KUR’AN’A GÖRE ŞEFAAT‏

Kur’an’da, şefaat kelimesinin değişik türevleriyle kullanıldığı ayetlerin genel olarak üç özelliğinden bahsetmek mümkündür

VAN 3.08.2015 09:50:28 0
KUR’AN’A GÖRE ŞEFAAT‏
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Ömer Yıldız

Dinî bir terim olarak şefaat, ‘günahkâr bir müminin affedilmesi veya yüksek derecelere ulaşması için, Allah nezdinde mertebesi yüksek olan birinin O’na dua etmesi, dilekte bulunması’ ve daha çok ‘bu yüksek mertebeli kulların, âhirette günahkârların bağışlanması yönünde vukû bulacak aracılık ve dilekleri’ demektir. [1] Kısaca şefaat, aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek anlamlarına gelir.

Şirk dininin temel karakteristiği olan şefaat konusunu hakkıyla anlayabilmek için, Cahiliye Arablarının Allah inancını ve Ahiret tasavvurlarını iyi bilmek gerekir. Zira “Mekke müşriklerinin Allah inancındaki çarpıklık “şirk”, Ahiret anlayışındaki çarpıklık da “şefaat” biçiminde tezahür etmiştir.” [2] Bilindiği gibi şirk inancı bütünüyle şefaat mantığına dayanır ve müşrikler Allah’a yakın olmak, onun rızasına nail olmak gibi sebeplerle bazı varlıkları aracı olarak kabul etmektedirler. [3] Cahiliye Araplarının Allah’ı inkâr etmediklerini ve putlarını Allah’a denk tutmadıklarını biliyoruz. Onlar putlara tapınmalarını bizi Allah’a yakınlaştırıyorlar ve Allah ile aramızda şefaatçilerimizdir diye izah ediyorlardı. Kendilerini süfli ve değersiz, putlarını yüce ve Allah katında itibarlı varlıklar olarak düşündükleri için, Allah’a ulaşmada aracı olarak görüp, “işte şunlar bizim Allah katında kayırıcılarımızdır diyerek iflah olacaklarını zannediyorlardı.” (10/Yunus: 18)


Kur’an’da, şefaat kelimesinin değişik türevleriyle kullanıldığı ayetlerin genel olarak üç özelliğinden bahsetmek mümkündür, buna göre:

1- Şefaat tamamen uhrevî bir meseledir ve konu Kur’an’da ahiret bağlamında ele alınmıştır.

2- Kur’an’da şefaatten, müşriklerin bir inancı, beklentisi ve öte dünyaya ait tasavvurları olarak bahsedilmektedir.

3- Sadece Bakara suresinin 254. ayetinde müminler muhatap alınarak, şefaat müessesesine güvenmemeleri hususunda uyarılmaları söz konusudur. [4]

Şefaat konusunun omurgasını oluşturan ayet; “De ki: Allah katında hiçbir güçleri ve yetkileri olmayan varlıkları mı şefaatçi ediniyorsunuz. Hayır, şefaat etme yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir.” ayetidir. (39/Zümer: 44) “Şefaate konu olan tüm ayetler bu ayet ışığında ele alınmalı ve anlaşılmalıdır. Bu ayet açık ve net olarak şefaati yalnızca Allah’a tahsis etmektedir. Bir Kur’an terimi olan şefaatin dünya hayatında, güzel bir işe öncülük etmek anlamına geldiğini bildiren ayetin (4/Nisa, 85) dışında, bu terimin Kur’an’da hiçbir olumlu anlamı yoktur. Kur’an’da içinde “şefaat” geçen 25 ayetin belagat çatısı “olumsuzlama” üzerine kuruludur. Kur’an şefaatten, şefaati ispat için söz etmez. Muhatapları inkâr ediyormuş da, Kur’an onları şefaate inanmaya çağırıyor değildir. Durum tam aksinedir. İlk muhatapların Allah’ın astları olarak başkalarına kulluk etme gerekçeleri, onların kendilerine şefaat edeceğine dair inançlarıdır. Bu hakikat; Allah’tan başkalarını sığınacak otorite edinenler, “biz bunlara sadece bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.” (39/Zümer: 3) şeklinde ifade edilir. Kur’an şefaat konusundaki ayetleri olumsuz çatı üzerine kurarken, muhataplarının bu sapık inançlarını hedef alır.[5]

Bakara 255. ayetteki istisna kaydını şefaate kapı aralayacak şekilde yorumlamak Kur’an’ın bütünlüğüne ve mesajına aykırıdır. Şefaat anlayışının şirkin temel karakteristiği olduğu akıldan çıkartılmamalı ve unutulmamalıdır. Bu ayetteki Allah katında belli bir söz almış olanların âhiret gününde kendilerini kurtaracakları ifade edilmektedir.  Bahse konu edilen kişilerin ise; “Allah dostları” (Yunus 62), “Allah’a inanmış ve O’na karşı gelmekten sakınmışlar.” (Yunus: 63) “iyilik yapanlar ve kıyamet günün korkusundan güvende olacak (27/Neml: 89)  kimseler olduğudur. Kaldı ki “Ancak Allah’ın izin verdikleri müstesna” ifadesinin, müşriklerin şefaat anlayışını olumsuzlarken izne bağlı bir şefaat anlayışı ikame ettiğini düşünmek için müşriklerin şefaat anlayışının “Allah’ın izni” dışında olduğunu düşünmek gerekmektedir. Yani müşriklerin, şefaat bekledikleri varlıkların Allah’ın izni olmadan, Allah’a rağmen şefaat edeceklerine inandıklarını düşünmek gerekir ki bu durum vakıaya uygun değildir. Müşrikler şefaatini umdukları varlıkların kendilerine Allah’a rağmen değil, Allah’ın izniyle şefaat edeceklerini düşünmektedirler. Zaten bunun aksi bir durum şefaat kavramının muhtevasına aykırıdır. Dolayısıyla onlara, “Şefaat ancak Allah’ın izniyle olur” şeklinde bir cevap vermek zaten kabul ettikleri bir şeyi şart koşmak anlamsız olur. Bu nedenle “illâ bi iznihî” ifadesini “Ancak Allah’ın izin verdikleri şefaat edecektir” şeklinde değil, “Allah şefaat izni vermemişken nasıl şefaat umarsınız?” şeklinde anlamak daha isabetlidir. Hz Peygamberden bu konuda nakledilen rivayetlerde ise bir anlamda ilahî af ve mağfiretten bahsediliyor olmalıdır. [6]

Allah’ın iradesine rağmen müşriklerin bazı varlıkları şefaatçi kabul edip O’na ortak koşma ve onlardan şefaat beklentisi olanlara Kur’an şöyle cevap vermektedir. “Ey Elçimiz Muhammed! Allah nezdinde bazı varlıkları şefaatçi kabul edip onlardan medet uman müşriklere deki: “Allah kâinatta bulanan her şeyin hâkimidir. Her şeyi yaratan O’dur. Sizin şefaatçi olduğunu sandığınız varlıklar hiçbir güç ve kudrete sahip değildir. Allah’ın herhangi bir yardımcıya da ihtiyacı yoktur. Ahiret gününde sizlere şefaat etsinler diye kendilerine tazimde bulunduğunuz melekler ve diğer varlıklar kesinlikle böyle bir güce sahip değildir. Nihayet hesap günü geldiğinde şefaatçi sandığınız melekler dâhil herkes dehşet içinde kendilerinden geçeceklerdir. Konuşma izni verilen melekler de peygamberlerin hakikati anlattıklarını ikrar etmekten başka bir şey söylemeyeceklerdir. Zaten Allah’ın huzurunda hiç kimsenin gücü ve yetkisi söz konusu değildir. Bütün kudret ve yetki O’nundur. (Sebe: 22-23) [7]

Şefaat beklentisi, şefaatçi bir Peygamber dahi olsa, onu Allah’a ortak yapmak; Allah’ın otoritesine, affetme yetkisine yeni ortaklar ihdas etmek anlamına gelecektir. Ölüden veya diriden şefaat beklemek Allah’tan başkasına dua ve ibadet etmek demektir. Böyle bir beklenti ise bir nevi şirktir. Dua ederken Allah’tan istemek yerine “Peygamber hakkı için” veya “filanca velî hakkı için” ifadesinin kullanılması da Allah’tan başkasına yemin etmeye benzer. Oysa Kur’an tam da bu şirk akidesini reddetmek, İlahlığı yalnızca Allah’a tahsis etmek için inzal edilmiştir. Sadece Fatiha suresi bile Şirk dinini omurgasını oluşturan şefaat inanışına geçit vermemek için yeterlidir. Bu surede Allah’ın, ceza gününün yegâne sahibi olduğu açıkça bildirilmekte; ibadeti yalnızca Allah’a yapmamız ve yardımı da sadece Allah’tan beklememiz gerektiği açıkça ifade edilmektedir. Ahirette insanların şefaatle kurtulacağına inanmak, aslında bilerek veya bilmeyerek Allah’ın adaletinden kuşku duymak anlamına gelir. Oysa Allah’ın adaleti mutlaktır ve O hiç kimseye haksızlık yapmaz.

“Peygamberimizin günahkârlara destek olup hatırını kullanarak günahkârların kurtuluşunu sağlaması, tabir yerinde ise “Allah nezdinde torpil yapması” anlamına gelen bu anlayış, “Sen ateştekini kurtarabilir misin?” diyen Zümer sûresinin 19. âyetine taban tabana terstir. Bu anlayış sahipleri bilmelidirler ki, bu inanışlarını değiştirmedikleri takdirde peygamberimizin şefaatine nail olan değil, “Rabbim, halkım Kur’ân’ı terk etti” (25/Furkân; 30) diye şikâyetlendiği zümreye dâhil olacaklardır.” [8]

Kur’an, kişilere tapınmaya asla izin vermez. O, sadece Allah’ın sonsuz kudretinden değil, sonsuz merhametinden de söz eder. Hıristiyanlıkta ki kurtuluş nazariyesi şöyle dursun, şefaati bile reddeder. Ne var ki Sünnilik şefaat nazariyesini kabul etti; sûfiler de bir talana koyularak önlerine gelen her veliye bu imtiyazı yakıştırdılar. [9] Bugün dini cemaat ve tarikatlardaki mevcut ‘torpilcilik’ geleneğinin teolojik temeli asırlardır süregelen bu şefaat anlayışıdır.

Şefaatini Allah’ın nezdinde kabul ettirecek nüfuz ve kudrette bir kimse yoktur. “Ahirette hiç kimseye hiç kimsenin şefaat etmesi mümkün olmayacak; buna gerek de kalmayacaktır. Çünkü hayatımız olduğu gibi ölümümüz de âlemlerin Rabbi Allaha aittir. (6/En’am, 162). Allah’a aidiz ve yine O’na döneceğiz. (2/Bakara, 156). Müminler, Allah’ın merhametinden, mağfiretinden, adaletinden kuşku duymazlar.” [10] “Hiç kimse Allah ile kulu arasına girmeye kalkışarak haddi aşmasın. Allah merhametiyle affeder, kimsenin şefaat ve himmetiyle değil. Torpil illet ve zilletini, şefaat etiketi yapıştırarak Ahirete de taşımaya kalkışmayın; bunun bir geçerliliği yoktur.” [11]  



1-  Hayrettin KARAMAN, Şefaat, Yeni Şafak /10 Mart 2013

2- Mustafa İSLAMOĞLU, Hayat Kitabı Kur’an, s: 374

3- Hasan ELİK-Muhammed COŞKUN, Tevhit Mesajı, s: 1222

4- İktibas, Ocak 2011

5- İslamoğlu, a.g.e, s:920

6- Hasan ELİK-Muhammed COŞKUN, Tevhid Mesajı, s: 131

7- a.g.e, s: 975

8- Hakkı YILMAZ, Tebyin’ul Kur’an

9- Fazlurrahman, İslam, s: 336

10- iktibas, Ocak 2011

11- Zübeyir YETİK, Facebook sayfası