Kudüs üzerine

Zafer Burakmak

VAN 12.12.2017 09:36:11 0
 Kudüs üzerine
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Kudüs üzerine

İsrail’in Kudüs hesapları, ABD Başkanı Donald Trump’ın elçilik onayıyla başlamadı. İsrail, önce 1948-1949’daki Arap-İsrail savaşı sırasında diğer birçok toprak ile birlikte Batı Kudüs’ü, ardından da 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı’nda da Doğu Kudüs’ü işgal etti. 1980 yılında da birleşik Kudüs’ün başkenti olduğunu kabul ederek ilan etti. İsrail rejiminin bakanlıkları ve parlamento binası da bu kentte bulunuyor. Ve tüm bu kararlar dünyadaki en yetkin kurum olarak gösterilen Birleşmiş Milletlerin İsrail işgalini ve kararlarını tanımamasına rağmen yapılıyor.

İsrail’in Kudüs üzerine politikaları daha çok Mescid-i Aksa üzerinden gündeme geldi. Mescid-i Aksa’nın yakılmasından, gençlerin Mescid-i Aksa’ya girmesinin yasaklanmasına kadar bir dizi gelişme yaşandı. Kabul etmek gerekiyor ki, İslam dünyasının Kudüs konusundaki zaten cılız olan tavrı, genelde kararların alınıp uygulanmaya geçmesinden sonra ortaya çıkıyor. Bu anlamıyla rejiminin Kudüs hamlelerine ABD'nin Kudüs kararı üzerinden bakarsak çok şeyi kaçırırız. Halbuki bu rejim, işgal ettikten sonra adım adım işgalini muhkemleştirme siyasetini güttü. Doğu Kudüs’te onbinlerce yerleşim yeri inşa edilirken, cılız açıklamalar dışında herhangi bir ses yükseldi mi? Yahudi yerleşimciler artarken, Müslümanlara yönelik baskılar ile Müslüman nüfus düşüyordu.

Mescid-i Aksa’yı “yaşlılar evine” döndürünce hangi Müslüman toplum tehlikenin farkına vardı? Oysa çocuk ve gençlerin olmadığı herhangi bir mekân ne kadar direnebilirse, Mescid-i Aksa da o kadar direnebilecekti nasılsa. İsrail farkında; şimdiki nesil Aksa ile büyüyemeyecek, önceki nesiller ise nede olsa bir gün Aksa’da gömülecek. Adeta alıştırma yaparcasına defalarca "Yahudi aşırılıkçılar” diye Mescid-i Aksa’ya düzenlenen baskınlarda Müslüman dünyasının tepkisini ölçmedi mi? En sonunda iş, Cuma namazını yasaklama denemesine kadar vardırıldı.

Bir beldenin kimliği, tarihiyle belirlenir. Beldelerin tarihlerinin az kısmı toprağın üstünde, çoğunluğu yerin altındadır. Mezarlıklar, beldelerin nüfus cüzdanlarıdır, tapu belgeleridir. İsrail’in Müslüman mezarlıkları yıkması haber değeri bile taşımadı yıllarca. Kendilerinin mezarlık inşalarını ise büyük teknolojik haberler olarak foto galerilerle vermeyi başardılar. Kudüs’ün sadece üstü değildi işgal edilen, yerin altına da inmiştiler. Trump’ın kararından bir hafta önce Kudüs’ün altında 24 bin kapasiteli, katlı otopark misali bir mezarlık inşası onaylandı. Bugün Kudüs hassasiyeti çakan kimi medya kuruluşları ise o gün bu haberi bilimkurgu tadında verdiler.

Tüm bu işgal adımları atıldığında bugünlerdeki cılız ses bile çıkarılsa Kudüs kararını verenler iki üç defa daha düşünmek zorunda kalırlardı elbet. Bugün İsrail ve ABD birkaç günlük gerilimden sonra meselenin gündemden düşeceğine inanıyor. Ve bu kanaati kamuoyuyla da paylaştılar. Mescid-i Aksa, 21 Ağustos 1969’da kundaklandığında; dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir ne diyordu hatırlayın; “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım… Zannediyordum ki, Müslümanlar dört bir koldan İsrail’e girecekler. Lakin sabah olduğunda korktuğumuz başımıza gelmedi. İşte o zaman idrak ettim ki, biz dilediğimizi yapabiliriz. Zira bu ümmet uyuyan bir ümmettir!”

Evet, Müslümanların güçleri sınırlı olabilir. Bu gerçeğin kabulü ile politikalar üretilmeli, doğru. Ancak her zaman yapılacak bir şeyler vardır, olmalıdır. Müdahale gücü zayıf olan ülke ve toplumların bu gibi risklere karşı yapabilecekleri en akıllıca iş de kararın alınmasını engellemektir. Eğer alınan kararların uygulanmasına karşı bir irade gösterebiliyor hatta uygulamaları tersine çevirecek kudrette bulunuyorsanız, zamanlama konusundaki tercihiniz sarf edeceğiniz emekle ilgili olabilir. Fakat zayıf toplumlar, güçlenecekleri zamana kadar aleyhlerine olan hamleleri doğmadan boğamıyorlarsa geciktirmeye çalışmalı değil mi? ABD Başkanı Donald Trump’ın seçim sürecinde verdiği Kudüs sözüne, hangi halkı Müslüman devlet, ne oranda karşı çıktı? Buna Türkiye de dahil. Trump’a yapılan övgüler gazete arşivlerinde duruyor.

Ortadoğu ziyareti sırasında milyar doları bulan ticaret antlaşmaları imzalandı. Küreye el koyup, pozlar verenler de dahil, hiçbir Arap yöneticinin ABD’nin bu kararından memnun olduğunu düşünmüyorum. Bu memnuniyetsizliğin İslami bir hassasiyete bağlı olmasına gerek yok. Arap milliyetçiliği yanı güçlü olan yönetici kadroların, İsrail gibi bir güce toprak teslim etmenin onur kırıcılığını yaşadıkları aşikar. Ancak aynı liderler, İsrail’e Kudüs sözü vermiş bir Trump’a milyar dolarlık anlaşmalar imzalamadan bu şartı koşamazlar mıydı? Bir iş adamı olan Trump’ın milyar dolarlık anlaşmaları elinin tersiyle itmeyeceğini öngörmek için siyaset bilmeye gerek yok. Fakat bu yöneticilerin yumuşak karınlarının olduğunu görmek tüm bu söylenenleri boşa çıkarıyor maalesef. Küreye el basıp poz veren Suudi Arabistan sultası, muhalif her kesimden ileri gelenleri cezaevlerine atıp haraç istiyorsa, Kudüs’e ilişkin yapacağı ilk iş de medya ve toplumda konunun fazla deşilmemesi talimatı olacaktır. Çünkü bu kanaldan oluşan muhalefetin kendini vuracağı korkusu her şeyin üzerindedir. Şayet Arap milliyetçiliği tutup İsrail ve ABD’ye karşı durması halinde yine zalimliğinin sonuçlarıyla vurulacağını bilen bir diğer lider de Mısır’ın cuntacısı Sisi’dir. İhvan-ı Müslim’in başta olmak üzere kendine muhalif tüm kesimleri adeta işkenceden geçiren Sisi, Batı’nın sessizliğinin bedelini böylelikle ödemektedir. Arapçılığından kaynaklı yapacağı en küçük bir hamlede, yaptığı tüm pislikler kendisine bu işleri yaptırmak için açık çek veren patronları tarafından boynuna dolanabilir. Aslında birçok rejimde yaşanan, günahın işleyeni esir alması durumudur. Yoksa Ortadoğu’daki yöneticilerin Kudüs’ün İsrail’in başkenti yapılmasının dini olmasa da Arap milliyetçiliği duygularına sığmadığını zannediyorum.

Kudüs üzerine yapılacak her analizin temelinde hem İsrail’in geçmişte adım adım işgaline, hem Müslüman alemin sessizliğine, hem de halkı Müslüman olan devlet liderlerinin yaptıklarına iyi bakmak gerekiyor sanırım. Çünkü liderlerin diktatörlükleri önce halklarını, bu uğurda işledikleri günahlar ise sonraki süreçte kendilerini boğuyor. Bugün işlenen her suç, yarınlarını da ipotek altına alıyor. Ve bu hal devam ettikçe İsrail gibi rejimlerin adımları hızlanıyor, politikaları cüretkârlaşıyor. Bu zincirde en önce değiştirilmesi gereken hangisi sizce, İsrail mi?