KUR’AN ÖNCESİ VAHY ve KUR'AN

Tevrat'ın Tahrifi Meselesiyle İlgili Bazı Mülahazalar

VAN 12.02.2014 14:07:16 0
KUR’AN ÖNCESİ VAHY ve KUR
Tarih: 01.01.0001 00:00

KUR’AN ÖNCESİ VAHY ve KUR'AN
Doç. Dr. Baki ADAM

Kur’an’ın anlaşılmasının yollarından biri de, Kur’an öncesi kutsal kitapların tahlil edilmesidir. Çünkü, insanlar üzerine birtakım hükümler koyarken Allah’ın ne kastettiğini, insanlar üzerine hüküm koymaktan onun ne gibi bir amacının bulunduğunu belirleyebilmek için Kur’an öncesi kutsal kitaplara da bakmak gerekmektedir. Birtakım eksiklikleriyle beraber, bugün elimizde Kur’an’da da Allah tarafından indirildiği belirtilen Tevrat ve İnciller bulunmaktadır. Tevrat, İncil ve Kur’an, esas yapıları itibariyle, Allah’a ait metinlerdir. Bu metinlerde, Allah’ın iradesi, insanlar üzerine hüküm koymaktan amacı ve “tavrı” yansımıştır. Bu bakımdan bu metinler, oranları değişik olmakla birlikte, birbirini açıklayıcı konumdadırlar. Bir Yahudi için Tevrat’ın anlaşılmasında Kur’an’ın ve İncillerin rolü olduğu gibi, bir Müslüman için de Kur’an’ın anlaşılmasında Tevrat’ın ve İncillerin rolünün bulunduğu tamamen reddedilecek bir husus değildir. Aynı durum İnciller bakımından Hıristiyanlar için de geçerlidir.

Bizim temel kanaatimiz, Kur’andaki bazı ayetlerin önceki kitapların ışığında daha iyi anlaşılabileceğidir. Özellikle Tevrat’ın (Eski Ahid’in bütünü de dahil) bu hususta daha önemli olduğu kanaatindeyiz. Hatta, Kur’an’a kadar ki İsrail geleneğinin de bu konuda önemli rolünün bulunduğunu düşünmekteyiz. Bu düşünce, yeni ve orijinal bir düşünce değildir. Daha önce Müslüman müfessirler bizim burada dile getirdiklerimizin icraatını yapmışlardır. Müfessirlerin çoğu, kıssaları Tevrat ve diğer İsrailî kaynaklarla açıklamaya çalışmışlardır. Hatta bazıları, Tevrat'tan ve İsrailî kaynaklardan derleyerek yaptıkları tefsirlerde Kur'an kıssalarını mitolojik bir anlatıma dönüştürmüşlerdir. Biz, anlamı açık olan ayetlerin yorumlanmasında, detaylandırmak için Tevrat'a baş vurulmasını önermiyoruz.

a) Kur'anda Zikri Geçen Tevrat'ın Mahiyeti Üzerine Bazı Açıklamalar

Tevrat'ın Kur'an'ın anlaşılmasındaki rolünün ne olabileceği konusunda öncelikle halledilmesi gereken önemli bir problem vardır. O da, Tevrat ve İncil'in mahiyeti ile bu kitapların tahrifi problemidir. Şurası bir gerçek ki, bazı müstesna Müslüman bilginler olmakla birlikte, Müslümanlar tarafından tarih boyunca, Tevrat ve İncil’in muharref kitaplar olduğuna inanılmıştır. Halen de bu inanç devam etmektedir.

Genelde Müslümanlar tarafından Hz. Musa’ya indirilen “Kitab”ın adı olduğuna inanılan “Tevrat”, Kur’an’da on altı âyette on sekiz defa geçmektedir. Dilciler ve kıraat imamları "Tevrat"ı Arapça bir kelime olarak düşünmüş ve bu dolayısıyla bu kelimenin menşei ve okunuşu üzerinde ihtilafa düşmüşlerdir. Halbuki bu kelime İbranice “Torah” kelimesinin Arapçalaştırılmış şeklidir. Dolayısıyla bu kelimeye Arapça köken bulmaya çalışmak boştur.

Kur’an’da on sekiz yerde zikredilen “Tevrât” kavramının anlamı ve kapsamı açık değildir. Bu kavramın kullanıldığı âyetlerden Tevrat’ın Benî İsrail’e indirilmiş bir kitap olduğu anlaşılmakla birlikte, hangi peygamber vasıtasıyla verildiği meselesi kapalıdır. İncil’in Hz. İsa’ya, Zebur’un Hz. Davud’a verildiği apaçık belirtilmekteyken Tevrat’ın verildiği peygamber ismi zikredilmemiştir. Kur’ân âyetlerinden, Tevrat’la Hz. Musa’ya verilen "Kitab"ın mı, yoksa Eski Ahid’in mi kastedildiğini anlamak zordur. Muhtevası ve kapsamı hakkında detaylı bilgi bulunmadığından, bugün Yahudiler’in elinde mevcut olan Eski Ahid’le karşılaştırıp hangi bölümüne tekabül ettiğini çıkarmak da kolay değildir. Bununla birlikte, Tevrat inmezden evvel Hz. Yakub’un kendi nefsine haram kıldığının dışında bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helâl olduğunu bildiren âyette[1] Eski Ahid’in ilk beş kitabı olan ve Hz. Musa’ya atfedilen Musa Kitabı’na (Sefer Moşe), zımnen atıfta bulunulmaktadır[2]. Yine, Tevrat’ta İsrailoğulları için cana can, göze göz, dişe diş, buruna burun, kulağa kulak karşılığında kısasın farz kılındığını bildiren Mâide 45. ayet de Musa Kitabı’nın Levililer (Torat Kohanim) 24:19-21. cümlelerine atıfta bulunulan bir âyettir. Bunun yanında, İsrailoğullarının yeryüzünde iki defa fesat çıkaracağının kitapta yazıldığını belirten İsra Suresi 4. ayet ile takip eden ayetlerin muhtevası da yine Musa Kitabı'nda (Levililer) bulunmaktadır. Ancak bunlar sadece birkaç ayetten ibaret olup, bunlardan hareketle Tevrat’ın Musa’nın Kitabı’na delâlet ettiğini ileri sürmek kolay görünmemektedir. Kaldı ki, Kurân’da Hz. Musa’ya verilen kitap için Tevrat ismi kullanılmamakta, sadece “Kitap” denmektedir. Hz. Musa’ya kitap verildiğini bildiren on üç âyette “Tevrat” lafzı yer almamaktadır[3]. Yani, İsa’ya İncil’i, Davud’a Zebur’u verdik dendiği gibi Musa’ya Tevrat’ı verdik denilmemektedir. Musa’ya verilen “Kitap” olarak Tevrat'ın zikredilmemiş olmasından biz, Kur’an’daki bu lafızla sadece Musa’nın Kitabı’nın değil, o da dahil olmak üzere bütün Benî İsrail peygamberlerine gelen vahiylerin içinde yer aldığı Eski Ahid’in bütününün kastedildiği kanaatindeyiz. Çünkü, o zamanki Yahudiler Tevrat’ın İbranice karşılığı "Torah" kavramından Eski Ahid’in tümünü anlamaktaydılar[4]. Yahudilerin bu anlayışını göz önüne alan Allah, Kur'an'da, onlarla münazara ederken onların diliyle hitap etmiş[5], "Tevrat" kavramını onların anladığı anlamda kullanmıştır demek, Kur'an'ın ruhuna aykırı sayılmamalıdır.

"Tevrat" kavramının Kur'an'da Benî İsrail peygamberlerine gelen vahiylerin tümü için kullanıldığını, içinde Tevrat lafzı geçen on altı ayetin hitap dönemi ve hitap edilen şahıs bakımından dağılımı da göstermektedir. Bu ayetlere baktığımızda, on altı âyetten altısının Hz. İsa, on tanesinin de Hz Muhammed’le ilgili olduğu görülmektedir. Yani, içinde Tevrat lafzı geçen on altı ayetle Hz. İsa ve Hz. Muhammed zamanında Yahudilerin elinde mevcut olan vahiy mecmuu kitaplar kastedilmektedir. Kur’an herhangi bir ayıklamada bulunmadığına göre, bu vahiy mecmuu kitapların içine, Musa’nın, İşaya’nın, Yeremya’nın, Eyup’un, Samuel’in ve diğer bir çok peygamberin kitapları girmektedir. Bütün bu kitapların toplamına Kur’an’da “Tevrat” denilmektedir.

Sonuç olarak; Kur'an'daki "Tevrat" kavramı, sadece Hz. Musa''ya verilmiş kitabı tanımlayan bir isim değildir. Bu kavram, Hz. Musa da dahil olmak üzere, bütün İsrail peygamberlerine gönderilen vahiylerin genel adıdır. Dolayısıyla, bütün İsrail peygamberlerinin kitapları Kur'an'da "Tevrat" adıyla anılmaktadır. Allah, içindeki dinî hükümleri kastederek, Tevrat'ı kendisinin indirdiğini bildirmektedir. Fakat bu, Allah'ın, Yahudilerin uzun zaman içerisinde derleyip toparladığı bugünkü Tevrat'ın tümüne sahip çıktığı anlamına gelmemektedir[6].

b) Tevrat'ın Tahrifi Meselesiyle İlgili Bazı Mülahazalar

Kur'an'a göre Tevrat'ın mahiyetini bu şekilde ortaya koyduktan sonra, Yahudilerin onu tahrif edip etmedikleri meselesine de bakmak gerekmektedir. Tevrat'ın tahrifi meselesi, Müslümanlar arasında Ehl-i Kitab'a karşı en çok polemik konusu yapılan bir meseledir. Müslüman bilginler bu hususta üç farklı görüş beyan etmişlerdir. Bazıları, Tevrat'ın ekseri kısmının lafız ve mânâ bakımından tahrif edildiğini iddia etmişlerdir. Bunun aksi kanaate sahip olanlara göre ise tahrif ve tebdil, Tevrat'ın lafzında değil, tefsirinde meydana gelmiştir. Bu iki grup arasında orta bir yer tutan üçüncü bir grup, Tevrat'ın lafzının pek az kısmının tebdil edildiği, asıl tebdil ve tahrifin onun tefsirinde meydana geldiği kanaatine varmıştır.

Müslüman bilginlerin ekseriyetince benimsenen Tevrat'ın tümünün tahrif edildiği iddiası Kur'an açısından tenkide açık bir iddiadır. Maide Suresi’nin 44 ve 46. ayetlerinde, Tevrat’ın Hz. İsa’ya kadar Beni İsrail peygamberleri ile Rabbanîler ve Ahbâr tarafından korunageldiği açıkça ifade edilmektedir. Hz. İsa’dan önce Tevrat’ın metninin tahrif edilmiş olabileceği varsayılsa bile, Hz İsa’ya “Kitab”ın, “Hikmet’in Tevrat’ın ve İncil’in öğretildiği bildirilen Âli İmran 48. âyetten hareketle, Hz. İsa tarafından Tevrat’ın asıl şeklinin yeniden ortaya konduğu söylenebilir. Tevrat’ın Hz. İsa’dan sonraki durumu ise daha belirgindir. Tevrat metni üzerinde yapılan çalışmalar en geç M.S. II. Asırda tamamlanmıştır. M.S. II. Asırda, Yavne’de toplanan Synod’da Tevrat metinlerine son şekil verilmiştir. Son düzenlemeler yapılan Yavne Synodu’ndan bu yana, Tevrat metninde önemli bir değişiklik olmamıştır. Masorite denilen Tevrat metin uzmanları ortaya çıkmış ve bunlar standart masoratik (geleneksel) metinleri korumuşlardır. Bu Masoriteler sayesinde Yahudi cemaatlerinin elinde bulunan nüshalar arasında birlik sağlanmıştır. Buna dayanarak Yahudi kelamcılar, Müslümanların tahrif iddiasına karşı dünyadaki bütün Tevrat nüshalarının doğuda da batıda da en küçük detayda bile aynı olduğunu savunmaktadır[7].

Özetle ifade etmek gerekirse, İslam’ın doğuşundan üç dört asır önce Tevrat son şeklini almış bulunmaktaydı. Mısır’da, Filistin’de, Irak’ta, Yemen’de ve hatta Habeşistan’da yaşayan büyük Yahudi cemaatleri aynı nüshaya sahipti. İslam sonrasında Medine ve civarındaki Yahudilerin Tevrat’ı tahrif etmiş olması ise makul olmaktan uzaktır. Çünkü, eğer böyle bir şey yapmış olsalardı, onların Tevrat'ı ile diğer Yahudi cemaatlerinin elinde bulunan Tevrat nüshaları arasında fark doğardı. İkinci bir husus, Tevrat’ın Yunanca Septuaqint, Aramca Targum, Süryanice Pesikta tercümeleri de vardır. Bu tercümelerin hepsi İslam'dan önce yapılmıştır. Medine ve civarındaki Yahudilerin bütün bu nüsha ve tercümelerden bu bilgileri çıkarmış olması ise mümkün değildir. Zaten Kur’an’da Tevrat’ın Yahudiler tarafından lafzen değiştirildiği açıkça belirtilmemektedir. Kur’an’da, onların “kitap”ı tahrif ettiği, kelimelerin yerini değiştirdiği bildirilmektedir. Onların bu tahrifi “Yuharrifûna’l-kelime an mevâdı'ıhî” ifadesiyle açıklanmaktadır. Bu ifade bazı yerlerde, mesela Maide 41. ayette “Yuharrifûne’l-kelime min ba’di mevâdı'ıhî” formunda da geçmektedir. Müfessirler bu iki ifade formu arasında farklılığın bulunduğunu belirtmektedirler. Onlara göre, “Yuharrifûne’l-kelime an mevâdı'ıhî” yorumda tahrif, “Yuharrifûne’l-kelime min ba’di mevâdı'ıhî” ise hem yorum hem de lafızda tahrif anlamına gelmektedir (Bkz. Beydavi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil, Maide 41.ayetin yorumu).

Müfessirler, lafızda tahrifin olduğunu savunmakla birlikte buna Tevrat’ın ahkâm ayetlerinden delil getirememişlerdir. Tevrat’ın hangi ahkâm ve ahlâk ayetlerinin lafızlarında tahrifin vuku bulduğu, müfessirlerin ekserisince bilinen ve bildirilen bir husus değildir. Müfessirler, böyle bir yorumu sadece Kur’an’ın metninden çıkarmaya çalışmışlar, dar alanda polemik yapmışlardır. Halbuki Kur’an’da geçen “tahrif”ten metinde, yani lafızda tahrifin değil, yorumda tahrifin kastedildiğini başka ayetlerden çıkarmak mümkündür. Ayrıca, tahrif meselesinin söz konusu edildiği ayetlerin siyak ve sibakına bakıldığında, bu ayetlerin Tevrat'la uzaktan yakından ilgisi olmadığı da görülmektedir[8]. Bu ayetlerde söz konusu edilen tahriften kasıt, Yahudilerin işlerine gelmeyen söz ve olayların anlamlarını çarpıtmalarıdır. Yoksa, ellerine silgi ve kalem alarak Tevrat'taki kelime ve cümleleri silip yerlerine yenilerini yazmaları değildir. Maide 41. âyet bunu açıkça göstermektedir. Bu âyette, Yahudilerin bir olayın hükmünü öğrenmek için Hz. Muhammed'e bir heyet gönderdikleri ve istedikleri hükmü verirse almalarını öğütledikleri belirtilmektedir. Onların bu davranışı, “Yuharrifûne’l-kelime min ba’di mevâdı'ıhî” cümlesiyle tanımlanmaktadır. Bu cümle, bazı meallerde hemen Tevrat'la ilişkilendirilmekte ve Tahrif edilenin Tevrat olduğunu göstermek için parantez içi açıklama yapılmaktadır. Kanaatimizce bu, ön kabullerden ve yargılardan kaynaklanmaktadır.

Bununla birlikte, Tevrat'ın metnin kasıtlı olarak tahrif edildiğini imâ eden bazı âyetler de bulunmaktadır. Bu ayetlerden bizim için en önemlisi, Bakara Suresi 79. ayettir. Bu ayette, Yahudi bilginlerinin kitabı elleriyle yazıp "Bu, Allah katındandır" dedikleri ve küçük bir menfaat için bile bunu yaptıkları belirtilmektedir. Takip eden 80. ayette ise, o Yahudi bilginlerin "Sayılı günler dışında ateş asla bize dokunmayacaktır" dedikleri bildirilmektedir. Sadece Kur'an ve Hadis literatüründen edinilen bilgiler çerçevesinde bakıldığında, bu işin, Tevrat'ın metniyle ilgili olduğunu anlamaktan başka yol yok gibidir. Fakat, Yahudi kültürüne ve vahiy anlayışına vâkıf olunduğunda, bunun Tevrat'ın metniyle alakasının olmadığı görülmektedir. Burada söz konusu edilen hususlar, Yahudi hahamların Allah'ın vahyi olduğunu iddia ettikleri Talmud'da geçmektedir[9].

Sonuç olarak, Kur'an'da bahsedilen kasıtlı tahrif Tevrat'ın metniyle alakalı değildir. Tevrat'ın metninin bütünü Kur'an'da problem edinilmemiştir. Kur'an'a göre önemli olan, onun içinde hidayete sevk edici ahkâmın bulunmasıdır. Bununla birlikte, Kur'an açısından, Yahudilerin bugün elinde bulunan Tevrat'ın tamamen vahiy mahsulü olduğu da iddia edilemez. Bazı Yahudi bilginlerinin de kabul ettiği gibi, uzun zaman içerisinde derlenen Tevrat'ın metnine sonradan ilaveler olmuştur. Fakat bunlar, kasıtlı tahrifat türünden şeyler değildir.

c) Kur'an'daki Bazı Ayetleri Anlamada Tevrat'ın Ne Rolü Olabilir?

Bilindiği gibi Allah, Tevrat’ta[10], İncil’de ve Kur’an’da hayatın çeşitli alanlarıyla ilgili kanun ve hükümler koymuştur. Tevrat’tan Kur’an’a, bu kanun ve hükümlerden bazıları değişime uğramış, bazıları aynen kalmış, bazıları da kaldırılmıştır. Değişme, iki yönlü olmuştur. Tevrat’ta katı olan bazı kanun ve hükümler Kur’an'da yumuşatılmış, esnek olanlardan bazıları da, hırsızlığın cezasında olduğu gibi, sertleştirilmiştir. Tevrat ile Kur’an arasındaki bu pozitif ve negatif yöndeki gelişme çizgisi, bazen İncil’de kırılmıştır.

Kanaatimizce, Tevrat ile Kur’an arasındaki bu gelişme çizgisi takip edilerek, Allah’ın insanlar üzerine kanun ve hüküm koymadaki maksadı, hangi alanlardaki kanun ve hükümlerin değişim özelliği taşıdığı, kısmen tespit edilebilir. Mesela, Tevrat’ta erkeğin olduğu durumlarda kadına miras hakkı tanınmamıştır. Ancak erkeğin bulunmadığı hallerde miras kadına kalabilir (Bkz. Sayılar, 27: 6-11). Bu kanunda, Kur’an’a kadar bir değişme olmamıştır. Rabbîler ve Soferim (Kur’an’ın deyimiyle Rabbanîyyun ve Ahbar) bu kanunda hiç bir değişiklik yapmamış, İncil’de de bir değişiklik yapılmamıştır. Kur’an’a baktığımız da, erkeğin yanında kadına da miras hakkı tanınmıştır (Nisa, 7). Ancak Allah, belki de Kur’an’ın indiği dönemdeki şartları göz önüne alarak, erkeğe kadına oranla iki misli pay verilmesini tavsiye etmiştir (Nisa, 11). Burada görülüyor ki, Tevrat’tan Kur’an’a kadın haklarında bir gelişme vardır. Bu gelişme çizgisinde Kur’an’da varılan nokta son nokta mıdır, bunu Kur’an ehli tartışacaktır. Burada biz, sadece gelişme çizgisini ortaya koyduk.

Boşanma ile ilgili kanun ve hükümlere baktığımızda, Tevrat’la Kur’an arasında bir değişikliğin olmadığını görüyoruz. Tevrat’ta boşanma serbest bırakılmıştır (Tesniye, 24: 1-4). Daha sonra Hz. İsa, uygulamada keyfî davranılması sebebiyle zina gerekçesi dışında boşanmayı yasaklamış, boşanmış kadınla evlenin zina işlemiş sayılacağını söylemiştir (Bkz. Markos, 10: 2-12). Kur’an’a gelindiğinde, boşanma, şartları dahilinde serbest bırakılmıştır.

Bu konuda üçüncü örneğimiz, ukubatla ilgili kanun ve hükümlerdir. Tevrat’ta, kasıtlı öldürme ve yaralamaların cezası, hüre hür, kısas olarak takdir edilmiştir[11]. Failin hür, mağdurun köle veya cariye olduğu durumlarda ceza, diyet olarak belirlenmiştir. Çünkü, köle ve cariye mal olarak görülmüştür (Çıkış, 21:20, 26-27). Bunların dışında, anne babaya vurma, onlara lanet okuma, adam kaçırma ve zina suçlarının cezası da ölüm olarak belirlenmiştir ( Çıkış, 21: 15-17). Cezanın uygulanmasında, mağdura ve onun yakınlarına diyet karşılığında affetme hakkı tanınmamıştır; suçu işleyene mutlaka kısas uygulanacaktır.

Tevrat’ın bu kanun ve hükümleri, Yahudiler arasında hukuk çalışmaları başladığında, sorgulanmaya başlanmıştır. Yahudi hukukçular (Soferim ile Rabbanîm, Kur’an’ın ifadesiyle “Rabbaniyyun” ve “Ahbar”), “Allah bu kanunları ve hükümleri bize buyurmakla neyi kastetti” diye sormuş ve Tevrat’taki ahkâm ayetlerini Tevrat’ın bütünlüğü içinde yorumlamaya başlamışlardır. İlk önce Mişna bilginleri (M.Ö. 130 ila M.S. 200 arası), Şabat (Cumartesi) dışında meydana gelen yaralama suçlarının cezasını tamamen diyete çevirmişlerdir[12]. Ölüm cezası hükümlerini olduğu gibi benimsemiş, fakat bu tür davaların bakılmasını yüksek mahkeme olan Sanhedrine bırakmışlardır[13].

M.S. III. Asırda Mişna’yı yorumlamaya başlayan bilginler, Mişna ışığında Tevrat’ın ahkam ayetlerini yeniden yoruma tabi tutmuş, etraflıca tartışmışlardır. Onlar, Mişna bilginleri tarafından gerekçelendirilmeden diyete çevrilen yaralama suçlarının cezasıyla ilgili hükümleri, Tevrat’ın metninden delillendirmeye teşebbüs etmişlerdir. Bazıları “göze göz” kısası savunmuş, ekserisi ise bu hükmün uygulamasından doğacak adaletsizlikleri, istenmeyen sonuçları ve Tevrat’ın “Uygulayacağın hükümde bir olacaksın” ilkesini göz önüne alarak yaralamalarla ilgili kısas hükümlerini mutlak diyete çevirmişlerdir. Bu son düzenlenmiş hüküm, Yahudi hukuku “Halakhah”da tek geçerli hüküm olmuştur.

Diğer kısasla ilgili hükümler aynen benimsenmekle birlikte, ölüm cezasını gerektiren suçlara bakan Sanhedrin’in MS. 70’de Romalılar tarafından ortadan kaldırılmasından sonra bu hükümler otomatik olarak yürürlükten kaldırılıp askıya alınmıştır. Mesih gelip Sanhedrin'i kurduğu zaman tekrar yürürlüğe girecektir.

Şimdi, Tevrat’taki kısasla ilgili hükümler hususunda Kur’an’a baktığımızda Tevrat’taki hükümlerin Kur’an’da da tekrarlandığını görüyoruz. Maide 45.âyette, İsrailoğullarına “cana can, göze göz, dişe diş, buruna burun, kulağa kulak, yaraya yara karşılığında kısası farz kıldık” denmektedir. Ayetin bu kısmı, Tevrat’ın Çıkış ve Levililer bölümlerinde aynen yer almaktadır. Ancak, Kur’an’ki ayetin devamında “kim hakkından vazgeçerse, bu onun günahlarına keffaret olur” denilerek kısasın uygulanmasında bir esneklik getirilmektedir. Kur’an’ın doğrudan Müslümanlara hitap eden başka bir kısas ayetinde, Bakara 178.ayette, mağdurun yakınlarının kâtili affedebileceği, bunun müminler için bir rahmet ve hafifletme olduğu bildirilmektedir. Tevrat’ta böyle bir esneklik ve hafifletme yoktur. İşte, bu mukayeseden, ilk bakışta İsrailoğullarıyla ilgili bir kıssa gibi görünen Maide 45. âyetin, kıssa formundaki anlatım biçimiyle, Müslümanlar için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır.

Maide Suresi’nin bu ayetiyle Bakara 178. âyet, kısasla ilgili hükmün, esas bakımından sabitliğini göstermektedir. Çünkü, yaklaşık iki bin yıllık zaman farkına ve diğer farklılık faktörlerine rağmen, Tevrat’tan Kur’an’a, hükmün özünde, esasında bir değişme olmamıştır.

Maide Suresi’nin bu ayetinde dikkati çeken başka bir husus, bu ayette, Yahudilerin Tevrat’ta farz kılınan kısas hükmünü değiştirmekle suçlanmasıdır. Mişna ve Talmud bilgini Rabbilerin, adaletsizliğin ve istenmeyen sonuçların doğmasını önlemek ve “Uygulayacağın hükümde bir olacaksın” âyetindeki ilkeye uymak için yaptıkları bir tasarrufu Allah hoş karşılamamaktadır. Bunun nedeni, Yahudi bilginlerin şartlara göre ayarlama yapma yerine Allah'ın bu hükmünü tamamen diyete çevirmiş olmalarıdır.

DİPNOTLAR
[1]. Al-i İmrân, 93.

[2]. Bkz. Tekvin, 32:33.

[3]. Bkz. isrâ 2; Mü’minun 49; Furkan 35; Kasas 43; Secde 23; Saffat 117; Fussilet 45; Ahkaf 12; Bakara 53, 87; En’âm 154; Hud 17, 110.

[4]. Yahudiler, belki o zaman sadece Zebur’u Tevrat kavramının kapsamı dışında tutmuş olabilirler. Joseph Horowitz’in Benî Nadir Kabilesinden ve Hz. Muhammed’in ça¤daşı oldu¤unu ileri sürdü¤ü Sammak isimli bir şairin bu meyanda bir şiirini nakletmektedir. Sammak, şiirinde şöyle der: “Ve kanu ‘d-dârisine li kulli ilmin / bihi’t-Tevrâtu tantiku ve’z-Zeburu” . Horowitz Sammak’ın bu şiirini, Hz. Muhammed’in Tevrat lafzını yahudilerden aldı¤ını göstermek için nakletmiştir. Bkz. Joseph Horovitz, Jewish proper Names and Derivates in Koran, Hebrew Union College annual, Germany 1964, ( vol. II) sf. 50 (Ayrı basım).

[5]. Muhammed Abduh, Kur’an’da Allah’ın, Kur’ân ayetlerinin indi¤i dönemde yaşayan topluma kendi terimleri ve dilleri ile hitap etti¤ini belirtmektedir. Bkz. J.J.G. Jansen, Kur’an’a Bilimsel-Filolojik-Pratik Yaklaşımlar, cev.: Halilrahman Açar, Ankara 1993, sf. 65.

[6]. Tevrat'ın mahiyeti hakkında Yahudi kaynaklarıyla karşılaştırmalı daha geniş bilgi için bkz. Baki Adam, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Seba Yayınları, Ankara 1997.

[7]. Bkz. Maimonides, “The Epistle To Yemen”, sf. 107; Abraham İbn Daud, The Exalted Faith (Ha Amunah Ha Ramah), translated With Commentary by Norbert M. Samuelson, Fairleigh Dickinson University Press, USA 1986, 181a.

[8]. Bkz. Bakara 75; Maide 13, 41.

[9]. Bkz. Talmud, Roş Ha-Şana, 17a.

[10]. Burada “Tevrat” kavramıyla bizim tespit ettiğimiz “Tevrat”ı değil, yaygın kullanımdaki Tevrat’ı, yani Eski Ahid’in ilk beş kitabını kastediyoruz.

[11]. Bkz. öldürmeyle ilgili olarak Çıkış, 21: 12-14, Levililer 24: 17; yaralamalarla ilgili olarak Çıkış 21: 23-25, Levililer 24:19-20.

[12]. Mişna, Baba Kamma 8:1.

[13]. Zina suçları hakkında bkz. Mişna, Sanhedrin, 7: 4, 9:1; Katil suçları hakkında bkz. Mişna, Sanhedrin 9:1-4.
------------------------
Bu Yazı Kurannesli.org'un Kuran Üzerine kategorisinden alınmıştır.
Yazının kayıtlı olduğu adres: http://www.kurannesli.org/bilgibankasi/yazi.asp?id=735
KURANNESLI.ORG © 2006