KUŞLAR GİBİ ÖZGÜR OLMAK MI İSTERDİNİZ?

AYKUT AKÇA

VAN 3.09.2015 11:09:43 0
KUŞLAR GİBİ ÖZGÜR OLMAK MI İSTERDİNİZ?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Kuraldır ya, bir sözü kendi coğrafyasında, tarihinde ve ikliminde değerlendirirsek ancak adil ve doğru bir sonuç alırız.

Müslümanlar olarak duruş, karar alış ve iş tutuş anlarında sıkıntılar yaşadığımız aşikâr. Belli bir bilinç ile olayları değerlendirip ve doğru netice için elzem olan enstrümanları kullanarak hedefe ulaşmamız gerekmekte iken, bazen (ne acı ki) içgüdüsel, bazen çevresel faktörler, genelde ise maslahat gözetilerek(!) tavır belirlenmektedir. Böylesi sığ bir tavır belirlemenin, eyleme dönüşmüş halini de varın siz düşünün artık. Gerçi düşünmeye gerek yok, birazcık vicdanla nazar etsek etrafımıza zaten her şey ayan beyan ortada.
Hepimiz ilkokul günlerimizde La Fontaine’den karınca ile ağustosböceği masalını okumuşuzdur. Ne diyordu karınca ağustosböceğine, “yazın çok çalışıp yiyecek biriktirmelisin”. “Yoksa kış gelince ya başkalarına muhtaç olur ya da açlıktan ölürsün”, türünde çokbilmiş bir edayla nasihatlerini sıralıyordu. Çok mantıklıydı değil mi? Çok ta masum(!)… . İslam düşüncesindeki, tedbir kuldan, takdir Allah’tan gerçeğini yok saymak gibi bir niyetimiz olmamakla beraber, Allah’a takdir fırsatı bırakmama hadsizliğindeki tedbir telaşınadır sözümüz. Kul, tedbir al(A)masada Allah takdiri es geçmez. Zaten takdir merci de yalnız Allah değil mi dir? Düşünüyorum da bizi daha o yaşlarda kodlamışlar. Yarınlar için endişe etmeye, gelecek korkusu ile imanı ve aklı devre dışı bırakıp, hesap ve mantığa göre planlamalar yapmaya ne de güzel ayarlanmışız. . Kuraldır ya, bir sözü kendi coğrafyasında, tarihinde ve ikliminde değerlendirirsek ancak adil ve doğru bir sonuç alırız. Nasıl ki ayetleri ve hadis rivayetlerini böyle anlamaya, hikmetini kavramaya çalışıyorsak atasözlerini de böyle ele almalıyız. Bizim toplumumuzun sıkça dile getirip nasihatleştiği bir atasözü vardır, hepinizin hemen aklına gelecek bir söz. Bu söz, kıtlık yıllarında insanları (Allah’ın da kınadığı gibi) savurgan olmayıp, tutumlu olmaya yöneltmek için oluşturulmuş bir değer olan sakla samanı gelir zamanı sözü. Fakat sanki her ne şart olursa olsun çağlar üstü bir kuralmış gibi, zorunlulukmuş gibi eline geçeni sakla, biriktir hiç kimseye koklatma, mutlaka bir gün sana (başkasına değil yalnızca sana) lazım olur, dercesine algılanıp kabul görmüş ve nesilden nesile tevatüren aktarılıp gitmiş, hala da gidiyor. Günümüz Müslümanlarının genel manada yaşaya geldiği İslam, özü boşaltılıp kabuktan ibaret hale dönüştürülmüş, bu kabuğun içine de ne kadar arızalı inanç ve düşünce varsa doldurulabilinen bir hale getirilmiştir, kodlama merkezlerince. Kaçınılmaz sonuçtur ki dini, kaynağı olan kitap ve örneği olan elçiden ayırdık ayıralı, başımıza gelen ve gelecek olanlar bize müstahak oldu. Böyle devam edersek de bizi başka da bir netice beklemeyecektir.

İnsanlarla hayvanlar arasındaki en önemli farklardan biriside insanların stokçuluk özelliğidir. Örneğin doğal ortamlarında kuşlar diğer tüm hayvanlar gibi, her sabah içine uyandıkları gün için gerekli iaşeyi temin etmek maksadıyla, belki de günün sonuna kadar sürecek bir yolculuğa çıkarlar. Bazen aradıklarını bulur, bazen de bulamadan geri gelirler yuvalarına. Bulunca yeteri kadar alır, fazlası içinde bir hesapları olmaz. Kuştur sonuçta, insan mı ki stok yapsınlar. Yarın aç kalırız, ele muhtaç oluruz v.s. düşünceleri de olmaz bu “kuş beyinli”lerin. Ne anlar ki bu kuş beyinliler hayattan değil mi? Sahi bu kuşların devlet güvencesi de mi yoktur. Düzenli bir gelirleri ya da maaşları da mı yoktur, “çok korkunç bir hayat buda ya” mı demeliyiz yoksa. “Birde kuşlar gibi özgürlükten bahsederler, sevsinler buna özgürlük mü denir” mi dediniz, yahu bu özgürlük denen şey nasıl bir şey ola. Buna karşılık insanlarda durum öylemi bir bakalım. Kendisine daha küçücük yaşlarda öğretilen, bir gün sıkıntıya düşersen hazırlıklı olmalısın mantığı (ya da akidesi mi desek) yüzünden hep kaygı halinde bir gayret sahibidir. Gelecekteki muhtemel sıkıntılar yüzünden an-ı yaşayamadan heba eder de haberi olmaz. Hâlbuki an-ı yaşama konusunda, olması gereken diri bir ruh hali ve kaygılara esir olmamış özgür bir dimağ ile imtihandaki Müslüman (dünyalık değil de ahretlik)heybesi daha da dolu olur gibi geliyor bana.
Resulullah’tan nakledilen birçok olay sanki bize örnek olsun, yol göstersin diye değil de Muhammed a.s. ın övülmesi için tertiplenmişçesine bir insafsızlığa heba ediliyor. Örneğin bazı seferler sonrasında Resulullah’ın evi önüne, onun emrine ganimet olarak (Aişe annemiz tabiri ile) vadiler dolusu gıda ve diğer kullanım malzemeleri birikirmiş de yine de kendilerine üç öğün üst üste arpa ekmeği yemek nasip olmazmış. Şimdi bu rivayetten bize ulaşması gerekenin sadece peygamberi ululama adına “wavv” çekmek olmasa gerek. Yine çok bilinen bir başka rivayette, birçok insanın açlıktan karınlarına taş bağlamaları hadisesinde, Allah Resulünün karnına iki tane taş bağlaması gerçeği bize bir süper kahraman, her türlü insanüstü zorluğa dayanıklı bir varlıktan mı bahseder? Bir “wavv” da burada mı çekmeliydik yoksa? Hayır, zühd fantezisi de kurmamız gerekmiyor. Ama şu var ki, Allah’lı yaşama dönmemiz gerekiyor. Dünya metaına bel bağlamak ya da onu elde etmek, elde etmişsek de sıkıca sarılmak yerine tıpkı Resul a.s. gibi yeterinden fazla değer vermeden ayakta kalmaya bakmalıyız. Bir Müslüman bizzat kendi üzerinde bir durum değerlendirmesi yaptığında, aslında en çaresiz olduğunu düşündüğü an (fıtridir ki)kendisini Allah’a en yakın hissettiği veya maneviyatının zirve yaptığı anlardır. Bir anlamda, sırf bunun için Allah kendisini bize hatırlatmak için lütfedip sıkıntımı gönderiyor acaba diyebiliriz. Her türlü hesabı yapma konusunda uzmanlaşan(!) günümüz insanının, yaptığı hesabın ve planlamaların aslında yanlış ve yetersiz olduğunun delilidir bu şikayetçi olduğu tüm olumsuzluklar.
Elbette ki Müslüman saldım çayıra serkeşliğinde olmamalıdır. Müslümanlar yukarıda bahsi geçen kodlamalar ve eğitimler sonucu farkında olmadan, kendi Allah’sız dünyasının rabbi, rezzağı ve ilahı olmuştur. Bu durumu, tekrar olması gereken haline döndürmeliyiz. Derdimiz kimseyi salt bir kadercilik anlayışına götürmek de değil. Ama biri ifratsa diğeri tefrittir. Ya tamamen edilgen yada tamamen etken mi olmalı. Müslümanlar olarak orta yolu, doğru yolu bulmak zorundayız. Hayatın her türlü zorluklarına karşı Müslüman’a yakışan duruşu gösterebilmeliyiz. Din, kul ile Allah arasındaki ilişkinin, dinin sahibi olan Allah tarafından belirlenmiş halidir. Öyle ise Allah’ın rızasına talip her Müslüman vahyin sesine, Resulün örnekliğine kulak verip gönlünü açmalı, illa ki aklını kullanmalı, başkalarının akıl/tecrübelerinden de yararlanmalı ve bu donanımla hesap/plan yapmalı, ancak kesinlikle duracağı yeri de bilmelidir. Rabbim, bizi haddini bilenlerin, doğru yoluna kurtuluşa erenlerin yoluna ilet, azanların, sapanların ve gazaba uğrattıklarınki ne değil.(amin)
aykut_akca@hotmail.com

 iktibasdergisi.com