Kürtler “biz Türkiyeliyiz” dedi

Her daim savaş kışkırtıcılığı yapan, Öcalan’ı Kürtlerin gözünde düşürmek için her argümana başvuran bazı solcu, sosyalist Kürt ‘muhiplerine’ inat; PKK’ye mesafeli ama Kürtlüğüne yakın, Kürt hareketine mesafeli ama barı

VAN 6.04.2014 12:01:55 0
Kürtler “biz Türkiyeliyiz” dedi
Tarih: 01.01.0001 00:00
Muhsin Kızılkaya / Yazar

Siyasi rekabet açısından, Türkiye tarihinin belki de en “kuralsız” seçimlerini geride bıraktık. Muhalefet canını dişine taktı, siyasi iktidara, Başbakan Erdoğan’a karşı yine belki de tarihin en büyük siyasi güç birliğini oluşturdu. CHP, MHP, geride kalan bir yığın irili ufaklı solcu, sağcı, Kemalist, ulusalcı, milliyetçi, komünist, faşist velhasıl ne kadar marjinal, müptezel grup ve örgüt varsa (bunlara ülkedeki gazete ve televizyonlarının önemli bir bölümünü de ekleyin) bir araya geldi; Ak Parti’den çok Başbakan Erdoğan’a karşı bir seçim ittifakı oluşturarak, çok belden aşağı, çok acımasız, çok sert bir seçim kampanyasını yürüttü.

Kahvede birbirlerine rastlasalar, okeye dördüncü lazım olsa, zinhar “hadi şu arkadaşların dörtlüsünü tamamlayayım da sevaba gireyim” demeyecek bir sürü mütefekkir, yazar, yorumcu, gazeteci, bilim adamı, sosyolog, eylem kadını, siyasi parti lideri, dernek başkanı, dergi yöneticisi aralarındaki “ölümüne” görüş ayrılıklarını bir tarafa bırakarak aynı masa etrafında birleşti ve Başbakan Erdoğan’ı siyasi bir yenilgiye uğratmak için aylarca çalıştı. Peş peşe kasetler yayınlandı. Her gece, “hastanın sabahı”, Müslüman’ın iftar saatini beklemesi gibi “tape saatini” beklemeye başlayan “endişeli modernler”, “yorgun demokratlar”, “ulemadan Kemalistler”, “siyasi olmayan İslamcılar”, “kapitalizme karşı olan Müslümanlar”, “din toplumun afyonudur” diyen bazı solcular, “twitır düşünürleri”, “facebook alimleri” Erdoğan’a dersini verip iktidardan indirmek için her yola başvurdu. Cephelerine malzeme yığmak için “cemaat” canla başla “hizmet” veriyor, reklamcılar slogan, yazarlar ideolojik argüman üretiyordu. Yetmedi, son bir altın vuruşla, dışişleri bakanlığının makam odasında yapılmış olan ve “devlet” sırrı mahiyetini taşıyan bir görüşmenin ses kayıtlarını yayınlandılar. Kararlı, güçlü, kendinden emin ve kibirliydiler:

‘Erdoğan’ı indireceğiz’

“Erdoğan’ı iktidardan indireceğiz, başka yolu yok!”

Bu büyük işbirliğinin yanında, orada ülkenin doğusunda, yıllardır horlanmış, dili yasaklanmış, bu yüzden dağa çıkmış, köyü boşaltılmış, velhasıl anasından emdiği süt burnundan getirtilmiş Kürtler ise bambaşka bir “dertle” meşguldü. Başbakan Erdoğan ve Abdullah Öcalan’ın bir yıl önce başlattığı, adına “barış süreci” dediğimiz süreç neticesinde, 14-15 aydan beri çocukları ölmeyen, yollarda kimlik kontrolü zulmüne uğramayan, evleri aranmayan, her gün karakola götürülme korkusunu yaşamayan, devleti görünce öcü görmüş gibi saklanmayan, siyasi mücadele içinde pişmiş Kürtler yukarıda saydığımız güç birliğinden uzak bir şekilde “aman barış sürecine halel gelmesin” diye çok dikkatli davranıyor, onu “pamuklara sarıyor” ama aynı zamanda da “beni, benim siyasi görüşüme yakın biri yönetsin” diye ince seçim hesapları da yapıyordu. “Madem barışa evet dedik, o halde savaşın yerine ikame edeceğimiz bir aracımız olsun” diye siyasi partileri BDP’yi bölge partisi görünümünden kurtarıp bütün ülkenin partisi haline getirmenin yoluna bakıyorlardı. İşte Öcalan tarafından kurdurulan HDP, bu fikrin ürünüydü. Kürtler, ülkenin doğusunda kendi partileri BDP ile seçime girecek, ülkenin batısında ise, yıllardan beri müttefikleri saydığı, ideolojik olarak kaynaklarından beslendiği, dilleri dışında aralarında hiçbir fark görmediği, kısacası adına “demokrasi güçleri” dediği Türk sosyalist solcularının partisi HDP’yi destekleyeceklerdi. HDP’yi, bu amaçla Türk sosyalistleri için Kürtler kurmuştu. Hedef, bütün ülkede BDP-HDP güç birliğinden yüzde 10’un üzerinde bir oy oranını yakalamaktı!

Eğer bu hedef yakalanırsa, savaş yerine, barış yoluyla “demokratik özerkliğin” inşası hızlanacak, bölgede ihdas edilmiş üç yeni (Van, Mardin, Urfa) büyükşehirle, buna Diyarbakır’ı da katarak “4 büyükşehir, 4 kanton” sloganıyla, Suriye Kürdistanı’nda, bir diğer adıyla “rojava” da yeni kurulmuş “kantonlara” benzer kantonların kurulması mümkün hale gelecekti. Bütün seçim stratejisi bunun üzerine kuruluydu.

Sandıkta hayal kırıklığı

Ancak gelin görün ki evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyor. Seçim yaklaştıkça, Başbakan Erdoğan’ın zaferinin mümkün olacağı aşikar hale gelince, HDP çatısı altında bir araya gelmiş 20’nin üzerinde irili ufaklı sol, sosyalist parti ve grup ile HDP’nin “danışma kurulu”nda görev almış, yeminli Erdoğan düşmanı, aslında Kemalist ama sosyalist görünen bazı şahsiyet ve yazarlar su koy vermeye başladılar. Newroz’a kadar İmralı adasından gelecek “barış süreci bitti” haberini sabırsızlıkla bekleyip de gelen haberde Öcalan “barış sürecine devam” deyince bütün umutları suya düştü. PKK’ye yakın bir televizyon kanalında alayı program yapan bu zevatın önemli teorisyenleri, yine bu televizyona, hem de Newroz günü Diyarbakır’da çıkarak, barış sürecine bu kadar hassas davranan Kürtlerin gözlerinin içine baka baka, “Öcalan’ın devletin elinde tutsak olduğunu, barış sürecini kendi iradesiyle bitirmesinin zaten mümkün olmadığını” söylediler. Kürt hareketinin “müttefiki”, kendilerinin kendini “Kürt muhibbi” olarak nitelendirdiği bu zevatın bu kadar “pervasızca” barış süreci karşısında durmaları, birçok Kürt yurttaşı rahatsız ettiği muhakkak. İş burada dursa iyi... Herkesin HDP’yi desteklemesini beklediği Hasan Cemal gibi önemli yazarlar da “oyum CHP’ye” deyince HDP’nin işi güçleşti. Yetmedi, HDP’nin “danışma kurulu”nda yer alan Nuray Mert, “bizi AKP’ye mahkum ettiği için HDP’ye oy vermeyeceğim” diye yazınca, HDP projesinin tutmayacağı iyice belli oldu. Bu koşullarda seçime girildi. Çok kişinin umut bağladığı, her sosyalist solcunun “çıkarsa bir şey bundan çıkar” dediği Sırrı Süreyya Önder İstanbul’da 350 bin kadar oy aldı. Zaten, 3 milyon Kürtün yaşadığı, dünyanın en büyük “Kürt şehri” olduğu söylenen İstanbul’da Kürt hareketinin oyu bu kadardı. Yine de bunu, büyük bir başarı olarak Sırrı Süreya Önder’in hanesine kaydedelim. Ancak “Gezi direnişinin sembolü”, “Gezi ruhunun taşıyıcısı” Önder, Kürtlerin sabit oyuna o “ruhun” oylarını da ekleyerek yüzde 10’u geçmeyi hesaplıyordu. Ama seçim sonucunda görüldü ki, Gezi meğerse sadece bir “ruh”muş ve bu “ruh” İstanbul’da değil “ruhlar alemindeki” yerini çoktan almış. “Ruh” oralarda dolaşa dursun, ruhsuz kalan bedenler CHP saflarında, Sarıgül’ü şehremini yapmak için çoktan kuyruğa girmişti bile.

Türk sosyalistleri ile Kürtlerin ittifakı, Kürtlerin yanında yer alan ve kendini sosyalist zanneden Kemalistlerin gördüğü tehlikenin büyüklüğü ile doğru orantılıymış meğer.

Meğer, “Kürdün Kürt’ten başka dostu yok!”muş.

Burada, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, kendisi de Ortodoks bir Marksist olan Portekizli yazar Jose Saramago’nun; “Solun, yaşadığı dünyadan zerre kadar haberi yoktur” sözünü kaydedip latifeyi de bir yana bırakırsak, bu seçimin iki galibi var; Başbakan Erdoğan ile BDP... Barış süreci karşısında inadına duran, her daim savaş kışkırtıcılığı yapan, Öcalan’ı Kürtlerin gözünde düşürmek için her argümana başvuran bazı solcu, sosyalist Kürt “muhiplerine” inat; PKK’ye mesafeli ama Kürtlüğüne yakın, Kürt hareketine mesafeli ama barış sürecine yakın Kürtlerin önemli bir kısmı ülkenin batısındaki büyük şehirlerde HDP yerine Ak Parti’den yana tercih yaptı. Ak Parti olmadan barış sürecinin yürümeyeceğini biliyorlardı çünkü. Her ne kadar Kürt hareketinden bazı kalem erbabı ve onların destekçisi bazı solcu muharrirler, “barış süreci devletle yürüyor, Erdoğan olmasa da yürür” diye bir fikir geliştirmeye çalıştılarsa da, halk bunun böyle olmadığını yaşadığı 30 yıllık bir deneyimle biliyordu. Madem devletle yürüyecekse, şimdiye kadar niye yürümüyordu, mübarek? Sakın bu devleti Erdoğan bu noktaya getirmiş olmasın? Hem Erdoğan gidince, devletin eski haline, “fabrika ayarlarına” dönmeyeceğini bize garanti edebiliyor musunuz?

Seçim sonucunda BDP bazı illerin büyükşehir statüsüne yükselmesi sonucunda, 77 belediyeyle girdiği seçimlerden 3 Büyükşehir, 8 il, 69 ilçe ve 23 belde kazanarak çıktı. 77 belediye sayısını 103 belediyeye yükseltti. Bunu da partinin hanesine büyük bir başarı olarak kaydetmek lazım...

BDP’ye şartlı evet

Ancak bu seçimde ilk defa Ak Parti, BDP’nin kazandığı birçok ilde oy sayısını bir hayli yükseltti. Örneğin Ak parti’nin Hakkari gibi bir yerde yüzde 30 yakın oy alması bize şunu gösteriyor:

Kürtler, barış sürecinin devamına evet, erken bir özerkleşmeye hayır dediler. Kürtler, kendi kendini yönetmeye evet, ama Türkiye’den ayrı hareket etmeye hayır dediler. Kürtler BDP’ye evet, ama hemen yanı başında kendisini takip etmekte olan Ak Parti’ye de “burada kalmanda fayda var” dediler. Kürtler BDP’ye, “sana evet, ama alternatifin de Ak Parti’dir, aklından çıkarma” dediler. Kürtler, bu seçimde çözüm sürecinin iki aktörü Erdoğan ve Öcalan’ın elini daha da güçlendirdiler. Özetle Kürtler, her türlü ayrıştırmaya, ötekileştirmeye rağmen “biz Türkiyeliyiz” dediler.

Bu seçimde çözüm sürecinin önüne set çekmek isteyen Kemalist-Bozkurtçu ittifakı yenildi, Ak parti ve BDP güçlenerek çıktı.

Onun için inadına çözüm, inadına barış!