ta bu kez daha güçlü bir biçimde yeniden hücum edildi ama yine olmadı. 'Türkiye uçurumun kenarından döndü. Halk sokağa dökülmedi, 'Tayyip istifa' diye bağırmadı.'

Niye bu kusursuz plan, başarılı olamadı? Kazdağlı'ya göre cevap seksen yıllık bir hikâyenin içinde aranmalıydı: 'Millet 80 yıl boyunca dışlandı, kenarda, köşede tutuldu... Hiçbir zaman işbaşına getirilmedi... Ne zaman iş başına geçmeye yeltense hemen darbe ile uzaklaştırıldı... Eli, kolu kırıldı; kanadı kopartıldı... Şimdi ilk kez, bu millet 80 yıl sonra kendi içinden birilerini seçip iş başına getirdi... İktidarın ne olduğunu gördü... Yapılan saldırıyı, operasyonları kendilerine yapılmış sayıyor... 80 yıl sonra geldikleri iktidardan 80 günde gönderilmeyi içlerine sindiremiyorlar... Kendi iktidarlarına sahip çıkıyorlar...' Elbette iktidarın her şeyinden memnun değil, olumsuzlukları vicdanlar, hesabını bilahare sormak üzere kaydediyor. 'Arınmayı, hesap görmeyi, ceza kesmeyi istiyorlar... Bunu yapacaklar... Şimdi değil... sonra... Öncelikleri kendilerini iktidardan atmaya çalışanlar . Milletin gözünde en büyük hırsız darbeci. Darbe yapan yolsuzluk yapandan daha tehlikeli...'

17 Aralık'tan itibaren işleyen sürece ilişkin psikolojik analizlerine güvendiğimiz iki ustanın değerlendirmeleri bunlar. Mahçupyan'ın alabildiğine tarafsız ve nesnel saptama ve kavramlaştırmalarını Kazdağlı daha reel-siyaset diline yakın bir biçimde ifade ediyor; birisinin 'sosyoloji' dediğine diğeri 'millet' diyor ama iktidarın yaslandığı aynı kaya gibi güce işaret ediyorlar.

Onların bu görüşlerini biz de, yıllardır ifade etme gayretinde olduğumuz 'toplumumuzun kendine özgü demokrasi mücadelesi' ve 'karizma' teorileriyle desteklemeye çalışıyoruz. Onun adına konuşmayı, övgüler dizmeyi pek sevseler de gerçekte milletten hiç haz etmeyenler, onu ağzı var dili yok bir çocuk, elinden ekmeğini alsan ses etmeyecek, kolay aldatılacak bir gariban olarak görüyorlar. Kendilerini de milletin tepesinde boza pişirme görevine atıyorlar. Kerametleri kendilerinden menkul bu zevatın söylediklerinin içinde tek doğru olan, milletimizin garipliği ama bu garip millet ispatı rüşd edeli çok oluyor. Her toplum gibi milletimiz de vasilerden hiç hoşlanmadı; ihtiyaç ve taleplerini, içinden çıkardığı karizmatik liderlere atfederek kendine özgü bir demokrasi mücadelesi sürdürüyor. Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte vesayet sistemini devirdiğine inanıyor, onun şahsında geleceğini görüyor, onu kendinden ayırmıyor. Gariban bir aile Ankara'ya okumaya yolladığı evladına kem gözlere karşı nasıl sahip çıkıyorsa millet de ona yapılan her saldırıda liderini daha çok bağrına basıyor. Millet ve Recep Tayyip Erdoğan, sevdadan bihaber olanların anlayamayacağı iki sevgili... (Yeni Şafak)