KÜRESEL TERÖRÜN MİTLERİ VE GERÇEKLER

KORKU VE TERÖRİZM İLİŞKİSİ

VAN 16.12.2015 10:48:21 0
KÜRESEL TERÖRÜN MİTLERİ VE GERÇEKLER
Tarih: 01.01.0001 00:00
Korku iklimi oluşturan siyasetçilerin belki de en çok görmezden geldikleri noktalardan birisi de görünen tehdit ve tehlikenin geçmesinden çok sonra bile yaratılan korku ile toplumlardaki birlikte yaşama duygusunun artık eskisi gibi olmayacağı ve mesela Batı’da beyaz olmayan herkesin özellikle de Müslümanların hep hedef alınacağı bir ortamın oluşmasıdır.
Yenişafak/ Prof. Dr. Ali Murat Yel – Marmara Üniversitesi
Korku belki de insanlığı içten içe etkileyen en sinsi zehirlerden birisidir. Toplumları kontrol etme amacıyla tarih boyunca din, ekonomi, siyaset, milliyetçilik, ırkçılık ve cinsiyet ve sınıf ayrımcılığı gibi konularda korku faktörü hep kullanılmıştır. Özellikle 11 Eylül saldırılarıyla birlikte terör kalabalıklara en önemli bir tehdit olarak sunulmuş ama bununla birlikte aslında terörün korkuyu ateşlediği ve karşılıklı olarak nefret, öç alma, yargılama, önyargı ve kibir gibi duygularla şiddeti körükleyerek bir kısır döngü haline getirmiştir. Terörün sebep olduğu korku dolayısıyla yapılan manipülasyonlarla toplumların makul ve mantıklı davranmalarının önüne geçilerek insanlardaki iyi duyguların bastırılmasına imkân vermektedir.
KORKU VE TERÖRİZM İLİŞKİSİ
Günümüz medyasında belki de en çok kullanılan kavramlardan birisi haline gelen terörizmin doğru-dürüst bir tarifinin yapılmamış olması; yani, terörizm denilince insanların öncelikle neyi düşündükleri tam olarak belirlenmemesi onlarda kaçınılmaz olarak bir korku yaratmaktadır. Aslında terörizmin bir aksiyon ya da belirli bir insan tipolojisine işaret etmemesinden kaynaklanan ya da hangi çeşit saldırıların terör veya bu saldırıları yapanların nasıl bir kişiliğe sahip oldukları belirlenmediğinden zihinlerde görünmeyen bir düşman oluşturularak bir “korku kültürü” ve neticesinde de “korku siyaseti” veya iklim çok rahat bir şekilde kullanılabilmektedir. Üstelik kitle iletişim araçlarının kullanılarak bazı siyasi veya ekonomik elitlerin her gün terörizmden bahsederek yeni bir dünya görüşü empoze etmeleriyle insanların gündelik hayatlarını değiştirmeye başlamış ve başkalarına bakış açılarını etkilemektedir.
“Yeni terörizm” olarak adlandırılabilecek bu durumda artık kişiler sadece “terörist öteki”den korkmakla yetinmeyip bu görünmez düşmana karşı güvenliklerini sağlama konusunda da sorumluluk almak zorunda hissetmektedirler. Özellikle batı medyasında terör kavramının geçtiği hemen hemen her cümlede korku kelimesinin de geçmesiyle insanlar korku siyasetinin gölgesinde yaşamaya alıştırılarak terörün vatandaşların temel ihtiyaçlarının ve özgürlüklerinin kontrol altına alınması için kullanılan bir araç haline getirilmektedir.
11 Eylül saldırılarından sonra başlayan bu korku ikliminin –en azından Amerika Birleşik Devletleri söz konusu olduğunda- Usame bin Ladin’in veya Orta Doğu ve Asya’da gerçek ya da potansiyel teröristlerin öldürülmeleriyle sona ermesi beklenirken korkunun siyasi altyapısını oluşturan fişleme, gözetleme ve benzeri güvenlik tedbirleri gibi bürokratik kurumlar hala varlıklarını devam ettirmektedir. Terör saldırılarından sonra bu kadar uzun bir zaman geçmiş olmasına ve siyasi iktidarın defalarca el değiştirmesine rağmen New York JFK havaalanına girişte güvenlik tedbirleri aynen devam etmektedir. Hatta “war on terror” günlerinden kalma Guantamo körfezi askeri hapishanesi hala işlevini korumakta, dahası, bu hapishane ülkedeki diğer federal hapishanelere örnek teşkil ederek Müslüman ve Arapların korkulu rüyası olmaya devam etmektedir.
OLAĞANÜSTÜ GÜVENLİK TEDBİRLERİ
New York, Madrid ve Londra saldırılarından sonra sözde güvenlik tedbirleri hiç hafifletilmeden ve “turuncu” veya “kırmızı” terör alarmları hala devam etmekteyken meydana gelen Paris saldırıları ile yine korku ön plana çıkmış ve güvenlik ile özgürlük arasında tercih hep olduğu gibi güvenlikten yana kullanılmıştır. Paris caddeleri belki de tarihi boyunca hiç görmediği kadar güvenlik ve kolluk kuvvetleri ile dolmuş, en küçük bir patlamaya benzer bir sesle bile insanlar panik halinde sağa-sola kaçışmaya başlamışlardır. Teröristlerin yuvası olarak belirlenen Belçika ise güvenlik tedbirlerini bir seviye daha ileri götürerek okulların tatil edilmesiyle gündelik hayatı sona erdirmiştir. Her köşe başında bir polis aracıyla önceden belirlenen ve fişlenen “potansiyel terörist” Müslümanların evlerine baskınlar yapılırken insanların sosyal medyada “teröristlere bilgi vermemeleri rica edilerek” bir çeşit yasaklama da hiçbir itiraza mahal vermeksizin yürürlüğe konulmuştur. Bu yasağa karşın insanların sosyal medya hesaplarına kedi resimleri yüklemeleri de belki de bu korku ile baş etme psikolojisinden kaynaklanmaktadır.
Korku iklimi oluşturan siyasetçilerin belki de en çok görmezden geldikleri noktalardan birisi de görünen tehdit ve tehlikenin geçmesinden çok sonra bile yaratılan korku ile toplumlardaki birlikte yaşama duygusunun artık eskisi gibi olmayacağı ve mesela Batı’da beyaz olmayan herkesin özellikle de Müslümanların hep hedef alınacağı bir ortamın oluşmasıdır. Nitekim bu korku siyaseti medya eliyle daha da alevlendirilmekte ve Avrupa ülkelerinde yaşayan –her ne kadar kendileri teröre karşı olduklarını defalarca dile getirmelerine ve benzer olaylarda kendilerinin yapmadıkları eylemler dolayısıyla özür dileme zorunda kalan Müslümanları oldukça zor durumda bırakmaktadır.
MÜSLÜMANLARI HEDEF HALİNE GETİRMEK
Medya manipülasyonlarına son örnek İngiltere’nin en çok satan bulvar gazetelerinden birisi olan The Sun gazetesinin yaklaşık 1.000 kişilik bir kamuoyu araştırmasını 23 Kasım günü manşetinden “Her Beş Britanyalı Müslümandan Biri Cihadilere Sempati Duymakta” sözleriyle vermiş ve daha da ileri giderek bu araştırmanın Paris saldırılarından sonra İngiltere için bir alarm olduğunu iddia etmiştir. Halbuki araştırmada “cihadi” kelimesi bile geçmezken ve soruların büyük bir kısmı insanların “Suriye’ye gidenler” hakkındaki görüşlerini “çok veya biraz sempati duyuyorum” şeklinde zorlama cevaplara maruz bırakıldıklarından oranların yüksek çıkması hedeflenmiştir. Böylece İngiltere’de yaşayan Müslümanlar doğrudan hedef haline getirilerek onların çoğunun potansiyel birer terörist oldukları algısı yaratılmaya çalışılmıştır. Bu tür algılar korkunun da etkisiyle kendisini hemen göstermiş ve ertesi gün yayınlanan Independent gazetesinde yer alan bir habere göre Paris saldırılarının sonrasındaki bir hafta içerisinde Müslümanlara yönelik nefret suçlarında yüzde 300’e yakın bir artış olduğu gözlenmiştir. Herhalde bu suçlara maruz kalanların büyük bir kısmının “geleneksel İslami kıyafetler” giyen kadınların olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerektir. Bu nefret suçlarını işleyenler herhalde İngiltere’de yaşayan –aslında terör veya aşırılık ile ilgisi olmayan- Müslümanların nedense Paris saldırılarını desteklediklerini veya en azından sempati ile karşıladıklarını düşünmektedirler.
BATI’NIN DERİN KORKUSU
Slovenyalı sosyolog ve kültür eleştirmeni Slavoj Žižek’in dünyada meşhur olmuş bazı filmlerdeki gizli temaları ele aldığı The Pervert’s Guide to Ideology (2012) adlı belgeselinde geçen Steven Spielberg’in Jaws (1975) filminin aslında Amerikan toplumunu görünmeyen bir saldırıya karşı hazırlamak veya böyle bir tehdidin var olduğuna inandırmak amacını taşıdığını iddia etmesi oldukça önemlidir. Filmde geçen köpek balığı, ülkeye dışarıdan, deniz ötesinden gelebilecek bir yabancı saldırısı ihtimalinin yanı sıra göçmenlerin de böylesine bir tehdit oluşturabilecekleri algısını Amerikan toplumuna yerleştirmektedir. Okyanuslarda kendi hallerinde yaşayan ve kendilerine insanlar tarafından herhangi bir tehlike söz konusu olmadığında kesinlikle bir tehdit oluşturmayan köpek balıklarından korku empoze etmeyi başarabilen bir kültürün görünmeyen bir radikal İslam korkusunu vatandaşlarına kabul ettirebilmesi çok daha kolaydır. Böyle bir korku atmosferi oluşturulduktan sonra insanların çevrelerinde olup-bitenleri daha doğrusu gerçekleri algılama ve tecrübe etmeleri basitleşecek ve siyasetçiler veya kapitalist girişimcilerin yönlendirmelerini kolaylıkla benimseyebileceklerdir. Ev ve araba alarmlarının giderek yaygınlaşması ancak böyle bir korkunun toplumda ne kadar karşılık bulduğunun en basit göstergesidir. İşini kaybetme korkusunun da “zaten potansiyel bir terörist” olan göçmen işçilere yansıtılarak yabancı düşmanlığı körüklenecektir.
Dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanların yaptıkları eylemler nedense dönüp dolaşıp yine masum Müslümanları hedef haline getirmekte ve DAİŞ gibi terör örgütlerinden hep Müslümanlar zarar görmektedir. Maalesef son Paris saldırılarından sonra da Batı’da yaşayan Müslümanlar yine her benzeri olaydan sonra olduğu gibi İslam karşıtı nefret suçlarına maruz kalacaklardır. Büyük ideolojilerin önemini yitirdiği bir çağda sanki siyasilerin iktidarlarını sürdürebilmek için elinde kalan tek güç, hayali bir düşman korkusunu (yoksa icat ederek, varsa abartarak)- yaygınlaştırmak gibi görünmektedir. 1991’de Nobel Barış Ödülü’nü alan Myanmarlı kadın aktivist Aung San Suu Kyi’nin de söylediği gibi aslında “yozlaştıran iktidar değil korkudur”.