Kâria suresi

Murat Kayacan

VAN 18.10.2014 10:08:15 0
Kâria suresi
Tarih: 01.01.0001 00:00

Mekke’de inen bu surenin adının ne olduğu konusunda ihtilaf yoktur. İlk üç ayeti “(Gerçekleşecek) Kıyamet! Nedir, o Kıyamet? Gerçekleşenin (Kıyametin) ne olduğunu sen nerden bileceksin?” (Hakka, 69: 1-3) şeklindeki Hakka suresinin girişindeki ifade tarzına benzeyen Kâria suresinin meali şöyledir: “Kâria! Nedir o kâria? Kârianın ne olduğunu sen bilir misin? O gün insanlar yayılmış kelebekler gibi olurlar. Dağlar atılmış renkli yün gibi olur. O gün kimin tartıları ağır basarsa o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır. Kimin tartıları hafif gelirse, onun anası da (varacağı yer) hâviye (derin uçurum) olacaktır. O uçurumun ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, kızgın bir ateştir.” (Karia, 101: 1-11)

Vurmak (İbnu’l-Esîr, 1979, IV: 44) ve kapıyı çalmak (Zebîdî, ts., XXI: 533) anlamındaki قرع kelimesi  mecazen işiten kimseyi korkutan bir sesi ifade eder (İbn Âşûr, 1984, XXX: 510). Bu kelimeden türeyen ilk ayetteki Kâria kıyamet anlamında kullanılmaktadır. Çünkü o da insana gelip çarpacaktır (İbn Faris, 1979, V: 72). Büyük bir olaya işaret eden kâria başka bir ayette şöyle geçmektedir: “İnkâr edenlerin yaptıklarından dolayı başlarına ya şiddetli bir bela (kâria) gelir ya da yurtlarının yakınına iner.” (Rad, 13: 11).

Nedir o kâria? şeklindeki sorunun amacı insanları alarma geçirmektir. Soru insanları merak ettirir.  İnsanoğlunun bir gün kapısını çalacak olan, yani karşısına çıkacak olan şey dirilip hesap vermektir. O, yeryüzünde imtihan için yaratılmıştır. Orada verilen nimetleri kullanan insanoğlu ahirette o nimetleri nasıl kullandığını tek tek izah etmek zorunda kalacaktır.

O gün insanlar yayılmış kelebekler gibi olurlar. benzetmesiyle Kıyamet gününün özelliklerine bir giriş yapılmakta ve sonraki ayetlerde de o günün özellikleri anlatılmaktadır. Ancak o günün kesin olarak ne zaman gerçekleşeceği hem günahkârları korkutmak için hem de ilahî imtihanın gereği olarak yine gizli tutulmaktadır.

Dağlar atılmış renkli yün gibi olur ayetini okuyanlar düşünmelidirler: Dağların durumu bu ise, o günde kim bilir insanların durumu ne olur! Bu ayettekine benzer şekilde nüzul sırasına göre daha sonra inen bir surenin ayetinde ise o gün için şöyle denilir: “Dağlar da renkli yün gibi olur.” (Mearic, 70: 9). Bu ayetin orijinalinde de yine Kâria suresindeki gibi ıhn kelimesi kullanılmakta ancak bu kez atılmış kelimesine yer verilmemektedir. Görüldüğü gibi bir ayette mevcut bilgi diğer ayette gerekli görülmediğinden belirtilmemiştir. Kur’an’da başka bir ayette buradakine benzer bir durum söz konusudur: “Ve ‘Allah çocuk edindi.’ diyenleri de uyarsın.” (Kehf, 18: 4). Bu ayette söz konusu şirk sözünü söyleyenlerin neye karşı uyarıldığı belirtilmemiştir. Çünkü iki ayet önce bu bilgi zaten verilmiştir: “Onu dosdoğru (bir kitap) olarak (indirdi) ki katından gelecek şiddetli azaba karşı (insanları) uyarsın.” (Kehf, 18: 2).

O, hoşnut olacağı bir hayat içindedir. şeklinde mealini verdiğimiz ayetin orijinalinde hoşnutluk insana değil hayata atfedilmektedir. Akli mecaz olarak kastedilen şey hayatın kendisi değil, o hayatı yaşayacak kimsenin hoşnutluğudur.

Kimin tartıları ağır basarsa denilenler muvahhid kimseler iken tartıları hafif gelirse denilenler müşrikler (Mukatil h. 1423, IV: 811-812) ve Müslümanlar arasında sayıldığı halde onlar gibi inanan ve yaşayan kimselerdir. Kimin tartıları hafif gelirse, onun anası da hâviye (uçurum)dir.ayetindeki ana kelimesi kişinin halini ifade etmek için kinaye olarak kullanılır. Çünkü ananın çocuğuna sevgisi pek kuvvetlidir. O, çocuğu sevindiğinde ondan daha fazla sevinir, üzüldüğünde de daha fazla üzülür (İbn Âşûr, 1984, XXX: 514). Ana kendisine sığınılan ve çocuğunu bağrına basıp koruyan kişidir. Ömür boyu günah bataklığına batmış bir halde yaşayan kişinin anası yani sığınacağı yer (haviye) ne kötüdür! Çünkü o yer kızgın bir ateştir!

 

***

İbn Âşûr, Muhammed Tahir (h. 1393), et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, 30 c., Daru’t-Tunusiyye li’n-Neşr, Tunus 1984.

İbnu’l-Esîr, Abdülkerim eş-Şeybanî el-Cezeri (h. 606), en-Nihaye fî Ğaribi’l-Hadîs ve’l-Eser, 5 c., el-Mektebetü’l-İlmiye, Beyrut, 1979.

İbn Faris, Ebû’l-Huseyn (395/1005), Mu’cemu Mekayisi’l-Luga, 6 c., Daru’l-Fikr, (bs. yeri yok), 1979.

Mukatil b. Süleyman (ö. h. 150), Ebu’l-Hasan, Tefsiru Mukatil b. Süleyman, Daru İhyai’t-Turas, Beyrut, h. 1423.

Zebîdî, el-Murtadâ  (ö. 1205), Tacu’l-Arus, 40 c., Daru’l-Hidaye, Beyrut, ts.,