Kürt Milli Meselesinde Teorik Arka-Plan

İrfan BURULDAY

VAN 9.10.2012 13:13:38 0
Kürt Milli Meselesinde Teorik Arka-Plan
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Henüz kuramsal-teorik anlamda ortaya koyamadığımız temel konulardan biridir Kürdistan meselesi, ya da koyup da bir türlü son noktayı belirleyemediğimiz…Konuya ilişkin kullandığımız dil, üslup, yöntembilimi daha doğrusu bize dayattığı düşünme, tasavvur ve muhayyile biçimi bütünün bir söylemi haline dönüşememiş ve haliyle söylemin kendisini parçalamıştır. Bu bakımdan bir meselenin bilinmesi mahiyetinin bilinmesiyle mümkündür; mahiyeti bilinmeyen bir mesele hakkında fikir beyan etmek ve onu kuramsallaştırmak oldukça zordur. Bizler bu gerçeğin bilincin de olsak da olmasak da bir şeyi söylemek için öncelikle o konuya dair özelliklede aydınlarca tehir edilen hakikatın mahiyetini ve bu mahiyetin neden-sonuç, somut-soyut, bileşik-ayrık gibi sınıflandırmalarınbilinmesi gerekir.

Öyleyse geriye “temellerin krizi ve krizin temellendirilmesi” esasına yönelik son derece usuli bir çalışmanın serdedilmesi kalıyor. Kök bilinmeden fer’in bilinemeyeceği gibi...Bu durumda Kürdistan meselesine ilişkin mahiyetin ilmi olarak anlaşılması için öncelikle neyin kök- esas neyin fer’i ( kök olmayan) olup olmadığı incelikle ayırt edilmelidir. Örneğin hukukta aslolan muhatabın mükellef olduğu fiilleri öğrenmesidir. Dolayısıyla muhatap hangi eylemin nasıl ve ne şekilde kendisini bağlayacağını; zorunlu ya da zorunlu olmadığını öğrenmek durumundadır. Kısacası asılolanın bilinmemesi,fer’in keyfiyetine ilişkin bir anlam daralması yaratır ve onu boşa çıkararak işlevsizleştirir.

 Konunun bütün ayrıntılarınışu ve ya bu boyutlarıyla ortaya koyabilmenin yolu da bu yöntem ve mefhumundüşünsel tabanlı Kürdistan meselesini anlamaktan geçer.Bu da öncelikle eşyanın hakikatının nasıl ve hangi araçlarla bilinebileceğini belirtmekle mümkündür. Mantık terminolojisi açısından bakıldığında Kürdistan meselesini “bedihi” yani aklın hiçbir delile ihtiyaç duymaksızın kabul ettiği gerçeğiyle karşılaşırız. Bu bakımdan Kürdistan meselesi var mı yok mu, Kürt devleti olmalı mı, olmamalı mıgibi mantıki ya da vicdani bir önerme yapmak anlamsızdır.

 Kürdistan meselesi varlık açısından bedihi olduğu gibi, kendi varlığını siyasal bir mekanizmaya dönüştüremediği içinde ontolojik bir sorun olarak bedihi kabul edilmelidir. Çünkü ister etnik köken itibarıyla isterse de teolojik metinlerde zikredilen kavimlerin çeşitliliği vurgusu olsun, meselenin hangi boyut ile ilişkilendirilmesi hakikatını ortaya koyar.Örneğin Kürtler vardır ve Kürtlerin kendi özyönetimini baz alan bir devletlerinin olması önermesi bedihi bir tasavvurdur ama Kürtler, Türklerin, İranlılarınbir parçası, Türkiye, İran Kürtlerin vatanıdır,İran’da veTürkiye’de yaşayan Kürtleranayasal anlamda Türk’tür, İranlıdır ya da Türk-İran vatandaşıdır gibi bir inanç, önerme aklın zihinsel kategorileri açısından ciddi bir sorun olarak tasavvur edilir.İçinde pek çok problemi barındıran bu denklem, aklın mahiyeti anlamında Kürdi zihnin kendi dünyası ve kendi mevcudiyetiyle varlık ve sonrası oluş kazanmasına yönelik bir dezenformasyondur. Oysa aslolanhakikatın tüm yapısıylavarlık ekseninde kendi hüviyetini kazanması ve kendi temel normları çerçevesinde bunu idame ettirmesidir.

 Kuşkusuz Kürd’ün bu tanımlama üzerinden kendini varkılmaya çalışması doğal, ilahi ve insani bir haktır.

Bilindiği gibi “nesnelerin zihindeki tümel kavramlarına ‘mahiyet’, bu kavramların dış dünyada –zihin dışında- varlık kazanmalarına ‘hakikat’ ve varlık alanından çıkarak gerçeklik kazanmalarına da ‘hüviyet’” denilmektedir.

Dolayısıyla günümüzde Kürdistan meselesi millet-ülke gerçekliğiyle önemli derecede bir hüviyet kazanmıştır, bunun periyodik olarak siyasal, dini ve seküler manevralarla sindirilmesi, kötü maksatlarla kullanılması; doğruya yanlışın sokulması gibi yöntemlerle gerçekleştirilmeye çalışılması olanaksızdır.

Kürd, Kürdistan ya da bu kavramlara mündemiç bir bütün olarak Kürdistan meselesi temel bir savunma aracı haline dönüştürülmelidir. Kürtlük salt fer’ bir kimlik değil, toprak eksenli bir hüviyetin kendi dinamikleriyle şekillenerek asıl olmaya dönük bir noktaya gelmiş olmasıdır. Yani, varlık teorik ve pratikte bir hüviyete dönüşmüş ve ülkesiyle, milletiyle bir bütün olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bu nedenle Kürdistanilik kendi mecrasında ve kendi bilgi kuramıyla, empistemolojisiyle doğru bir mahiyet kazanmıştır diyebiliriz.Zira Kürdistan milli meselesi yalnızca bir nitelik değil, bu niteliğin arka-palanını temsil eden “siyasi olan” ile hukuk ilişkisinin somut yansımasıdır. Dolayısıyla fiziki dünyada kendine mahsus öznel hukuku olmayan bir siyasi kavrayışın kuramsal düzeyde kendini varkılmaya çalışması imkânsızdır.

Nitekim millet olarak bir halk ya da devletsiz bir millet olma hasebiyle Kürtler, varolma bilinci yani mahiyetlerinimilli (Kürdistanilik), zihni (hakikat-ilmi) ve fiziki-hüviyet (devlet) düzeyinde er ya da geç inşa etmek durumunda kalacaklar. Hakikatten, hüviyetten yoksun bir mahiyetin fer’ düzeyinde kalarak, yani mahiyetini bir başka hüviyet içine hapsetmesi ve onun gerek pozitivist gerekse de ilahiyat eksenli bilgi sistemiyle var olmaya çalışması varlığın yaratıcı -inşa, imar edici- hakikat ile bağdaşmaz. Kürtlere ilişkin tüm unsurlar;dil, gelenek, din, kültür, tarih, inşa birer fer’ ya da tam tersi asılda olsalar, birbirinden kopuk değildirler. İbnRüşd’e göre varlık; “kategorilerin teşkil ettiği bütün şeylerdir.” Bu itibarla Kürtler vardır ama Kürtlerin kendi topraklarında bir devlet düzeni dâhilinde kendilerini yönetmeleri doğru olmaz gibi bir mantıksal önerme yanlış ve geçersiz bir önermedir, çünkü devlet; bir milletin mahiyet, hakikat ve hüviyetinin mevcudiyet kazandığı bir gücün somut şeklidir. 

Dolayısıyla Kürtler için adaleti gözeten bir devlet (Kürdistan) fer’ değil asıldır ve “keyfiyet, kemiyet ve oluşum” devletsiz bir millet olan Kürtler için kaçınılmaz bir düşünce-düşünüş biçemidir. Bu durumda Kürtler fert, grup, topluluk, cemaat olarak değil, millet olarak anlaşılmalı, yani Kürtlerin varlığı sadece varlık olmak değil,aynı zamanda bu varlığa asıl itibarıyla “olmak” eklenince bir anlamı olur. Aksi durumda egemen güçlerin “Kürtler vardır” söyleminde ki zımni madumiyet anlamını benimsemiş oluruz.  Kürt meselesi de bu bağlamda varlık değil “olmak” ilkesiyle iştigal alanı oluşturmak durumundadır.

Olmak ifadesinden kastımız hem teolojik hem de bu teolojik kavramın dünyada somut hale dönüşmüş yani varlığın siyasi, politik, ekonomik anlamda kendini şekillendirmesidir. Örneğin kimliksiz düşünülen bir anayasaya da “Türkiye”de-İran’da Kürtler hem vardırlar hem de yokturlar gibi bir sonuç çıkarılabilir. Yani lafzen vardırlar manen yokturlar, manen vardırlar ama lafzen yokturlar gibi neticede işlevsiz bir karşılık bulur. Çünkü bu diyalektik, suretin aslını yansıtmak yerinesuretin gölgesini yansıtan bir anlam içerir.

Zira mevcut egemen güçlerin zihinsel, toplumsal siyasal, kültürel ve bilgi muhayyilesindeKürtler,cevhere iliştirilmiş ve ancak cevher var oldukça var olabilen arazlardır. Arazı araz yapan şey ise cevherin kendisidir, cevher yoksa arazın kendinden menkul hiçbir değeri yoktur. Bir diğer yönüyle cevher her türlü mahiyete sahipken (nicelik, boy,miktar) araz ise ortaya çıkan ve kaybolan yani kendi başına var olmayan bir şeydir. “Nesneye ilişen her şeydir.”

Kürtlerin varlığı her halükarda egemen milletlerin yine egemen kimlikleriyle bedihi anlamda ilişkilendirilmiş ve bu ilişki din-insan, lafız-mana, asıl-fer’ gibi kavram çiftleri üzerinden yapılmıştır. Bunun günümüz karşılığı ise: bin yıllık birlikte yaşam, kardeşlik, ümmet, demokrasi, hukuk, hak-özgürlükler, vatandaşlık, yurttaşlık gibi siyasi ve sosyo-kültürel ifadeler içeren kavramlardır.

Türkiye’de siyasi, tarihi, coğrafi, dil ve sosyal bilimler gibi alanlarda yapılan çalışmalarda bile, söz konusu kavram çiftlerinden faşizanca yararlanıldığını görüyoruz. Amaç tamamen otoriter, hükmedici bir bilgi siteminin yaratılması ve Kürtlerin gerek felsefe gerek dini gerekse de sosyal bilimlere ilişkin yapacakları bilginin Kürdileşmesi ve millet olarak Kürtlerin mahiyet, hakikat, hüviyet ekseninde düşünce ve eyleme yönelik olası çalışmaların önünü keserek yükselişini engellemektir.

Zira son zamanlarda yükselen ve saygınlık kazanan Kürdi düşünce, özellikle sömürgeci bilgi sistemini, siyasal düzenini ve onun koruyucu melekleri aydın, entelektüel ve kof üniversite camiasını önemli düzeyde rahatsız etmiştir. Bilginin ve devlet ideolojisinin Kürtlere karşı acımasızca kullanıldığı bugünlerde, Kürtlerin kendine özgü bilimsel ve fiziksel savunma mekanizmaları olsa da bu yeterli görünmemektedir. Aksi halde bilginin, ilmin ezikliğiyle karşı karşıya kalmış bir aklın esareti içine hapsolunmuşluğu kabul etmek durumunda kalacağız.