Kürtlerde Statü Korkusu

Bilal MEDENİ

VAN 6.12.2012 13:38:25 0
Kürtlerde Statü Korkusu
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Tarihi süreç içerisinde Kürtlerin yerleşik düzenler ile ilgili tüm ilişkileri siyasal bir özne olma yani statü temelinde gelişmiştir. İdris-i Bitlisî ile Yavuz Sultan Selim arasındaki anlaşmada, Ehmedê Xanî’nin eserlerinde, Şeyh Said kıyamı dâhil tüm isyanlarda bu siyasal özne olma/statü istemi temel bir rol ifa etmiştir. Buna karşılık Kürtlere yönelik tüm red ve inkârların temelini de aynı şekilde siyasal özne/statü oluşturmuştur. Yani denklemin her iki tarafı da meseleyi siyasal özne/statü biçiminde anlamış ve bunun gereğini yerine getirmeye çalışmıştır.

Bugün geldiğimiz noktada ise Kürt meselesi siyasal özne/statü olgularından uzak bir biçimde, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve insani haklar açısından tartışılmaktadır. Bu tarz bir tartışma Kürt meselesinin naturasını doğru teşhis edememe ve dolayısıyla meselenin çözümüne katkı sunamama anlamına gelmektedir. Kesinlikle bilinmesi gereken şey meselenin kültüre, insan haklarına, güvenliğe, ekonomiye, özgürlüklere bakan veçhelerinin olmasıyla birlikte asıl mevzunun yönetim yani statü olmasıdır. Bu husus Türk egemenlik sistemi tarafından ısrarla gözlerden kaçırılmaktadır.

Statü talebine karşı pek çok kesim tarafından farklı yaklaşımlar sergileniyor. Ama gariptir ki, bu farklı yaklaşımların birçoğuna bir “korku”nun eşlik ettiği görünüyor. Bu korkular oldukça değişik membalardan beslenmekte. Meselenin önemine binaen bu korkulardan en belirgin ve adeta patolojik olanlarını ele almakta fayda olduğunu düşünüyoruz.

Öncelikle belirtmek gerekir ki statü talebine karşı duruşlar çoğu zaman ilkesel temelden kaynaklanmamaktadır. Daha çok zihinsel karışıklıkların, statükonun sürdürülme isteminin, Türk egemenlik sisteminin zihinsel manipülasyonlarının ve meseleyi tarihi bağlamında tetkik edememenin beslediği korkulardır. Fakat burada işlenecek olan korkuların bazıları ilkesel karşı duruşla ancak anlamlandırılabilir ve izah edilebilir.

Statü korkusunu besleyen en önemli etken kuşkusuz ki sömüren-sömürülen ilişkisidir, yani Kürtlerin sömürgeye ortak kılınmalarıdır. Kürdistan’daki sömürgecilik, sömürge uygulamalarına bizzat sömürdüğü Kürtleri de dâhil etmiştir. Kürtlerin dönüştürülmesi, asimile edilmesi çoğu kez Kürtler de kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bunun neticesinde Kürtler kaybedecek şeyleri olan bir kesim haline getirilmiştir.

Türk egemenlik sistemi, sisteme dâhil olma kriterlerini kabullenen her etnisiteden insanı kendi dünyasına katmayı hep önemsemiştir. Dolayısıyla Türklüğün merkezine müdahil olan her unsur kendi farklı özelliklerini dışarıda bırakarak Türklüğü besleyen bir işleve dönüşmüştür. Bu mekanizma neticesinde kimi bireysel, ailevi ve grupsal imtiyazlar elde eden Kürtler statü talebine sürekli olumsuz bir bakış sergilemişlerdir.

Uzun süreli sömürgelerde sömürgenin içselleştirilmesi sorunu ile karşılaşılabilir. Sömürge yönetiminin sağladığı görece düzen ve hayat standardı sömürülenlerin düzeni benimsemesine ve kendi gerçekliğine karşı körleşmesine yol açar. Öteden beri Kürdistan'daki birçok Kürt, ekonomik, siyasal ve asayiş açısından var olan düzeni ne kadar eksik işlese de, nasıl olacağını tahmin edemediği başka bir toplumsal yapıya tercih etmektedir. Aslında burada evrensel bir kural işlemektedir. Var olanı, olabilecek olana tercih etme kuralı... Zira değişimi toplumlar her zaman tehlikeli ve sakıncalı kabul etmiştir...

Bilindiği üzere siyasal, kültürel, ekonomik ve fiziki şiddet sömürgeciliğin en önemli enstrümanlarındandır. Bu enstrümanlar neticesinde Kürtler kuşaklar boyu meseleyi statü temelinde ele almayı başaramamışlardır.

Türkiye sömürgeciliği başarılı olmuş bir modeldir. Başarının en bariz nişanesi de sömürdüğü Kürtlerin statü temelinde düşünmelerini engellemesidir. Bu durum Kürtler için hem bir akıl tutulmasıdır hem de kendi gerçekliklerine karşı yabancılaşmasıdır. Bu model ve bu başarı ancak statü istemi ile akamete uğratılabilir. Dolayısıyla Kürt meselesini statü temelinde ele almak sistemin elindeki en büyük argümanı etkisizleştirmeye dönük hayati bir yaklaşımdır. İçinden geçtiğimiz süreçte başarılı bir sömürgecilik örneğini temsil eden Kürdistan’daki sömürgeciliğin en azından zihinsel kodlar açısından çatırdamaya başladığını söyleyebiliriz.

Statü korkusunun temelindeki bir diğer unsur ise hiç kuşkusuz Kürdistan’daki Türk merkezli İslami camialar ve bizzat Türk İslamcılığının kendisidir.

İslamcılığın ve İslamcı cemaatlerin Kürdistan’daki işlevleri statü temelinde ele alınmayı fazlasıyla hak eden bir husustur. Burada İslamcılığı doktriner/teorik düzleminde değil daha çok işlevleri açısından irdelemek gerekir. Çünkü İslamcılık en çok teorisi ve pratiği arasındaki çatlakta kendisini belirginleştirir. İş bu çatlak Kürdistan’da oldukça derinleşmiştir.

İslamcılık ve İslami cemaatlerin geneli Kürt meselesini asla statü temelinde düşün(e)memiştir. Zira bu damar her ne kadar “evrensel, sınırsız” bir dünya tahayyül etse de Kürdistan meselesinde misak-ı millicidir. Bu bağlamda en fazla “ulus devlet” eleştirisinin İslamcılık ve İslami cemaatler üzerinden yapılması manidardır. Oysaki Kürtlerin statü talep etmelerini ulus devlet temelinde tartışmak meselenin kökenleri açısından hem anakronizmdir hem de büyük bir aldatmacadır.

İslamcılık ve İslami cemaatler statü korkusu üretme merkezlerine dönüşmüşlerdir süreç içerisinde. Türk egemenlik ve düşünce merkezine yakınlık ve uzaklık ile statü talebi arasındaki doğrudan ilişki bu durumun en vurucu göstergesidir. Türk İslamcılığı ile kurulan ilişkinin niteliği statü talebine bakış açısını doğrudan etkileyen bir değişkene dönüşmüştür. Türk İslamcılığına yakınlık statü reddine, Türk İslamcılığına uzaklık statü talebine yol açmıştır. Dolayısıyla Türk merkezli İslami yapılanmaların Kürdistan’da önemli bir taşıyıcılık işlevi söz konusudur. Bu durumu net bir şekilde gözlemlemek isteyenler Türkiye merkezli İslami yapılanmalar ile Kürdistan merkezli İslami yapılanmaların statü meselesine yaklaşımlarına bakabilirler.

Bir paradoks olarak Kürt muhalefetinin en belirgin hattı olan PKK, statü korkusunu besleyen etkenlerden biridir. Bilindiği üzere Kürt siyaseti “de facto” olarak uzunca bir zamandan beri tekil bir biçimde, PKK mecrasında cereyan etmektedir. Ancak buna karşılık PKK, kuzey Kürtlerinin oran itibarı ile küçük ama etkili bir kısmını mücadelesine ortak edebilmiştir.

Geride kalan Kürtlerin çoğunun PKK'ye çeşitli rezervleri söz konusudur. Özellikle İslamcı Kürtlerin rezervleri daha belirgindir. PKK’ye karşı var olan bu rezervler direkt olarak PKK'nin siyasal tezlerini de aynı olumsuzlamanın konusu haline getirmektedir.

PKK’ye karşı var olan rezervlerin oluşum nedenleri elbette ki önemlidir. Lakin burada Türk siyasal aklının, oluşmasında emeği bulunan rezervler mevzu bahis değildir. Daha çok PKK’nin yapısal, ideolojik ve otoriter veçhelerinden dolayı oluşmuş rezervler söz konusudur.

Kürt siyasetinin tek partili bir biçimde cereyan etmesine en çok ünsiyet oluşturan ve bu durumun sürdürülebilir olmasına özen gösteren PKK’nin kendisidir. Bu durum kendine has bir dilin oluşmasına da yol açmıştır. Toplumsal karşılığı ile orantılı olmayan genele yönelik kullandığı dil, örgütsel kimi politikaların ve taleplerin Kürt meselesinin doğası ile eşitlenmesi, kendi politik atraksiyonlarının tüm sonuçlarına bütün Kürtleri ortak kılması gibi etkenler PKK’nin öncülüğündeki herhangi bir statüyü tartışılır kılmaya yetiyor.  

PKK tarafından sunulan siyasi projelerin son derece muğlâk oluşu da statü korkusu yaratan ayrı bir faktördür. Aynı şekilde KCK sözleşmesi, özerklik bildirisi gibi önemli metinlerin içerdiği son derece totaliter, katı, ideolojik ve adeta bir distopyanın formüle edildiği yaklaşım biçimi PKK’ye ve çözüm önerilerine yönelik haklı kuşkuları doğurmaktadır.

Özellikle PKK ve BDP sözcülerinin kurguladıkları, Türk ulusalcılığının paralel evreninde yaşayan Kürt ulusalcılığı ve Kürtlerin genelinde karşılığı bulunmayan kurum, kutsallaştırılmış kişilikler ve aşırı derecede  “seküler metafiziğe” dönüştürülmüş ideolojik dil bu aktör ve onun siyasal projelerini negatif unsurlara dönüştürmektedir.

Kuşkusuz bu listeyi uzatmak mümkündür. Fakat burada amaçlanan şey statü meselesini düşünürken tek sorunumuzun egemen sistem olmadığını, aslında statü önündeki en büyük engelin yine Kürtler ve Kürtlerin korkuları olduğunun fotoğrafını çekebilmektir, ötesi değil...

 

twitter/bilalmedeni