Küresel gücün karşısında olmak haram, içinde olmak helal!

Ömer Altaş

VAN 6.01.2014 11:16:32 0
Küresel gücün karşısında olmak haram, içinde olmak helal!
Tarih: 01.01.0001 00:00

İhale Türkiye’ye verildi – II / İslamcı aydınların trajedisi

Anlaşılması için teorik üslubu bir kenara bırakarak Rauf Tamer yöntemi ile yazmaya çalışalım.

Türkiye’de bazı popüler İslamcılar iki nedenle “gericidir.”

Birincisi 2011 sonrası ülkenin yapısal dönüşümünü kritik edememek ya da tutum alamamak.

İkincisi İslam’ı camit/donuk bir olgu olarak ele almak, kapalı içtihat kapısında nöbet beklemeye devam etmek.

Bu tür İslamcı aydınlar “aydın-öncü olma sorumluluğunu” bir kenara bırakarak konumlarına uygun teoriler geliştiriyorlar.

Mahallesine, sınıfına, asabiyesine, duygularına, beklentilere, itibarını sürdürdüğü habitata ve hatta “nefsine” uyan argümanlar üretiyor ve ısrarla savunmaya devam ediyorlar.

Olayın arka planını bilemeyen nice “masum” okuyucu da yazılı afili çıkarsamalardan “hikmet” aramaya devam ediyor.

Bir aydın-yazar normal zamanlarda önce “bir konum” elde ediyor, ardından bütün hayatı, fikirleri ve tutumları o konum alışa göre şekilleniyor.

Ancak yazar görüntü bu değil de sanki her şey gayet tabii, sıradan, bağımsız, özgür ve iradi bir hat üzerinde yürüyormuş gibi davranmaya devam ediyor.

Bu genellikle sürdürülebilir bir tutum olmuyor.

Gün geliyor kimi “zalim” olaylar kişiyi buluyor fiyakalı yürüyüş hattının yönünü değiştiriyor!

Aydın kişi kendi kendine girdiği sınavda “sıfır çekiyor” ama sınav sonucuna öyle bir güçlü itiraz ediyor ki insanlar kendi notlarını ona vermek için “vicdan yapıyorlar”.

Ama “zaman” bu manzarayı “geriye” çektiğinde ortada tek bir fotoğraf kalıyor: Çırpınmasına rağmen sürecin “gerisine” düşen aydın profili.

Geriye düşmek de mukadderat ancak geri pozisyonu bile bile ve göz göre göre savunmaya “gericilik” diyoruz.

Türkiye’de daha önceki yazılarda ifade ettiğimiz gibi aydın olma olgusu bir süredir kişilerden topluma geçti.

Toplum aydın denilen layüsel elit sınıfın ilerisinde şu an.

Hatta bu sınıfta yoklama aldığımızda sınıfın solculardan, sağcılardan, ülkücülerden, liberallerden, milliyetçilerden ve hatta İslamcılardan oluştuğuna tanıklık ediyoruz.

Şahitlik edelim diye bir de tersten tekrar ifade edelim: Aydınlar, basiret ve birikimi ufka dönüştürme konusunda toplumun gerisine düştüler.

Türkiye’de “yeni Türkiye” olgusunun mimarı “toplumdur.”

Bunun, küresel ölçekte benzeri sosyolojik kırılmanın izdüşümü olduğunu ise söylemeye gerek yok.

Buna Solcular “yeni determinizm” desin, İslamcılar dünya her gün yeniden yaratılıyor ya da Sünnetullah desin fark etmez.

Türkiye’nin yeni süreci Solcuyu gericileştirdi. Çünkü “halk” ileri giderken Solcular eski argümanlarını tekrar etmeye devam ettiler.

Bu süreç milliyetçileri (Kürt –Türk) gericileştirdi. Çünkü etnik topluluklar evrensel düzlemlerde var olma imtiyazı elde ederlerken onlar “halklarını” dar ufuklara hapsetmek için çırpınıyorlar.

Bu süreç bazı İslamcıları da gericileştirdi. Çünkü İslamcılık tarihinin en popüler, en dinamik dönemlerinden ve en önemlisi “fırsatlarından” birini yakalamışken bazı İslamcılar İslamcılığın ayağından tutup “durun biz böyle planlamamıştık” ya da “ bize yar etmezler” telaubi feryatla geriye doğru çekiyorlar.

Bu süreç batıcı, liberal ve Atatürk’ün aydınlarını da gericileştirdi. Çünkü Batılılar en büyük değerlerini yakın zamanda, halk iradesi başarılı olmasın diye kamuoyu huzurunda kurban ederek “ilkelleştiler.”

Bu süreçte basiretli Türk topluluğu, Kürt topluluğu, samimi Ülkücüler, yürekli Aleviler, akıllı Solcular, bilinçli Müslümanlıklar aydınlığın bayrağını teslim aldılar.

Toplum bir bütün olarak kaldığı yerden yeniden yürüme iradesini gösterince geriye “gericiler”, oturup bekleyenler, her şeyi global komplonun deşifre olacak puzzle parçası olduğunu düşünenler ve kendi zelil duruşlarını maskelemek için ‘bu siyaset biçimi ile bizi yaşatmazlar’ diyenler kaldı.

Özellikle kimi İslamcı önde görünenler süreci teorize edip ileriye taşıyacaklarına, inanılmaz bir şekilde toplumla çapraz durdular.

Normalleşme, sivilleşme, demokratikleşme ve hatta Barış sürecini bile ıskaladılar. Şimdi de bir cemaat üzerinden yapılan küresel operasyonu deşifre edip dışlayamayacak kadar güçlerini ve iradiliklerini kaybettiler.

Bunu yapacaklarına kendilerini gülünç konuma düşürecek argümanlara hatta şaşırtıcı bir şekilde “fetvaya” sarılıyorlar.

Küfesinde nice pozitif değer taşıyan kimi İslamcı yazarlar konu üzerinden yaptıkları manipülasyonların sanki anlaşılamayacağını düşünerek ve pişkinlikle Yeni Türkiye sürecinin tümünü “gayri İslami bir zemine oturtarak tanıtmak” isterken fetva vermekten çekinmiyorlar.

Hangi zorluk kişiyi bu yersiz insiyaka iter ki?

Örneğin bunlardan Ali Bulaç, bire bir alıntıyla Türkiye’nin yeni pozisyonunun gayrı İslamiliğine delil olarak Türkiye’nin Irak’a asker göndermesi olayını (4 Ocak 2014, Cumartesi) gündeme getirerek şöyle yorumluyor:

“Bir Müslüman ülke, yabancılar tarafından işgale uğrayacaksa halkı Müslüman olan Türkiye işgalcilere muharip asker veremez, haramdır.”

Birincisi Türkiye Irak’a asker göndermedi. İkincisi tarihte kalmış bir devlet refleksini İslamlık ile açıklamaya çalışmanın ne tür bir alt metni var? Yeni Türkiye verisini gayrı İslamilik zemininde konuşmak için nice gerekçeler varken tutunulacak tek kanıt bu mu?

Hem İslam fetva tarihinde, dört Sünni mezhepte hatta Şia fıkhında içinde Türkiye geçen yukarıda yazıldığı gibi bir fetva yok.

İslam geleneğinde Sünni dünyada içtihat kapısı resmen ve mecburen hala kapalıyken kim hangi cesaretle hem de en acemi olunan netameli politik bir mevzuda “haram” tabirini kullanarak fetva verebilir? Bir kere baştan aşağı fetva nedir?

Türkiye’nin yeni durumunu tanımlarken ortaya konulan bu trajedi yanında Bulaç’ın yeni yazısında komik saptamalar da var( 06 Ocak 2014, Pazartesi).

“Dış politikamızın son 10 yılını gayrı İslamî argümanlar yönlendirdi: Tarih ve coğrafya bizi bölge liderliğine mahkûm ediyor, bizim bölge lideri olmaktan başka seçeneğimiz yoktur. Hadi yeniden Osmanlı’yı diriltelim. Bu, akait açısından tarihe ve coğrafyaya belirleyici güç atfetmektir ki tamamı hurafedir.”

Ne “hurafedir” mi?

İslami literatürün hangi öznel kavramı hangi asimetrik bağlama taşınıyor? Koca sosyal, siyasal, psikolojik bilimsel olguyu “tak diye” hurafe gibi en olmadık zayıf geleneksel bir tanımla izah etmeye çalışılıyor?

Normal zamanlarda da örneğin Birikim Dergisi zamanlarında Ömer Laçinerler ve Murat Belgelerle otururken buna, kendine Mahmut el- Zemahşeri ya da Şahabettin Sühreverdi havası vermeye cesaret edebilirler miydi?

Şimdi bunu “yemeye hazır” rantabl büyük bir potansiyel var değil mi?

Yanlış okumadığımızı fark etmek için gözlerimizi ovuşturarak bir kez daha bakıyoruz. Evet harfi harfine:

“Hadi yeniden Osmanlı’yı diriltelim. Bu, akaid açısından tarihe ve coğrafyaya belirleyici güç atfetmektir ki tamamı hurafedir”

Bu, haza gericilik değil de nedir?

Üstelik küresel gücün karşısında durmanın sorun ve “haram”; içinde, yanında hatta payende olmanın, güdümün, iltisakın normal ve “helal” olduğu bir çıplak fotoğraf durumunu fark etmeden (!)

Aslında bu trajediyi ve komediyi rahatlıkla geriye atabilirdik, ama vazgeçmeyeceğimiz konu aslında şu; bazı İslamcı yazarlar özgürlükçü İslam’a ve çağın ihtiyacı olan düşünsel inkişafa bu kadar nahak darbe vuran fikri camitliği nasıl hala gündeme getirirler?

İslamilikte en göze çarpan köşe yazarı buysa geri kalanını (!) siz düşünün durumu.

Başka mensubiyetlerin aydınlarının gericiliği tek burguludur ama bazı İslamcı aydınların gericiliği maalesef katmerlidir.

Kendi değerlerinin gerisinde kaldıkları yetmiyor gibi modern değerlerin de gerisinde kalıyorlar.

İslamcı yazarları aydın sınıfına katacak tek tutum bulundukları konum ve içinde bulundukları şartlar ne olursa olsun bu sınavı verip o yanlış mahalleden ve tüketen koşullardan i’tizal ederek toplumlarının ve barış sürecinin yanında olmalarıdır.

Aydınlar Ak Parti’nin, Yeni Türkiye’nin, yeni devletin, yapısal dönüşümün bilakis önünde olmadıkları sürece hala kırılacak olan yeni fay hatları üzerlerinde açıkta kalan yerleri tek tek örterek gökyüzünü tamamen kapatacak

Tarih boyunca ‘doğal seleksiyon’ kime acıdı ki?!

Kimi İslamcı aydınlar yapıp ettikleriyle ‘ay gibi açık’ tenakuzlar karşısında “aymazlığa” ve “pişkinliğe” devam ediyorlar ama bizlerin kayıplar nedeniyle gözlerinden düşen son damla yazının son noktası oluyor.

omeraltass@gmail.com

twitter.com/omraltas

www.facebook.com/Ömer Altaş