Korkaklara paye verilmez!

Ömer Altaş

VAN 16.04.2014 10:50:28 0
Korkaklara paye verilmez!
Tarih: 01.01.0001 00:00

Mahalle sosyolojisinin mikro ölçeğinde karakterler arasında en ilgi çekeni “başrolün” yanı başında bulunan korkak seciyeli çocuklardır.

Mahalleler arası kavgalarda korkak çocukları izlemek komedi dalında bir film izlemek kadar eğlencelidir.

Korkak fıtratlı çocukların yüzleri kavga öncesinde ve kavga süresinde bembeyaz olur. Çatışma ortamı ruhlarında öyle büyük fırtınalar koparır ki dış dünyayla irtibatları kesilir. Zorunlu diyaloglarda ise ses telleri kopar. Ağızlarından çıkan kelimeler tonsuz, volümsüz, tiz olur. Dışa değil de içine konuşurlar.

Gözlerinin etrafını gri bir renk tonu kaplar, az önce olmayan bu renk nasıl oluşmuştur çözülemez. Çeperi büzülen gözde gözbebekleri matlaşır. Bir başka bakarlar. Bakışlarını uzun bir süre sabitleyemezler. Etrafına bir şey hissettirmemek için göz hızlı hareket eder, bu kişiyi daha zor duruma düşürür.

Korkak çocuk, bir taraftan da “kendi içinde” “kendi ile” hesaplaşmaktadır. Aslında durumundan hiç memnun değildir. Neden böyle olduğunu sorgular durur. İç dünyasında yaşadığı büyük hesaplaşma onu soğuk terletir. Kişi, vücudun nedensiz tepkileri karşısında biraz daha tedirgin olur.

Kişi kendindeki sıra dışılığı saklamak için arka taraflara, gözden uzak alanlara, sote yerlere, izbe mekânlara, duldaya sığınır. Amacı kaçmak değil, aslında biraz kendine gelmektir. Bilir, ne pahasına olursa olsun çatışma ortamında olmalıdır, korkak damgası yemek en büyük kâbustur. O kimseye hissettirmeden bu zorlu dönemi atlatmak zorundadır.

Kahrolası saatler geçmek bilmez.

Üstene kaçınılmaz son gelir; arkadaşlarından biri ona ismiyle hitap eder, normal yaşamla yüzleşir, oysa henüz kendini tedavi edememiştir, muhatabına tuhaf bir karşılık verir, yüz ifadesi içini yiyip bitiren her şeyi ortaya döker. Arkadaşının davranışına göre ya ömrü boyunca onu sevecek ya da ondan gizli gizli nefret edecektir.

Duygu salınımları arası mesafe çok uzaktır: Ruh yorulur.

Zaman sonra “olay” atlatılır.

Mahallenin korkağı zafer kokusunu herkesten önce alır. Tabloyu net görür. Çünkü başından sonuna kadar sadece izlemiştir.

Bu nedenle erken tepkiler verir, çöküntü yaşayan ses tellerine kan gelir ama tam değildir. Kahramanca sözler söyler ve muzaffer edalar takınır ama bunlar kırık ve kararsızdır.

Omuzları dik, göğsü kabarık yürümesi gerektiğini bilir ama ruh hali o asaletin gerçekleşmesine mani olur. Heves doludur, arzu doludur ama sırtı kamburdur, ayaklar yere güvensiz basar. Bu sürede eli kolu yersiz hareketler sergiler.

Ünlü senaryo doktoru Robert McKee’nin tanımladığı gibi gerçeklik ile olgu arasında büyük boşluk nedeniyle oluşan komedi tam bu noktada pik yapar.

O, kahrolur ve düşünür: Onu kahreden en önemli şey, zafer anında bile mahallenin kahramanı gibi gururlu görünememektir. Onu düşündüren en önemli şey, herkes gibi maddi ya da manevi ganimet ya da paye almaktır.

Türkiye’nin makro ölçeğinde bir mahalledekine benzer bu tür sahneler çok daha belirgindir.

Bu ülke Demokratik Devrim sürecinde “korkaklar tarlasına” dönüştü.

Ortadoğu’nun en iddialı ülkesinde, şişkin egoların en fazla türediği topraklarda sadece bir avuç gerçek kahraman var. Eski düzenin yıkıldığı yeni düzenin oluştuğu evrede, sessiz devrimde, yeni Türkiye’nin inşa aşmasında kahramandan çok “mahalledeki” korkaklar ilgi çekiyor.

Enseli göbekli koca koca adamlar, muhafazakar finansörler, kanaat önderleri, bazı din büyükleri, büyük bürokratlar, seçkin bakanlar, mağrur milletvekilleri, ceberut devlet adamları bu zorlu süreçte “pısırık” bir çocuk gibi oldular.

Kendileri devlet adamı ama devletten korktular. Askeri vesayetten korktular.

Ergenekon’dan korktular. Hapisten korktular.

Cumhuriyet mitinglerinden korktular. Sokak eylemlerinden uykuları kaçtı.

Gezi Parkı olaylarında kâbuslar gördüler.

Bürokratik vesayetten korktular. Daima devlet içinde bir devlet var diye koktular.

Hizmetten, Cemaatten, Fethullah Gülen’den, Zaman Gazetesi’nden, Samanyolu Haber’den Dracula’dan korkar gibi korktular.

Hayatları bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti.

Ruhları paramparça oldu.

30 Mart 2014 seçimi bitti, hala saklandığı yerden çıkamayan bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar, genel müdürler var.

Kendini içkiye vuranlar var. İnanılmaz anlamlı mazeretleriyle makam odasına gelemeyenler var.

Bu kavga kaçkını karakterler, “kahrolası kaderin” kendilerini istemeye istemeye savaşın içine bıraktığı zavallılar.

Düne kadar, Er Ryan’ı Kurtarmak filminde, cephede aslında savaşmaktan başka çare yokken bile korkudan titreyen, karşısına çıkan düşmanı vuracak kadar tetiğe basacak gücü olmayan, düşmanının bile acıyıp öldürmeden kendi haline bıraktığı zavallı Upham adlı askerin hikâyesi benzer sahnelerin en etkili olanıydı.

Bugün ülkeyi, toplumu, siyaseti, demokrasiyi, ahlakı, etiği, teamülleri, örfü, raconu ve hatta dini sırtından hançerleyen dört başı mamur büyük “ihanet çetesi” karşısında bazı politikacıların durumunu gördükten sonra bu kanaat değişti.

Demek ondan da etkili olan sahneyi rol içermeden bizzat kendimiz yaşadık.

Ey normal zamanların en mağrurları!

Halktan kopuk sentetik millet vekilleri, odasına girilmez kibir abideleri, insanlara tepeden bakan göğsü kabarık siyasetçiler, kendini her şeyden müstağni gören ukala devletliler; gözlerinizi kapatın ve yüksek sesle sayı sayarak bu zor döneminizin geçmesini bekleyin!

Allah’a yakarın.

Devrim size layık değil siz devrime layık değilsiniz. Toplum size layık değil siz topluma layık değilsiniz. İslamlık size layık değil siz İslam’a layık değilsiniz. Demokrasi size layık değil siz demokrasiye layık değilsiniz!

Siz hiç böyle planlamamıştınız ama maalesef toplum, sizi devrim şartlarının içine bıraktı.

Siz ki; günahkâr binalardan makam arabalarına binecek, yüzlerine bakmadan yandan yandan el kaldırarak halkı selamlayacak, sabah akşam kariyer planlaması yapacaktınız, düğmeye basacak çayınız gelecek, seslendiğiniz anda sekreteriniz el pençe duracak, kapınızda maraba sıralar oluşacak, sadece “çakralarınız” açmak için ara sıra, olur olmaz ve yalandan sinir nöbetleri geçirecektiniz.

Karakterinizle hiç ilgisi olmamasına rağmen böylesi güç bir savaşın içine girdiniz.

Nasıl olduysa toplum ile aynı safa düştünüz.

Bir kâbus gibi, ülkeyi demokratikleştiren, normalleştiren ve barış sürecine sokan “Braveheart” cephesiyle aynı safta kaldınız.

Çok geçmez duldanızdan dışarı çıkar. Seçim zaferi sonrasındaki düzenekten paye almak için herkesten çok heveskâr olursunuz.

Cephede arkadaşlarını yalnız bırakarak sotelerde saklanan korkak karakterliler savaş sonralarında bu yöntemi uygulayıp daima başarılı oldular.

Ama, bu kez damga, siyasetçilerin ya da devletin değil milletin elinde, hepinizin alnının ortasında uzaklardan bile seçilen kontörlü soğuk damga izi var.

Arzu ettiğiniz ganimeti almış olsanız bile o leke ile birlikte yaşayacaksınız.

Hiçbir zaman gerçek kahramanlar gibi asil olamayacaksınız.