Küllerimizden Yeniden Doğabilmek

Sevtap Mendi

VAN 12.01.2018 09:39:41 0
Küllerimizden Yeniden Doğabilmek
Tarih: 01.01.0001 00:00
 İslamiyet’in bütün insanlığa gönderilen son din olmasının anlamı; bu dinin tüm insanlara ve zamanlara hitap edebilecek evrensel bir medeniyetin dinamiklerini bünyesinde taşıdığını göstermektedir.

 

Günümüz Müslümanlarının İslamiyet’in evrensellik ilkeleri doğrultusunda bütün dünya toplumlarına hitap edebilecek örnek bir medeniyete sahip olamayışlarının nedenlerini sorgulamaları gerekir.

 

Hem kendi ülkemizde, hem de diğer İslam coğrafyalarında İslamiyet’in doğru anlaşılmasına yönelik bir bilgi probleminin yaşandığı aşikardır. Müslümanların bilim ve teknoloji de geri kalmışlıklarında, cehalet ve sefaletlerinde, birbirlerini katletmelerindeki manzaralarda bu bilgi probleminin varlığı daha net anlaşılmaktadır.

 

Medine’de peygamberimiz önderliğinde kurulan, ilk İslam toplumunu şekillendiren bilgi zemini vahyin esaslarına dayanıyordu. İlk neslin sorunlarına çözüm arayışında vahiy ve akıl birlikteliği ön planda tutuluyordu. Peygamberimiz bir konu hakkında bir şey söylediğinde sahabe peygamberimizin sözlerinin vahiyden olup olmadığını sorarak vahyi ve peygamberimizin sözlerini birbirinden ayırt ediyordu. Vahiyden olan her şey itirazsız kabul ediliyor, peygamberimizin vahiy dışındaki görüşleri istişareye açık tutuluyordu. Yani sevgili nebinin beşeri kimliği ve risalet kimliği birbirine karıştırılmıyordu.

 

Bedir savaşındaki karargah tespitinde, insanların namaza çağrılması konusunda ve hurma aşılaması gibi pek çok konuda yaşanan olaylar sahabenin bu tutumuna örnektir. Kısacası İslam’ın sadrında şekillenen ilk toplum modelinin merkezinde vahye ve akletmeye dayalı bir düşünce sistemi yer alıyordu.

 

Peygamberimizin vefatının ardından yaşanan siyasi çalkantılar, İslam coğrafyasının hızla genişleyerek yabancı kültürlerin İslamiyet’e eklenmesi ve Arapların cahiliye taassuplarına geri dönüşleri gibi etkenler İslam aleminde birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sıkıntılı kargaşa dönemlerinde Müslümanlar tüm insanlığa örneklik olabilecek özelliklerini kaybetmeye başlamışlardır. Bu süreç içerisinde siyasi ve ideolojik etkenler neticesinde Müslümanlar vahyin maksadının, sorgulamanın ve düşünmenin rafa kaldırıldığı, taklitçi ve ezberci bir tutuma doğru sürüklenmişlerdir. İslam tarihi boyunca bu sürüklenmeye karşı koymaya çalışan belirli bir azınlık var olsa da, bu azınlığın sesi akıntıya kapılan çoğunluk tarafından her zaman susturulmaya ve bastırılmaya çalışılmıştır.

 

Müslümanlar aklı terketmenin en büyük ziyanını Endülüs’ün entelektüel bilgi birikimine ve bilim mirasına sahip çıkamayışlarında yaşamışlardır. Avrupa’nın Rönesans aydınlanmasının temellerinde Endülüslü alimlerin eserlerinin bulunduğuna tüm dünya şahittir. Bütün dünyaya örnek olabilecek bir İslam medeniyetinin büyük alimlerini kafir ilan ederek böyle bir nimeti ellerimizin tersiyle batının kucağına ittiğimiz de yine bütün dünyanın bildiği utanç verici bir gerçekliğimizdir.

 

Endülüs’ün Müslüman alimleri hem din alanında hem de tıp, astronomi, matematik, optik, fizik ve kimya gibi pozitif bilim alanlarında önemli çalışmalar ve buluşlar gerçekleştirmişlerdir. Endülüslü alimler eğitim ve öğretim müfredatlarında eleştirel düşünceye oldukça önem vermişler, bu anlamda İbn Hazm, İbn Rüşt, İbn Haldun, Şatibi gibi alimler doğu İslam’ının taklitçi, ezberci, nakil ve zanna dayanan metotlarını tenkit etmişlerdir.

 

Endülüs medeniyeti ile eş zamanlı bir dönemde eşariler; Allah’ın yaratma kanunlarına keyfiyet arz etmeleri ve nedensiz olayların dünyasında kerametlerin, akıl dışı mucizelerin yaşanmasını kabul etmeleri ve çarpık kader anlayışları nedeniyle Müslümanların bilimsel çalışmalarının önünü tıkayan bir yaklaşım sergilemişlerdir. Endülüs’ün yenilikçi Müslüman alimleri eşariliğin, tabiatın nedensellik ilkelerini dışlayarak Müslümanların geri kalmalarına kapı aralayan bu anlayışına bilimsel yasalar ve kuranın hakemliğinde meydan okumaya çalışmışlar fakat onların bu meydan okuyuşları tekfir edilmelerine neden olmuş, İslam tarihinin nadide bilim adamlarının eserlerinin izleri silinmeye çalışılmıştır.

 

Bu gün aynı tepkiler sorgulamayı ve eleştirel düşünceyi ön plana çıkarmaya çalışan Müslümanlara karşı da verilmektedir. Ülkemizde İslamiyet’i temsil eden ilahiyat fakültelerinde ve diyanetin kurumlarında din ve müspet ilimlerin ayrıştırıldığı, kalıplaşmış, taklidi ve ezberci bir eğitim müfredatı hakim bulunmaktadır. Bu nedenle de seçkin bir azınlığın dışında ilahiyat fakültelerinde eğitim görmüş din adamlarının büyük bir çoğunluğu Müslümanların sorunlarına çözüm üretememektedirler. Bu durum aklıselim insanların İslamiyet’ten uzaklaşmalarına ve dine mesafeli durmalarına sebebiyet vermekte, İslamiyet’in evrensel değerleri sığ düşünceli insanların zihniyetlerine hapsedilmektedir.

 

Küllerimizden yeniden doğabilmemiz, tüm dünyaya yön verebilecek, insanlığa nefes aldırabilecek ve göz aydınlığı olabilecek bir medeniyeti kurabilmemiz imkansız değildir. İslamiyet sadece Müslümanların sorunlarına değil dünyada yaşanan bütün zulüm ve kaoslara çözüm getirebilecek anlayışa sahip yegane inanç sistemidir. Yeter ki Müslümanlar olarak doğru düzgün düşünebilmeyi öğrenebilelim, donuklaşmış sistemleri sorgulayabilelim, akledelim ve yanlışlarda ısrar etmeyelim…