Koalisyondan önce 'AK Parti'

Ömer Altaş

VAN 22.06.2015 12:27:10 0
Koalisyondan önce
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Sorun bizde.

Yoksa konjonktürde değişen bir şey yok. Yanlışlar bir yerde, doğrular bir yerde olduğu gibi duruyor. Eski Türkiye orada, yeni Türkiye burada. 12 Eylül Anayasası orada yeni Anayasa ihtiyacı burada. Batıl orada, hak burada. Birinci öncüllerle mücadele, geri durmadan özgüven ve kararlılıkla devam etmeli.

Bu bağlamda karmaşa yok.

Problem; daha önce ülkeyi tek başına idare etme fırsatı yakalayan bizde.

Her şey; biz bozunca, bozuldu. Kolayına kaçıp aynaya bakmaktan yüzümüzü çevirmemeliyiz.

Karşı saldırılar yeni bir çatı altında toplanıp topyekûn saldırıya geçmeseydi; 7 Haziran seçiminde daha olumsuz bir sonuç ile karşı karşıya kalınacaktı.

Zira yapı olarak, AK Parti’nin içi boşalmıştı. Tanık olunan heyecansızlığın anlamı buydu.

“Pazar günü”, herkes kendi derdi için yola çıkmıştı. Seçimin sonucunu, daha çok dış dinamikler belirledi.

“Aksi halde” korkuları insanlara yön verdi:

“Maazallah, her şey eskiye döner.”

“Aksi her seçenekte sistem tekrar Paralel ’in eline geçer.”

“Ümmetin eli yüreğinde, bizi gözlüyor.”

“Kaybedersek son kale de yıkılır. Mısır’dan fena yaparlar.”

İki ayaklı olması gereken bir organizma, bu şekilde tek ayak üzerinde duruyordu.

Seçimde oyları AK Parti davası almadı; İslam davası, yeni Türkiye davası, demokratikleşme davası aldı. AK Parti, parti olarak bu olguların gerisinde kaldı. Alınan oyların önemli bir kısmı da dava adına emanet oylar.

Bu yüzden AK Parti, yüzde 41 oy oranını kendi kemik oyu olarak görürse düşüş devam eder. AK Parti’nin kemik oyu yok. Sadece Erdoğan’ın kendi kemik oyu var.

Bu anlamda, AK Parti üzerine yapılacak güzellemenin reel bir karşılığı da yok. Parti yöneticileri, koalisyon görüşmelerinde sıkı bir pazarlık için, AK Parti sosyolojisinin, gerçekliğine ve kaçınılmazlığına istedikleri kadar atıf yapabilirler.

Ama AK Parti, buna “kendini” inandırmamalı.

AK Parti, bir partiden öte anlam ifade ettiği için değerliydi.

Bir parti; diğer parti taraftarlarını bile imrendirdiğinde kurucu ve inşa edici parti oluyor. AK Parti’nin ilk döneminde olduğu gibi.

Ülkenin dramatik şartları, AK Parti’yi, “dava” ile yan yana getirdi. AK Parti, zaman içinde bu paralelliği “dava” ile eşitledi. Oysa bu izafi bir durumdu. Bir gün AK Parti biter, dava devam ederdi. Şartlar değiştiğinde AK Parti doğal politik mecrasına otururdu.

Nitekim şartlar değişti.

En büyük sorunlarımızdan biri bu “AK Parti eşittir dava” konumuna razı olmak ya da buna yeterince itiraz imkânı bulamamak oldu.

Yoğun çatışma ve sert savaşlar bu sonucu doğurdu.

AK Parti, “evrensel İslami hareket” olma duygusu yaşadı. Parti veya hükümet olmak bu anlayışın gerisinde kaldı. Uzun bir süre, büyük toplum içinde sadece İslami cemaatler heyecanlandılar, geride kalanlar bu manzaraları izlediler.

Toplum ve hükümet, İslami Hareket perspektifine sıkıştı.

Bu perspektifin, sonraki süreçlerde de tüm kilitleri açacağına dair bir inanç oluştu.

Zamanla söylemsel düzey ve eylemsel düzey arasındaki oluşan çelişki, iç dinamizmi tüketti.

Dolayısıyla ve elbette; İslamcılığın gereğini, hakkıyla yerine getirip getirmemek en büyük sınav konusu olacaktı!

AK Parti, 2009’dan sonra daima İslamcılık doktrinasyonu ile konsolide oldu.

Geriye dönük bir analizle:

AK Parti, Cumhuriyet mitinglerinden sonra, dar Milli Görüş kalıbından kurtuldu.

One Minute ile devrimci Müslüman oldu.

Arap Baharı ile ümmetçi vasfı kazandı.

Çözüm süreci ile ‘İslamcılığın kurucu aracı’ özelliği aldı.

Gezi olayları ile ‘İslam-anti İslam’ gibi konforlu bir çelişkiye sırtını yasladı. Gezi’den sonra söylem düzeyinde takva bir Müslüman oldu.

17-25 Aralık olaylarında; ‘gerçek İslam-sahte İslam’ çatışmasının galibiydi.

Recep Tayyip Erdoğan ismi ile İslamcılık, bu şekilde, altın günlerini yaşadı.

Diğer taraftan, İslamcılık ve ahlak; bürokrasi, bakanlıklar, belediyeler eliyle dejenere oluyordu.

Bunların hepsi kamuoyunun gözü önünde cereyan ediyordu.

Karşı saldırılar o kadar amansızdı ki; yozluklarla ve yolsuzluklarla ilgili her düşünce beyanı, ilgili her iç itiraz; kendi ayağına kurşun sıkma ile eşitleniyor, kumpasa ortak olma algısı veriyordu!

Bir türlü içinden çıkamadığımız büyük çelişkimiz buydu bizim. Vicdanları içten içe törpüleyen bir ironiydi ve çarpışmaların doğası buydu!

Toplum; davanın selameti için, AK Parti’nin kendi sorunlarını bir stratejiyle tali görüp erteledi. AK Parti ise yapı olarak, ıslah olmak yerine, bu ertelemelerle olumsuzluklarına adeta meşruiyet devşirdi!

Büyük fotoğraftaki ana çatışmalar bitmek bilmeyince, sorunlarla yüzleşememe kronik bir hal aldı, günahlar karakter oldu.

Özellikle bazı isimler bütün bir gölü zehirleyecek kadar kötü tutum sergilediler.

Bazı bakanlar, -o zaman ve bu zaman- davanın belini kıran ana etken oldular. Bir yolunu bulup hem Paralelle amansız savaşı sürdürüp hem bakanları uzaklaştırıp ıslah etseydik yaşadıklarımızın çoğu muhtemelen başımıza gelmezdi. Geriye dönüp bakıldığında bunda daha pürüzlü bir düğüm görünmüyor.

Toplum, dava ile kendini yakarken bazıları hesabını şişiriyor, kişisel kariyer planlamalarını tahkim ediyor, pişkin gülüşleri ile topluma nasıl bir nesne olarak baktıklarını gösteriyorlardı!

Hatta bir avuç öncü; nice bedelleri göze alarak canını dişine takmış mücahede ederken onlar köşe bucak saklanıyorlardı. Sular durulunca da, bir bakıyorsunuz, yine en üstte onlar duruyordu.

R. Tayyip Erdoğan, tasavvuru ile milletin ve ümmetin umudu olurken icraatta bu umudu boğan umarsız bir yapının çarkı hoyratça işledi durdu.

Bir süre sonra konjonktür; “Tayyip Erdoğan’ın hatırı” şeklinde bir olguyu var etti. İnsanlar, çoğunlukla, bu hatıra binaen meydana döküldüler.

Yapı olarak AK Parti, zaman içinde, kurucu misyondan koptu. Belediye ve bürokrasideki yozluklarıyla, mağrur ve sahte insan tipolojileriyle özünden uzaklaştı. Paranın bencil köleleri oldular. Dava ruhundan uzak yeni düzenin oligarşik-yeşil sermaye sınıfını tesis ettiler. Kapitalizmi yeniden ürettiler. Devletin sahibi gibi davrandılar. Statükoculaştılar.

Bu çelişki, elbette, gün yüzüne çıkacaktı.

Bu çelişki; ya sular durulduğunda ya da olası bir yenilgide çok can yakacak ve yapıyı çökertecekti!

Vakayla, insanların, sadece bir ayağı seçime gitti, diğer ayakları geride kaldı. Kalpleriyle değil mantıklarıyla oy kullandılar. Verdiği oyu kendine yediremeyen çoktu.

Günü geldi; AK Parti geride kaldı. Gün gelir, “devrimci kurucu kadrolar da geride kaldı” dememek için kökten ve tam bir muhasebeyi geciktirmemeli.

Sorunların etrafında dolanıp eski hale dönmemeli, tekrar etmemeli. Herkes can yakıcı eleştirilere tahammül etmeli. Kendimi kurtarayım ne olursa olsun dememeli. İç çelişkileri büyütecek fitneye su taşımamalı. Yapıcı ve mütehammil olmalı.

Aksi halde bir adım yol alınmaz. Süreç bir sel gibi herkesi önüne katar götürür.

AK Parti, çelişkileri izale etme anlamında Ahmet Davutoğlu ile yeni bir ivme ve fırsat yakalamıştı. Davutoğlu, dönüşüm ruhunun devam programını uygulamada ve dilinde kafa karışıklığı yaşadı. Sebebi ne olursa olsun Davutoğlu da, herkesin bildiği sorunlarla ilgili olarak gözle görülür, elle tutulur işler yapamadı.

Bu atmosferle seçim sürecine girildi.

İnsicamsızlık ilk bedelini aldı. Çözüm Süreci, gerekli ferasetle yönetilemedi. Panik yaşandı. Bu panik, tırnakla kazılarak elde edilen müktesebatın yakılıp yıkılmasına yol açtı. Kürtler, iki “zorluk” altında kalarak, sonunda bir tercih yaptılar.

Bu ödediğimiz birinci büyük bedeldi.

Sorumluluklar yerine getirilmediğimde başka bedellerin yolda olduğunu söylemek kehanet olmaz.

Gelinen noktada, AK Parti; II. Yeni’yi inşa edebilmek için herkesi İslam’la, dinle-imanla, Kuran’la ezmekten vazgeçmeli. Bu dili revize etmeli. Yoksa ortada bu dil ve üsluba behemehâl layık bir topluluk var da biz mi göremiyoruz? İman ile amel ayrılmaz. “Neden yapmadığımız, yapamayacağımız şeyleri söyleyelim ki?”

Böyle olunca toplumda AK Parti’den şunu bekler: Önce kendi kendine İslam ve Kur’an’a uygun hale gel; sarf edilen belagatli büyük sözlere layık ol!

O kadar çok saldırı oldu ki, sürekli kıtal lügati ile meydan okuduk, tek konuşma biçimimiz nara atmaya dönüştü ve sloganlarla savunma yaptık. Sertleştikçe sertleştik. Çevremizi, tek tek kaybettik. Bir de; rahmet, merhamet, ünsiyet, sabır, izan, tahammül, tevekkül ve kavli leyyin tarafımız vardı. Bu yüzümüzün üstü perde perde kapandı. Bu perdeleri kendimiz atmayı beceremedik. Seçim nimetti; bu perdelerin tamamını kendi kendine kaldırdı.

Bundan sonra ki süreçte, örneğin, ilk çıkış yıllarında olduğu gibi gecekonduya gidip diz çökerek yemek yemek ya da Ramazan çadırları kurup halkla beraber olmak gibi özgün tutumlar anlamını yitirdi artık.

Eskiden aynı sınıftan insanların yükseliş öyküsü vardı.

Şimdi sınıf farkı var. Buna uygun davranmak icap eder. Elde edilen her şeyi paylaşmak,tevazu, takva, adalet, ihsan ve daimi infak; şimdinin makamı budur.

Hal ile mütenasip ve tabii davranılmadığında sahiciliğin içi boşalır. Kısa zaman sonra, hatta her şey olduğu gibi yerinde duruyorken, toplumsal yeni bir dip dalga gelir bırakılan boşluğu doldurur.

Son günlerde, sürekli AK Parti’nin hangi partiyle koalisyon yapması gerektiği bize de soruluyor.

Teknik bir konu, Parti’nin yapmak zorunda olduğu rutin bir iş bu. Ancak bir yapı, kendini iktidardan koalisyona düşüren “mahiyet muhasebesini” sağlıklı ve tam yapmadıktan sonra kiminle koalisyon yapacağının ne önemi olur?

II. Yeni’nin kurucusu ve hamisi olabilmek için, yeninin; tanımı, dili ve üslubu konusunda gerekli dönüşüm ve hazırlık yapılmadığında, doğal şartlar nedeniyle büyük bir gölün suyunun azalmasının engellenememesi gibi daha fazla çekilme kaçınılmaz olacaktır.

Yeni olanı tanımlamadan, pusulasız alınan yol, yol olmayacaktır.

Kurulacak koalisyonlar güçlendirmeyecek, zayıflatacaktır.