KUR’AN’DA HALİFE SÖZCÜĞÜ VEYA KUR’AN’DAKİ HALİFE

KUR`AN`DA HALİFE SÖZCÜĞÜ

VAN 15.02.2014 23:22:08 0
KUR’AN’DA HALİFE SÖZCÜĞÜ VEYA KUR’AN’DAKİ HALİFE
Tarih: 01.01.0001 00:00

      KUR`AN`DA HALİFE SÖZCÜĞÜ 07.07.2006 
KUR’AN’DA HALİFE SÖZCÜĞÜ VEYA KUR’AN’DAKİ HALİFE

“Hilâfet” sözcüğünün; “Allah’ın yeryüzündeki temsilciliği, vekilliği” olarak anlaşılması ve “halife”nin de; “Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi, vekili”, bir başka ifade ile de “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi”(!) sayılması sonucunda, bu sözcükler öz anlamları dışında kavramlaşmış ve sözcüklerin anlamları konusunda “bilenler” arasında bile ayrılıklar oluşmuştur.

Üzerinde ciltler dolusu kitaplar yazılmış olan “halife” ve “hilâfet” kavramları kimileri tarafından suistimal edilerek sömürü konusu yapılmış ve tarihteki bir çok kanlı olay da bu kavramlar yüzünden meydana gelmiştir.

“Halife” ve “hilâfet” sözcüklerinin, sözcük anlamları dışında kullanılmasının ve kabulünün en önemli sonucu ise Müslümanlar arasında kendisini göstermiş, her zamanki gibi yine yanlış inançlar; hurafeler ortaya çıkmıştır. İşte bu sebeple sözcüklerin Kur’an’daki kullanımlarının iyice araştırılması ve anlamlarının doğru bir şekilde anlaşılması gereği vardır ve bu yazımız ile sözcüklerin Kur’an’daki konumu gözler önüne serilmeye çalışılmıştır.

“Halife” sözcüğü, “arka” demek olan “hlf” kökünden ism-i fail kalıbında bir sözcüktür. Aslı “hilâfetün” olan sözcüğün sonundaki “t” harfi mübalâğa için olup, sözcük halk arasında “halife” şekline dönüşmüştür ve “halifeh” diye okunur. Sözcüğün anlamı da; “arkadan gelen” yani “zaman itibariyle bir başkasının arkasından  gelip onun yerine geçen” demektir. Örneğin bir ülkenin 16. başkanı, 15. başkanının halifesidir. Keza bir kurumun mevcut yöneticisi, kendisinden evvelki yöneticinin halifesidir. Türkçe’deki “kalfa sözcüğü de “halife” sözcüğünün değişime uğramış bir biçimidir.

“Hilâfet” sözcüğü ise; “zaman itibariyle bir başkasının arkasından gelip onun yerine geçmek” demektir.


Sözcüklerin kökü olan “hlf” harflerinin “halef” diye okunması sonradan gelenlerin “iyi”, “half” diye okunması ise sonradan gelenlerin “kötü” olduğunu ifade eder:

Meryem; 59:               Sonra bunların ardından half (kötü bir nesil) geldi ki, namazı kaybettiler (hayatlarından çıkarıp attılar). Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır.

A’râf; 169:                 Derken onların ardından half (kötü bir nesil) gelip onların yerlerine geçti. Kitab’a da mirasçı oldular. …..

Furkan; 62:                 İbret almak veya şükretmek dileyen kimseler için gece ile gündüzü hılfeten (birbiri ardınca) getiren de O’dur.

Bunlardan başka “half” sözcüğü zarf tümleci olarak da şu ayetlerde geçmektedir: Yunus; 92,   Ya Sin; 9, 45,   Bakara; 66, 255,   Cinn; 27,   Meryem; 64, Rad; 11,   Fussılet; 14, 25, 42,   Ahkâf; 21,   Âl-i Imran; 176,   Nisa; 9,   A’râf; 17, Enfal; 57,   Ta Ha; 110,   Enbiya; 28,   Hacc; 76,   Sebe; 9.

“Half” sözcüğünün türevlerinden olan “ihtilâf, muhalif, muhtelif, muhalefet” sözcükleri Türkçe’ye de geçmiş olup, hepsinin anlamları türedikleri kökün anlamına uygun olarak “zıtlık” eksenlidir. Yani sözcükler yüz yüze, yan yana değil de, arka arkaya, sırt sırta olmayı, zıt yönlere yönelmeyi, aykırılığı ifade etmektedir. “Half” sözcüğünün bu kalıplardaki türevleri ise Kur’an’da doksana yakın yerde geçmektedir.

“Halife” sözcüğü tekil olarak Kur’an’da iki kez yer alırken, çoğulu olan “hulefa” ve “halaif” sözcükleri yedi kez yer almıştır. Konumuz olan “halife” sözcüğünün iyi anlaşılması için, önce sözcüğün çoğul olarak geçtiği ayetlere bakmakta yarar vardır:

En’âm; 165:                Ve O sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi denemek için, bazınızı bazınızın üstüne yükseltendir. Şüphesiz Rabbin, kovuşturması çabuk olandır ve O, kesinlikle  çok bağışlayandır, Rahîm’dir.

A’râf; 74:                   Düşünün ki Ad’dan sonra sizi halifeler yaptı. Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi: Onun düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın da yeryüzünde fesatçılar olarak taşkınlık yapmayın.

A’râf; 69:                   Sizi uyarması için içinizden bir adam üzerine Rabbinizden, size bir zikir (öğüt/ kitap) gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra, halifeler yaptı ve yaratılışta boy bos itibariyle sizi artırdı. Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa erdirilesiniz.

Yunus; 73:                  Buna rağmen yine de onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtardık. Ve onları halifeler yaptık. Ayetlerimizi inkâr edenleri ise suda boğduk. O uyarılanların akıbetinin nasıl olduğuna bir bakıver.

Fatır; 39:                    O, sizi yeryüzünde halifeler yapandır. ……..

Yunus; 13, 14:            Ve ant olsun ki, sizden önceki bir çok kavmi, elçileri  kendilerine bir çok açık belge ile geldiklerinde zulmettikleri için helâk ettik. Zaten onlar inanacak değillerdi. İşte günahkârlar topluluğunu biz böyle karşılıklandırırız. 
Sonra nasıl amel edeceğinize bakalım diye onların sonrasından sizi yeryüzüne halifeler yaptık.

Neml; 62:                   (Onlar mı hayırlı) Yoksa, kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve kötülüğü gideren, sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah’ın yanında başka bir ilâh mı var? Çok az düşünüyorsunuz!

Görüldüğü gibi bu ayetlerde yer alan “halifeler” sözcüklerinin hepsi de; “arkadan gelip eskilerin yerini alanlar” manasındadır. Yani, bütün “halifeler” sözcükleri, sözcük anlamı ile kullanılmış olup, hiçbiri “yeryüzünde Allah’ın yerini alan, O’na vekâlet eden, O’nun adına hareket eden” anlamında değildir.

Yukarıdaki ayetler haricinde bir de “half” kökünün “istif’al” kalıbıyla  kullanıldığı ayetler vardır ki, bu ayetlerdeki sözcükler de yine “halef, halife bırakmak, birisini başkasının yerine geçirmek” anlamındadır:

Nur; 55:  Allah, sizlerden iman etmiş ve salihatı işlemiş olanlara, kendilerinden öncekileri halifeler kıldığı gibi, yeryüzünde onları da halife kılacağını (başkalarının yerine geçireceğini)  vaat etmiştir. ……

En’âm; 133: Ve senin Rabbin, Ğani’dir (hiçbir şeye muhtaç değildir), merhamet sahibidir. Sizi, başka bir kavimlerin soyundan getirdiği gibi, dilerse, sizi de giderir (yok eder) ve sizden sonra yerinize dilediğini halife yapar.

Hud; 57:                     “Buna rağmen yine de yüz çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ve benim Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi halife yapar. Siz O’na hiçbir şeyce zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.”

A’râf; 129:                 (Kavmi de) Dediler ki: “Sen bize gelmeden önce de eziyet gördük, sen geldikten sonra da.” (Musa) Dedi ki: “Umulur ki, Rabbiniz düşmanlarınızı helâk edecek ve sizi yeryüzünde halife kılacaktır. O zaman da sizin nasıl davranacağınıza bakar.”

Gerek “halifeler” sözcüğünün geçtiği ayetlerde gerekse “half” sözcüğünün istif’al kalıbında olanlarının geçtiği ayetlerde “hilâfet”; “kendinden evvelkinin yerine geçmek” anlamına gelmektedir. Yani bütün bu ayetlerde halifeliği konu edilen kişi veya toplumlar, hep başka kişilerin veya yok edilmiş toplumların yerini almışlar, ama hiç Allah’ın halifesi, temsilcisi, vekili olmamışlardır.

“Halife” şeklinde tekil hâliyle Kur’an’da sadece iki kez yer alan sözcüklerin ilki, iniş sırasına göre Sad suresinde geçmektedir:

Sad; 26:                     Ey Davud! Gerçekten Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık (yaptık). O hâlde insanlar arasında hakk ile hüküm ver (hakk aracılığıyla zulüm ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla). Hevaya (keyfe, arzuya) uyma. O takdirde seni Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak Allah yolundan sapanlar, hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır.

Acaba bu ayette halife yapıldığı söylenen Davud peygamber Allah’ın yerini mi almış, O’nun yerine mi halife olmuştur? Tabiî ki bu sorunun cevabı “Hayır!” olmalıdır. Çünkü hem Kur’an hem de tarihî bilgiler bize Davud peygamberin, İsrailoğullarının o günkü yöneticisi olan Talut’un yerini aldığını bildirmektedir. Kitab-ı Mukaddes ve İbranî tarihinde ise Davud peygamberin yönetimi, bir söylentiye göre kayınpederi olan Saul’den aldığı bilgisi yer almaktadır. Yani, Davud peygamber Allah’ın halifesi değildir, yeryüzünde O’nun yerini almamıştır; Talut’un (veya Saul) ölümü üzerine onun yerine İsrailoğullarının kralı olmuştur.

Kur’an’da yer alan “halife” sözcüklerinin ikincisi Bakara suresindedir:


Bakara; 30:                Ve bir zaman Rabbin, meleklere: “Ben yeryüzünde bir halîfe kılacağım (yapacağım)” demişti. “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi kılacaksın (yapacaksın)? Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve seni takdis ediyoruz” demişlerdi. “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok  iyi bilirim” dedi.


Bu ayette, bir çoklarının anladığı gibi, insanın ilk yaratılışı değil, halife yapılışı anlatılmaktadır. Çünkü insanın halife yapılışı, “takdir etmek, biçim vermek, yaratmak” anlamındaki “halk” fiiliyle değil, “bir hâlden başka bir hâle dönüştürmek” anlamındaki “ca’l” fiiliyle anlatılmıştır. Ayrıca ayetten, halife kılınacak olanın, daha önce yaratılmış melekler tarafından tanınıp bilindiği anlaşılmaktadır ki, bu husus da ayetin ilk yaratılışı anlatmadığını göstermektedir.

Bakara suresinin 30. ayetindeki halifenin kimliği, Sad suresinde halife kılınan Davud peygamber gibi açıkça belirtilmemesine rağmen, bir sonraki ayette Allah’ın Âdem’e isimleri, yani konuşmanın temeli olan kelimeleri öğrettiği ve bunları meleklerin bilmeyip Âdem’in bildiği, onun için hali­feliğe ehil olduğu anlatıldığından, halife yapılanın, insan olduğu anlaşıl­maktadır. Ama buradaki “insan halife”nin kime halife kılındığı belli değildir. Bir insanın; Âdem’in veya Davud’un Allah’tan sonra gelip O’nun yerine geçmesi söz konusu edilemeyeceğine göre bu ayetteki halifenin kime halife kılındığı düşünülmelidir, araştırılmalıdır.

Bu noktada, Rabbimizin geçmişte bir çok kavimleri yok edip onların arkasından yenilerini getirdiği; halifeler kıldığı ve gelecekte de dilediği takdirde toplumları yok edip onların yerine yenilerini getireceği; halife kılacağı yolundaki mesajlarını hatırlamakta yarar vardır. Bu mesajlardan; bizim bildiğimiz insan türünden başka varlıkların daha evvel yeryüzüne hâkim oldukları, o dönemde insan denen ve kan döküp fesat çıkaran varlıkların da bilgilendirilmemiş hâlde mevcut oldukları, Yüce Allah’ın hâkim olanları ortadan kaldırmasından sonra onların arkasından kan döküp fesat çıkaran insanoğlunun yeryüzüne halife kılındığı, daha sonra da bu kan döküp fesat çıkaranların Allah’ın lütfu ile bilgilendirilmeleri sayesinde, yani kendilerine ruh üfürülmesi (vahy gönderilmesi) sayesinde erdemli bir konuma geldikleri anlaşılmaktadır. Fakat, insanoğlunun kimlerin ya da nelerin halefleri olduğu, başka bir söyleyişle insanoğlunun seleflerinin kimler ya da neler olduğu ise bu mesajlardan anlaşılamamaktadır. Bunların ne tür yaratıklar olduğu belki ilerideki zamanlar içinde anlaşılacaktır.

Sonuç olarak, “halife” ve “hilâfet” sözcükleri Kur’an’da işte bu şekilde yer almıştır. Dolayısıyla Kur’an’ın bahsettiği “halife”, bugün herkesin anladığı gibi siyasî anlamdaki “halife” değildir. Hele (hâşâ) birilerinin zannettiği gibi yeryüzünü adaletle yönetmede Allah’ın temsilcisi anlamındaki halife; “Halife-i rûy-u zemin” hiç değildir.  (Yavuz Sultan Selim’den sonraki Osmanlı padişahlarına “Halife-i rûy-u zemin” denirdi.)