Korkuyu beklerken

İsmailKılıçarslan

VAN 26.12.2017 10:31:17 0
Korkuyu beklerken
Tarih: 01.01.0001 00:00
Korkuyu beklerken

Filistin direnişinin sembol isimlerinden biri haline gelen ve terörist İsrail’in gözaltı süresini uzattığı Ahed Tamimi’nin fotoğraflarına bakarken dehşetle bir şey fark ettim. Ahed’in başı örtülü değildi. Yani inanır mısınız, yarım yamalak taktığı bir şalı bile yoktu başında.


Bir ülke taklidi yapan Birleşik Arap Emirlikleri’nin soytarısı tweet atınca gündeme gelen Fahreddin Paşa’nın bir takım hususiyetlerini düşündüm bir de. Paşa öyle zannedildiği gibi dindar biri değildi. Hay Allah. Görüyor musunuz şu işi? Halbuki “Osmanlı Paşası” dediğiniz adam beşe beş katan, bilcümle nafile ibadetleri bihakkın yerine getiren, evliya değilse bile “evliya çırağı” kontenjanından kendisine yer bulan bir adam olmalı değil miydi?



Bütün bunların üzerine bir de önceki gün Hayrettin Karaman Hocamızın “müzik ile ilgili” yazısını okumayayım mı? “İmam Gazali fetvası muteberdir müzik konusunda, insanı şirke ya da cinselliğe teşvik etmiyorsa müzik haram değildir. Hem müzik o kadar önemli bir sanattır ki, akıl hastalarının tedavisinde dahi kullanılmıştır” diyor iyi mi?

Doğrusu üçü de olacak şey değil bunların. En azından ‘olduklarını inkar’la kendimizi temizleyebilir, tövbe istiğfar ederek bu tehlikeleri bertaraf edebiliriz. Değil mi?

“Ne diyorsun be adam” mı dediniz? Biraz daha bekleyin derim. Başıma gelen birkaç şey daha anlatayım.

Geçtiğimiz günlerde devletimizin Kültür Bakanlığı beni ve bazı yazar arkadaşlarımı Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne davet etti. Programın adı “Kütüphanede Bir Gece” idi ve amacı da Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin tüm gece açık olmasına dikkat çekmekti. Yaklaşık beş saat boyunca “oturum düzeni” içerisinde dertleştik, konuştuk insanlarla.  O gün bugün içinde “kadın-erkek birlikte gecelemek” kalıbının da geçtiği tuhaf bir eleştirinin hedefindeyim. Bu eleştiri önemli değil de, bu gevşeklerin o programa katılan herkese zina isnat ederkenki rahatlıkları beni öldürecek. “Kamusal alanda kadınlarla erkekler bir arada bulunamazlar” fikrine sahip olmalarına saygı duyduğumu, fakat bu fikri bana dayatmalarına saygı duymadığımı bir türlü anlatamadım üstelik kimseye. 



Geçtiğimiz günlerde bir vakıf tarafından konuşmacı olarak davet edildiğim programın adı, bu köşede yayınlanan bir yazımın başlığının aynısı, yani “Yeni Bir Dindarlık Önerisi” konulmuştu. Bu kez eleştiriler, benim yazıda ne söylediğimden tamamen bağımsız olarak “hayırdır, yeni bir din mi indi de yeni bir dindarlık öneriyorsun?” düzeyine ilerledi. Oysa ben, hem yazıda hem konferansta “yeni bir sosyolojik atak yapmalı dindarlar, ilgilendikleri toplumsal alanları çeşitlendirmeliler” fikrini savunmaktan ötesini yapmamıştım. Fakat bununla, yani içerikle kimse ilgilenmedi.

Sıra geldi en komiğine… Bursa’dan üniversiteli gençler beni “İslamcı Gençlik Öldü mü?” başlığını konuşmak üzere davet ettiler. Ben de orada İslamcılığın tarihsel gelişimini özetledikten sonra “İslamcı gençlik ölmez. Hatta bugün umudumuz her zamankinden çok olmak üzere gençliktedir, ne varsa gençlerde vardır” fikrini savundum hararetle. Bu başlığa aldığım eleştiri şuydu: “İslamcı gençliğe ‘öldü’ deyip helvasını kavurmaya utanmıyor musun?”



Geldik meselenin ek yerine.

Bütün bunlar, “makuliyetin ölümü” yüzünden yaşanıyor Türkiye’de. Kitle hocaları, “zaten dindar ailelerin zaten dindar çocuklarına bir başka tür dindarlık öneren” bir takım isimler, “ben olmazsam Allah’ın dini de olmaz” diyecek kadar şişik egolar yüzünden ölüyor makuliyet.

Hep söyledim, yine söyleyeceğim. Fıkhı “donmuş bir arkeoloji”, hadisi “eğilip bükülebilecek bir antoloji”, kelamı “tekfir ederken işimize yarayacak bir kılıç”, cemaati “başkalarının gözünü korkutabilecek bir iktidar odağı” ve en nihayet hayatı “sürekli inkâr edilecek bir kötülükler alanı” olarak inşa ederseniz makuliyet ölür.

Ve işte buradan açıkça ilan etmekte bir beis görmüyorum. Korkuyorum ben. Bugün bu eleştirileri gerine gerine yapan “sosyal medya kahramanları” yarın öbür gün konferans basmaya, konuşmacı dövmeye, adam bıçaklamaya da başlayacaklar. En azından bunu yapmayacak olmalarına karşı hiçbir güvencemiz yok.


“Din bizim anladığımız gibidir, onu başka türlü anlayanın vay haline” diyecekler ve İslam’ın tarifini kendileri gibi yapmayan, Sünniliğin tarifini kendileri gibi yapmayan, fıkhın tarifini kendileri gibi yapmayan, tarikat ve tasavvufun tarifini kendileri gibi yapmayan herkesin başına bela olacaklar.

“Allah’ın tek yetkili bayisi” gibi davranmanın, buna inanan bir nesil yetiştirme çabasına girmenin çok ağır sosyolojik sonuçları olacak. Çok canımız yanacak.

Şimdi bunları yazdım diye bana etmedik laf bırakmayacak olanlara da bir çift sözüm olsun: “Allah’ın dini sizin algınıza hapsedilmeyecek kadar büyük ve önemlidir. Allah’ın dinini kendinize tahsis edilmiş bir özel alan olarak görmeye devam ettiğiniz sürece sizinle mücadeleyi göze alacaklar da olacaktır. Beni o listeye yazın.”