KORKUYORUM, EY KARDEŞLERİM

AYKUT AKÇA

VAN 11.10.2014 11:45:56 0
KORKUYORUM, EY KARDEŞLERİM
Tarih: 01.01.0001 00:00
 … bir gün tepelerin ardından bir uyarıcı gelse, nereye gidiyorsunuz ey insanlar dese. Kitleler halinde gittiğiniz bu yol nereye çıkar, bu gidiş nereye. Benim, sizin ve her şeyin Rabbi olan Allah’tan yüz çevirmenize sebep olan şeyler ne kadar da ucuz ve geçici. Farkında değimlisiniz, kafanızı kuma topluca gömdüğünüzü dese. Size ahiret gününü unutturan, size Müslümanlığınızı ve dahi Allah’ı unutturan ne kadar akıl bağlarınız varsa kurtulun, yoksa ebedi ateş sizi bekliyor dese.
 
Malumunuz, Müslümanlar adına zor bir dönem yaşanmakta. Hak ile batıl o kadar zor ayırt ediliyor ki çoğu kez batıla hak diye sarılıyor Müslümanlar. Kitleler, önceden hazırlanmış, sonuçları çok boyutlu tasarlanmış algı operasyonlarıyla yanlışa koşarak gitmekteler. Ve biz Müslümanlar, not düşelim Peygamber mirasına karşı zorunlu şahitliğimizi.
Kur-an İslam’ı ya da tevhidi Müslümanlık diye tabir edebileceğimiz din anlayışı ve düşünce yapısının tohumlarının, bu topraklara düşmesi ortalama 50 küsürsene öncesine dayanmaktadır. O tohumları yeşertmek için tırnakları ile toprağı kazanlardan Allah razı olsun. Bu yolda, ölenlere Allah rahmet etsin, yaşayanlara da selam olsun. Tamam, “harç bitti, yapı paydos” o halde, “dağılın serbestsiniz” mi dedi birileri? Nereye kayboldunuz ey kardeşlerim?
Neden sahadan çekildik. Ya da nerede yanlış yaptık ta oyun dışı kaldık.

 Yukarıda da değindiğimiz gibi bu “cins fikrin” bu ülkenin insanları ile ilk teması ortalama 50 küsür sene evvele dayanmakta lakin özellikle 1960-90 dönemi ülkenin dört bir tarafında her an, her yerde, herkesin karşısına çıkabilecek bir potansiyele ulaştığı görülmektedir. O günlerde, insanlara Kur’an meali okutmak, tevhid inancı, sünnet anlayışı vs. gibi başlıca konuları anlatmak babayiğit adam işidir. Halk, diyanetin servis izni verdiği kadar, kurumun imamları eliyle bilgilendiriliyor/kontrol altına alınıyordu. Alan memnun, satan memnundu. Hal böyle iken bir takım insanlar halkın kafasını karıştırmaya başlıyor, onlara meal okumayı, düşünmeyi, akletmeyi tavsiye ediyor, var güçleri ile halkın muharref dinini düzeltmesi için mücadele veriyordu. Çok çetin tartışmalar oluyor, bazen sabahlara kadar süren oturumlar düzenleniyordu. Çok az da olsa karşılık görüyor, nadiren akleden insanlar çıkıyordu. Buna rağmen bizim tarafta yılmadan mücadele eden insanlar hız kesmiyorlardı.
Ancak geriye dönüp baktığımızda, ortaya konulan çabaya oranla bu “cins fikre” dâhil olan, Kur’an İslam’ını, tevhid inancını benimseyen insanların nitelik ve nicelik durumu konusuna yeterince kafa yormadığımızı için, nerde hata yaptık diyemediğimiz için ve en acısı da böyle bir derdimizin kalmamış görüntüsü verdiğimiz için korkuyorum, ey kardeşlerim.
Bu gün doğru hareket etmek için, dün nerde hata yaptığımızı sorgulamamız gerekir. Dün yapılan, bu güne de sirayet eden hatalar denince akla ilk olarak “temsil sorunu” muz gelmelidir. Temsil sorunu başlığı altında da “temsilde kullanılan dil” konusu önemli bir alt başlıktır.

Dün, yani 1960-90’lı yıllarda halkı uyarma ve bilinçlendirme adına kullanılan dil, belki o gün doğru bulunuyordu ancak bugünün insanı açısından genel olarak hiçbir karşılığı olmayan tartışmacı, yıpratıcı ve itici gelen bir dil olarak görülmekte. Bir diğer önemli alt başlığımızda “temsilde samimiyet” konusudur. Günümüzde bilgi kolay ulaşılan bir şey, insanlar bu bilginin kendilerine sunumu konusunda, karşısındaki kişinin ağzından çıkan sözden ziyade o sözün öncelikle dillendireni tarafından sahiplenip sahiplenilmediğine bakıyorlar. Bu konuda çok büyük sorumsuzluklar görülür maalesef. Sözün özü, temsil görevimize ehemmiyet vermediğimiz için korkuyorum, kardeşlerim.
Bu gün doğru hareket etmemiz için, dünün adamları nerede doğru yapmışlarsa, onu alıp devam ettirmeli ve hatta daha da geliştirmeliyiz.
Bu “cins fikri”, Kur’an İslam’ını, tevhid inancını, bilinçsiz yığınlara anlatmak için her fırsatı kollayan öncülere şahitliğimizin, sözde kalmasın diye tıpkı onlar gibi ısrar ve samimiyetle fırsatlar aramalıyız…
Mesela_
… bir gün tepelerin ardından bir uyarıcı gelse, nereye gidiyorsunuz ey insanlar dese. Kitleler halinde gittiğiniz bu yol nereye çıkar, bu gidiş nereye. Benim, sizin ve her şeyin Rabbi olan Allah’tan yüz çevirmenize sebep olan şeyler ne kadar da ucuz ve geçici. Farkında değimlisiniz, kafanızı kuma topluca gömdüğünüzü dese. Size ahiret gününü unutturan, size Müslümanlığınızı ve dahi Allah’ı unutturan ne kadar akıl bağlarınız varsa kurtulun, yoksa ebedi ateş sizi bekliyor dese. Ne de çabuk unutmuşsunuz, sizden önce dünyaya gelip ve Rablerinin öğütlerine kayıtsız kalan, hayatı oyun ve eğlenceden ibaret sandıkları için helak olan halkların halini diye sorsa. Ne gibi bir tepkiyle karşılanırdı?
Belki, insanlar bu uyarıcıyı şaşkınlıkla karşılanacak. Çevrelerindeki tüm insanlarla zaten aynı hayatı yaşadıkları için kendilerine normal gelen anormalliklerini kabullenmeyecekler. Doğrusunun bu olduğu konusuna öylesine kesin bir kabullenişle inandıkları için, uyarıcının sözlerine kulak tıkayacaklar. Ve belki de “Elin kurusun, bizi bunun için mi çağırdın” diyecekler.
Belki, uyarıcıyı çok saf olmakla nitelendirecekler. Değişen dünyayı okuyamamış olmakla ve bu nedenle zorunlu olarak yaşanan yaşam koşullarını kavrayamamakla suçlayacaklar. “Devir değişti azizim sen hala oralarda mısın” bile diyebilecekler.
Belki de uyarıcı ile münakaşaya girip anlattıklarına bakmadan hakaretler etmeye başlayacaklar. “Bize nasıl bir delil ile geldin ki, senin haklı bizim yanlış olduğumuza ikna olalım” diyecekler, sanki delilleri görünce ikna olacaklarmış gibi. Uyarıcıyı susturmak için belki de ağzı laf yapan yoldaşlarını çağırıp onu itibarsızlaştırmaya, olmadı taşlayarak(!) sürgün etmeye bile çalışacaklar…
Evet, tepelerin ardından bir uyarıcı gelmeyecek, ama bu demek değil ki Allahın kitabı ve peygamberi aracılığı ile bizi uyardığı meselelere kafa yormayacağız. Rabbimizin bizi uyardığı şeyleri en doğru bir şekilde anlamaya çalışmayacağız. Gerekli dersleri çıkarıp, bizlerde birer uyarıcı olma adına, bize düşene kayıtsız kaldığımız için ve toplumumuza bu uyarıları götüremediğimiz için korkuyorum, kardeşlerim.
Aslında, tepelerde bekleyen müthiş bir uyarıcı birey potansiyelimiz var. Bunların büyük çoğunluğunun, sahip olduğu bilgiyi başkalarına taşıyabilecek kapasiteleri de var. Ancak bu insanlar kendi kendilerine, iç dünyalarında, farkında olmadan tepeler oluşturmuşlar bi nevi inziva ya da umutsuzluk mu desek. Ama o tepelerden inme vaktidir. Tepelerden inemez isek, topluma karışıp, nereye gidiyorsunuz ey halkım diyemezsek, hem toplum kurtuluşu adına, hem de kendi hesabımız adına başımıza geleceklerden korkuyorum, ey kardeşlerim. Bilelim ki “uyarsak ta, uyarmasak ta bir” deme gibi bir lüksümüz yok. Bize düşen samimiyet ve güzel bir dil ile uyarmaktır, uyarılara uymak artık muhatabımızın bileceği bir iş, hayati bir tercihidir. Bu kadarını yapabiliriz, yapmalıyız. Yapabilecek imkânlarımız var iken, yapmadıklarımızın hesabını verememekten korkuyorum, ey kardeşlerim…
aykut_akca@hotmail.com
.iktibasdergisi.