Kürdistan'da İslamcılar'ın İslam'la Muhasebesi

Azad SERHILDAN

VAN 27.10.2012 18:03:46 0
Kürdistan
Tarih: 01.01.0001 00:00

Dindar Kürt halkı yıllardır sancılı bir zihin sürecinden geçmektedir. Bir yandan kendilerini inkâr eden sistemin dini kavramlarla ve sembollerle onları uyuşturmaya çalışması, öte yandan onları savunan yapının ladini bir kimlikte olması, dindar kalmanın zorluğunu özetler niteliktedir bu halk için.

Postmodern söylemlerin egemenliğini iyice hissettirdiği günümüz dünyasında artık tek bir İslam dayatımı söz konusu değildir. Her bir birey, kurum ya da yapı dini kendine göre yorumlayıp belli bir kitleyi peşinde sürükleyebilir hale gelmiştir. Dinin farklı bakış açılarına açık hale getirilmesi, Müslümanlar arasındaki tahammülsüzlüğü azaltma gibi olumlu bir işleve sahipken, egemen sistemlerin egemenliklerini tesis etmeye dönük kullanımları noktasında olumsuz bir fonksiyona sahiptir. Bir dinin uğrayabileceği en vahim durum, iktidar sahipleri tarafından özü boşaltılmış bir ritüel dizgesine bürünmesidir. Tarih boyunca kitleyi tahrik edebilecek en büyük tinsel kuvvetin din olduğunun farkında olan güç mekanizmaları, dini temsil eden birey ve kurumlarla dirsek temasını hiçbir zaman gevşetmemeye azami derecede özen göstermiştir. Günümüzde de bu temasın yoğun bir şekilde devam ettiğini müşahede etmekteyiz. Yaşadığımız topraklarda, din dışı yapılar hedeflerine ulaşmak için dini söylemlere ve sembollere dört elle sarılmaktadır. Onların bu sarılışı, bir geleneğin devamıdır aslında. Mecburiyetin göstergesi olarak da kabul edilebilir bu durum. Burada seküler yaşam tarzını savunan ya da buna ayak uydurmaya çalışanlardan çok İslam’ı hayatının merkezine koyan şahısların ya da kolektif yapıların nasıl bir pozisyonda durdukları asıl ilgi çekici mevzu olarak karşımızda durmaktadır. Kendisine İslamcı lakabını takan şahıslar acaba bu yüce dinin ağırlığını taşıyabilecek keyfiyeti bünyelerinde taşımakta mıdırlar? Israrla Kuran’dan ve peygamberin söz ile davranışlarından örnekler veren her türlü şahıs, cemaat, tarikat acaba iç muhasebe yapma gereği hiç duymuşlar mıdır? Sahi, ağzımızdan düşmeyen ayet ve hadislerin İslami yaşamdan uzak olan güç odaklarına hizmet aracı haline geldiğini ya da gelebileceğini hiç düşündük mü? Yoksa bunları tetkik edip de konjonktür uygun olmadığı için takiye yapma yoluna mı gitmeyi tercih ettik hep(!) Allah ve yeryüzünün despot güçleri arasındaki sıkışmışlık bizi rahatlama yolu olarak takiyeye götürmesi doğrudan Allah’ı ikinci plana itmek değil de nedir? Her akl-ı selim Müslüman’ın sürekli iç muhasebeye giderek, bulunduğu konumun yaratıcısına olan yakınlığını tefekkür etmesi elzem bir durum olarak durmaktadır önümüzde.

Müslüman sıfatını kendisine yakıştıran hiçbir, ferdin yaşadığı mekânda ve zaman aralığında fiziki ve psikolojik açıdan gücü elinde bulunduran ladini erklere hizmet etme ya da onlardan korkup onlarla uzlaşı içinde yaşama gibi bir lüksü olamaz. Model yaşam tarzı olarak peygamberlerin hayatını kendisine rehber edinen dini inanç sahibi müminler, sadece ama sadece Allah’tan korkup onun dışındaki tüm beşeri düzenlerin ve onların temsilcilerinin dayattıkları küfrü ideolojilerine zihinsel ve eylemsel açıdan meydan okuyabilmeleri gerekir. Kürdistan coğrafyasında ikamet eden birer Müslüman olarak, hangi şehirde yaşarsak yaşayalım şartların belirlediği bir Müslüman değil, Allah’ın belirlediği bir Müslüman olma gayretinde olmalıyız. Şovenist Türkiye Cumhuriyeti devletinin etkinliğini iyice hissettirdiği bir şehrimizde, onun sembollerini kullanıp ona yamanmaya çalışmak nasıl İslami inancımızı zedelerse, PKK’nin güçlü olduğu yerlerde PKK’ye sığınmak da aynı şekilde tevhit akidemizi ciddi manada sarsacak bir durumdur. Madem peygamberleri kendimize idol olarak seçmişiz, o zaman peygamberlerin yaşadıkları zaman dilimlerinde egemen güçlere karşı sergiledikleri tavrın aynısını günümüzde İslam’ın birer ferdi olarak bizlerin de sergilemesi gerekmez mi? Peygamberler, beşer ürünü olan düzenlerin tüm ayaklarına karşı toleransız bir direniş ortaya koymuşlarsa, biz Kürdistanlı Müslümanlara düşen de aynı direnişi göstermektir. Ama Kürdistan’da İslamcılar saflarını net bir şekilde ortaya koyamadıkları için ya TC’nin ya da PKK’nin gölgesinde hep edilgen kalmışlardır. TC’nin kolluk kuvvetlerinin yol kontrollerinde, ilgi alanları dışındaki abuk sabuk sorularına eğer İslami davayı omuzlamış bir Müslüman fert, güler yüzle karşılık verip onlarla sıcak bir muhabbet kurabiliyorsa bu kutsi davanın temsilciliğini daha fazla kirletmeden bir an önce iç muhasebeye girişmelidir. PKK militanlarıyla olan karşılaşmalarında da geçerlidir aynı durum. Gerçekten de, bir Müslüman ferdin cahiliye anlayışını devam ettiren kuvvetlere karşı sergilemiş olduğu jest ve mimiklerinden, bu davayı taşıma gücünü çıkarabiliriz. Alınan dini eğitim, eğer bizleri cahiliye anlayışını savunanlara ve onu korumakla görevli olanlara tebessüm etmeyi gerektiriyorsa, o zaman biz bu davadan hiçbir şey anlamamışız demektir. Bu davanın içinde uzun yıllar bulunmak ve bu davaya emek vermek bu gerçeği değiştirmez. Çünkü pratiğe dönük takınmamız gereken en ufak bir ifadeden bile yoksun olmamız, yığınsal bilginin ve harcanan emeğin boşa kürek sallama olduğunu bize yakinen hissettirmektedir

Kürdistanlı İslami kimliğe sahip bazı aydınlara göre, Kürdistan’da bir İslam problemi yoktur. Bu halkın ekseriyeti Allah’a inanmakta ve günlük ibadetlerini azami derecede yerine getirmeye çalışmaktadır. Şu anki süreçte bu halkın tek problemi temel hak ve hürriyetlerine kavuşamama sorunudur. İlgi alanlarına İslami mücadele hiçbir şekilde girmemektedir bu şahısların. Sabahtan akşama kadar tek dertleri, Kürdistan’ın siyasi bir statüye kavuşması için yapılması gerekenlerdir. Dünyevi bir talebin, uhrevi yaşam sahasını tali plana itmesi onlar için pek önemli değildir. Kürt ve Kürdistan hukukuna vurgu yapan seküler anlayışa sahip parti ve hareketin propagandasını yapma, adeta onların asli vazifesi haline gelmiştir. İslam itikadı çerçevesinde düşündüğümüzde onların bu duruşu hiçbir şekilde İslami bir duruş değildir. İslam tarih felsefesine baktığımızda, insanlar hak ve batıl olmak üzere iki kategoriye ayrılmaktadır. Hak taraftarları nasıl kan bağı üzerine değil de inanç bağı üzerine bir birliktelik oluşturmuşlarsa, aynı şekilde batıl taraftarları da bu şekilde bir birliktelik oluşturmuşlardır. Allah’ın taraftarlığını yapanların asli vazifesi, Allah’ın istediği bir yaşam tarzının yaygınlaşması için mücadele etmekken, şeytanın taraftarlarının asli gayesi de şeytani bir hayat stilinin yaygınlaşmasına çalışmaktır. Allah’ın istediği bir yaşam tarzı, kişisel istemlerden arındırılmış tamamıyla adaleti merkeze alan bir yaşam tarzıdır. Bu minvalde Kürdistan coğrafyasına göz attığımızda, Kürdistan’ın tarihi seyir içinde sömürüye açık bir coğrafya haline dönüştürüldüğünü görmekteyiz. Egemen kuvvetler, bir halk olan Kürtlerin tüm maddi ve manevi değerlerini darmadağın etmişlerdir. Bu milletin tarih sahnesinden silinmesi için, en önemli kültürel unsur olan dilini yasaklamışlar ve onları çeşitli soykırımlara maruz tutmuşlardır. Bu topraklarda yaşayan tüm Kürtlerin, kendilerine uygulanan bu insanlık dışı uygulamalara karşı yeterli teçhizata sahip olup mücadele etmesi elzem bir haldir. Fakat her İslam coğrafyasında olduğu gibi Kürdistan’da da İslam dışı bir hayata sahip olup bu hayatın yaygınlaşmasını isteyen ve İslam dininden ciddi manada rahatsızlık duyan batıl organizasyonlar vardır. Bir Kürt Müslüman olarak, bir yandan İslami hayat tarzının hâkimiyetini tesis etmeye çalışmamız gerekirken, öte yandan Kürdistan’ın istilasına karşın teorik ve pratik bazda gücümüz oranında mücadelemizi sürdürmemiz gerekir. Ama Kürdistan mücadelemizi sürdürürken, egemen seküler yapının propagandasını yaparak, halkın dolaylı yoldan oraya kaymasına sebep olacak ahmak tipli Müslümanlardan olmamamız gerekir. İşgal altında olan Kürdistan yurdunu İslami propagandayla süslenmiş bir tebliğ mekanizmasını devreye sokarak ifade etmek, takip edilebilecek en iyi yoldur muhakkak. Bunun aksini yapmak, sadece ama sadece batıl güçlere hizmet edilmesine yol açar.

Artık çok açık bir şekilde görülmektedir ki, Kürdistan’da seküler yaşam tarzının savunuculuğunu yapan ciddi bir kitle oluşmuştur. İslami yaşam tarzını beğenmeyen ve onu gericilik ile suçlayan bu kesimin ekseriyeti, Kürtlerin dini değerleri dışında kalan tüm değerlerini hararetle savunan sol kökenli laik zihniyettir. Kürt ve Kürdistan sloganlarıyla Kürtleri cezbeden bu yapı, süreç içinde Kürtlere karşı egemen güçler tarafından dinin kullanılmasının propagandasını yaparak, onların İslam’dan soğumasına yol açmışlardır. İstilacı Türk, Arap ve Fars devletlerinin dini kendi emellerine alet etmesinin, sanki İslam’ın kendisiymiş gibi lanse edilmeye çalışılması, düpedüz insafsız ve kurnazca bir bakış tarzıdır. Sanki Kürtler tamamıyla İslam’ı bıraksalar, o zaman azat olacaklarmış gibi bir izlenim uyandırılmaya çalışılmıştır zihinlerde sürekli. Hâlbuki bu kötü niyetlilerin şunu çok iyi bilmeleri gerekiyor ki, Kürtlerin tarih sahnesinden silinmemesinin en büyük etkenlerinden biri de İslam dinidir. Tarihi süreç içinde, Kürtlerin maddi ve manevi değerlerini koruyup günümüze kadar taşımaları, İslam’ın onlara bu hakkı tanımasından kaynaklanmaktadır. İslam dini, Kürtlerin başka etnik kökenler tarafından asimilasyonu maruz bırakılıp yok edilmesinin önüne geçmiştir. Eğer Kürtler İslam dini ile şereflenmeseydi, komşuları olan Arapların, Türklerin ve Farsların benimsemiş olduğu bu güçlü din nedeniyle kendi özlerine yabancılaşmak zorunda kalacaklardı. Günümüzde, Kürdistan’da İslam dışı bir yaşamın hayalini kuranlar, aslında Kürtlerin en önemli kültürel dokularından birini zayıflatarak Kürtlerin kendisine en büyük zararı vermektedir. Bu noktadan Kürt İslamcılarının, öz İslami anlayışının Kürtlere kattığı değerler babında kitlesel bazda efor harcaması gerekir. Çeşitli safsatalar yaparak yüce İslam dininin Kürtleri köleleştirdiği propagandasını yapan laik mantalite erbabına, bunun mitten ibaret rivayetler olduğu ifade edilmelidir Kürt dindarları. Gerçekten Kürdistan’da İslamcılar, Kürt ve Kürdistan hukuku ile İslam arasında bağlantı kurma noktasında çok cılız kalmışlardır. Kürt dindarlarının kendi öz kaynaklarını oluşturamaması bunun en büyük sebebidir. İslam’ın tesis ettiği kardeşlik bağının hangi şartlar çerçevesinde nasıl olması gerektiği etraflı bir şekilde analiz edilip pratiğe aktarılamadığından, İslam ile Kürt/Kürdistan sanki birbirinin zıddıymış gibi lanse edilmiştir hep. Buradan hareket ederek Kürt dindarlarının İslam’ın tarih boyunca Kürtlere hep izzet aşıladığını, bugün de aynı misyona sahip olduğunu, gayr-i İslami düşünceye mensup bireylere ve yapılanmalara güçlü bir sesle ifade etmesi gerekir.

Kürdistan’da din dışı bir kesimin hızlı bir şekilde yayılmasında, Kürt dindarlarının önemli ölçüde etkisi vardır. Kürdistanlı dindarlar, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine farklı bir cepheden katılması gerektiği halde, Türk, Arap, Fars İslamcılarının sloganik ümmet kandırmacasına kanarak ya sessiz kalmışlardır, ya da bu mücadeleye karşı cephe almışlardır. Onların bu duruşu, uhrevi yaşamdan uzak bir kesim oluşturmuştur ve oluşturmaya da devam etmektedir. Kürt dindarlarının şunu çok iyi bilmesi gerekiyor ki, İslam faraziler, felsefi spekülatifler dini değildir. Eğer yanı başımızdaki bir Kürt, İslam’a cephe alıyorsa, ümmetin tesis edilip edilmemesinin hiçbir kıymeti yoktur. Ve bilinçli dindar Kürtler, her bir İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanlar gibi yaşadıkları coğrafyadan mesuldürler ilk etapta. Şayet ben, bilinçli bir dindar Kürt olarak yaşadığım şehirde, insanlara İslam’ı götürmeye çalıştığımda, Türk, Arap ve Fars egemenliğinin altında bir Kürt varlığıyla ümmetin tesisi uğruna efor harcarsam, ne Allah’ın rızasını gözetmiş olurum, ne de bu halkın esaretten özgürlüğe çıkışı noktasında bir adım atmış olurum. Çünkü Allah(c.c) Kürtlerin uşak, Türk, Arap ve Farsların da efendi olması gibi bir kaide ortaya koymamıştır. Bilakis, her milletin çeşitli tarihi ve coğrafik koşullar nedeniyle farklılaştığını ve bunların birbirlerine karşı adalet çerçevesinde ilişki kurmalarını tavsiye etmiştir. Bilinçli olduğunu iddia eden ve kendilerini toplumdan farklı bir tabaka gibi gösteren Kürt dindarları, eğer halen resmi ideolojinin dini söylemlerini dolaylı yoldan ifade ederek adaleti tesis edeceklerini düşünüyorlarsa büyük bir gaflet içindedir. Çünkü adalet, Allah’ın kitabını kendine göre evirip çeviren din dışı düzenlerin, ister kavramsal bazda isterse fiiliyat noktasında etkisinde kalınarak inşa edilemez. Ancak ve ancak, hiçbir dünyevi kir bulaştırmadan yüce kitap olan Kuran’ı Kerim’e sığınılarak tesis edilebilir. Bu yapıldığı takdirde Allah’ın rızası da muhakkak ortaya çıkacaktır.

Kürdistan’da İslamcıların durdukları yer ile durmaları gereken yer arasındaki fark, seküler hayat stilini benimseyenlerin kemiyetini arttırtacaktır. Öz İslami anlayışa dönüşün siyasi platforma Allah’ın hoşnut olacağı şekilde yansıtılması, durulması gereken konumu ortaya çıkaracak ve dünyevi bakış tarzının etkisini yitirmesine, uhrevi yaşam alanının ise güçlenmesine vesile olacaktır.