KISSALARIN DİLİYLE

HÜSEYİN BÜLBÜL

VAN 14.05.2016 11:23:00 0
KISSALARIN DİLİYLE
Tarih: 01.01.0001 00:00
 … Müslüman kimliğine sahip olan hiç kimse, Allah’ın kitabını eleştiremez iken; İlahiyatçı kimliğine sahip olan birisinin şu cümleleri sarf ettiğine şahit oluyoruz: “Bu kur’an değişmelidir.

Böyle Kur’an mı olur? Örneğin Kehf suresinde Musa ile Salih kul kıssasında bir çocuğu öldürüyor ve niçin öldürdünüz deyince de; bu çocuk büyüyünce kâfir olacaktı annesini babasını da rahatsız edecekti onun için öldürdüm diyor.

Böyle bir anlayış olur mu? Kıssa Arapça kökenli bir kelimedir.

Sözlükte hikâye  cümle  olay  durum haber gibi anlamlara gelmektedir.

İslam literatüründe ise kıssa kelimesi Kur an-ı Kerim de  geçmişte yaşamış kişiler, milletler ve peygamberlerden söz eden haberler anlamına gelmektedir. Diğer bir ifadeyle Türkçedeki hayat hikâyesinin karşılığı olarak tanımlarsak doğru ifade etmiş oluruz diye düşünüyoruz.

Yusuf suresinde,” Bu Kur’an’ı vah yetmekle biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Gerçek şu ki, daha önce senin bundan hiç haberin yoktu.” (Yusuf 12/3) ayetinde ifade edildiği gibi. Konu Kur’an kıssaları olunca mutlaka yaşanmış olaylar olarak görmemiz gerekmektedir.

Çünkü Allah Teâlâ Bakara suresinin ilk ayetlerinde: “Bu, doğruluğunda şüphe olmayan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren bir Kitap’tır” buyurmaktadır.

Söz Allah’ın olunca O’nun ilmine sınır yoktur. Çünkü bir konuyu arz ederken ifade etmekte malzeme bulamamaktan ve ya ilmi yetersizlikten kaynaklanan bir durumdan dolayı maksadını anlatmakta zorlanmış olsun da, yaşanmamış bir olayı yaşanmış gibi anlatmaya ihtiyaç duysun! Bu nedenle anlatılanların gerçekliği konusunda bir kuşku duymuyoruz.  

Anlatılanı yanlış anlama veya yanlış yorumlamaktan kaynaklanan bir hata varsa, o da bunu yapan insana ait bir kusurdur. Asla Kur’an’a veya Allah’a izafe edilemez. Bizim Allah inancımız ve İslam anlayışımız bunu gerektirmektedir.

İnsanlardan Müslüman kimliğine sahip olan hiç kimse, Allah’ın kitabını eleştiremez iken; İlahiyatçı kimliğine sahip olan birisinin şu cümleleri sarf ettiğine şahit oluyoruz: “Bu kur’an değişmelidir.

Böyle Kur’an mı olur? Örneğin Kehf suresinde Musa ile Salih kul kıssasında bir çocuğu öldürüyor ve niçin öldürdünüz deyince de; bu çocuk büyüyünce kâfir olacaktı annesini babasını da rahatsız edecekti onun için öldürdüm diyor. Böyle bir anlayış olur mu? Daha suç işlenmeden bir insan suçlu sayılır mı? Ben inanıyorum ki bu geldiği dönemde de kabul edilmemiştir” diyerek; hezeyanlarına kadınlarla ilgili hukuku da beğenmez tavırlar sergileyerek sürdürüyor.

Daha değişik zaman ve zeminlerde de buna benzer ifadelerle sataşmalar da bulunmuştu. Ancak yukarıdaki tavrı sergileyen kimse için diğerlerini anmaya gerek görmüyoruz.

Bu ve benzerlerinin ellerinden gelse İslam’ı ve Müslümanları bir kaşık suda boğacak ve Avrupa insan hakları mahkemesinde yargılayıp ebediyete kadar hayattan uzaklaştıracaklar!!! Şimdi onun beğenmediği bu kıssayı Kur’an’ın çerçevesinden bakarak, bize neyi anlatmak istediğini birlikte anlamaya çalışalım: Bu olay kehf suresinin 60-82. Ayetleri arasında anlatılmaktadır. Bu olayın vukuuna sebep olan ve kıssada anlatılmayan ve Musa (as)’ın bu yolculuğa çıkmasını gerektiren bir konuşmanın geçtiği anlaşılmaktadır.

Bunu gelişen olayların seyrinden anlıyoruz. Bu kısım da yapılmış bir konuşma ve bu konuşmada karşılaşılacak bir kul var. Fakat bu kulun kimliği hakkında yeterli bir malumat verilmiyor.

Melek midir, insan mıdır bilemiyoruz. (Hızır)yakıştırmalarını da doğru bulmuyoruz. Rabbimizin ifade ettiği:  “kendisine bir rahmet verdiğimiz ve ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul” buyurmaktadır.  Sadece 82. Ayette: “Ben bunları kendiliğimden yapmadım” ifadesinden bunları, Allah’ın emri ile yaptığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda, bu kul ile buluşacakları yer tespiti için verilmiş bir parola da var.

O da sepetteki balığın denize atlayıp gittiği yer. İşte görüşmek istediği bu kul ile burada buluşacakları anlaşılmaktadır. Şimdi bu yolculuk için Musa (as) bir genç arkadaşıyla yola çıkarken şöyle söze başlıyor: “Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: Durup dinlenmeyeceğim; tâ ki, iki denizin birleştiği yere kadar varacağım yahut senelerce yürüyeceğim.» “Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular.

Balık, denizde bir yol tutup gitmişti.” (Aslında burası buluşma yeriydi.) “(Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinde Musa genç adamına: Kuşluk yemeğimizi getir bize.

Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi, dedi.” “(Genç adam:) Gördün mü dedi? Kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.” “Musa: İşte aradığımız o idi dedi.

Hemen izlerinin üzerine geri döndüler.” “Bu arada ikisi katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ilim öğrettiğimiz kullarımızdan birini buldular.” “Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı dedi?” “Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin.” “(İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?” “Musa: İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın.

Senin emrine de karşı gelmem.” “(O kul:) Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma dedi.” “Bunun üzerine kalkıp gittiler; sonunda bir gemiye bindiklerinde, o gemiyi deliverdi; Musa: Gemiyi içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak bir şey yaptın dedi.” “Ben, sana; yaptığım şeylere dayanamazsın, demedim mi dedi?” “Musa: Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme; işimde bana güçlük çıkarma dedi.” “Yine gittiler; sonunda bir erkek çocuğa rastladılar, o hemen onu öldürdü.

Musa: Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Doğrusu pek kötü bir şey yaptın dedi.” “O: Ben sana, yaptığım işlere dayanamazsın demedim mi dedi?” “Musa: Bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma, o zaman benim tarafımdan mazur sayılırsın dedi.” “Yine yola koyuldular; sonunda vardıkları bir kasaba halkından yiyecek istediler. Kasaba halkı, bu ikisini misafir etmek istemedi.

İkisi, şehrin içinde yıkılmaya yüz tutan bir duvar gördüler, Musa’nın arkadaşı onu doğrultuverdi; Musa: Dileseydin buna karşı bir ücret alabilirdin dedi.” “O ise şöyle söyledi: İşte bu, seninle benim ayrılmamızı gerektiriyor.

Dayanamadığın işlerin yorumunu /iç yüzünü sana anlatacağım: “Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula aitti; onu kusurlu kılmak istedim, çünkü peşlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.” (onu kusurlu hale getirerek ellerinde kalıp ekmeklerini kazanmalarını sağlamış oldum.) “Erkek çocuğa gelince; onun ana babası inanmış kimselerdi.

Çocuğun onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korkmuştuk.” “ Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin. (aslında Rabbim istedi ki, anlamındadır. Aksi halde kul onun gayb olan geleceğini ve Rabbinin onlara daha hayırlısını vereceğini nereden bilecektir? Bilse bile kendin de böyle bir hakkı görebilir mi? Buna son ayette değiniyor: “Ben bunu kendiliğimden yapmadım” cümlesiyle.) “«Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise iyi bir kimse idi.

Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım.

İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.» (Kehf 18/60-82) Bu kıssanın diliyle bize sunulan üç olaydan anlaşılan “hisse” den önce şunu düşünmemiz gerekir.

Bu olayların onlarcası her gün yaşanan hayatta tekerrür edip durmaktadır. Kiminin yeni doğmuş çocuğu henüz doğarken ölmekte, kiminin çocuğu ömrünün baharında, kimi amansız bir hastalıktan, kimi de beklenmedik bir kaza ile aramızdan ayrılmaktadır. Kimileri de bir asrı geride bırakmış yalnız başına yaşamaktadır. Bunların hangisi bizim lehimize hangisi aleyhimize bilemeyiz. Çünkü bize gayb olan şeyleri nasıl bilebiliriz?  Rabbimizin bizden istediği Allahtan gelene tam bir teslimiyet ile teslim olmaktır. Bize yakışan dünyada ve ahirette hakkımızda hayırlı olanı ondan istemektir.

Şimdi annesi veya babası ölüp yetim kalan bir çocuk veya çocuğu ölen anne baba, bunun ardındaki ilahi hesabı bilebilir mi? Bilmesi mümkün mü? İşte bu kıssada anlatılan ve o gün çocuğu öldürülmüş/ölmüş olan anne ve baba da çocuğunun ölüm sebebini bilmiyordu. Bu çocuğun büyüyünce kendilerine zarar vereceğini de bilmiyorlardı. Onun ölümüyle üzülmüşlerdi. Nereden bilebilirlerdi ki, Allahın onları büyük bir beladan kurtardığını?!.. İşte tüm bunlar bize bu kıssanın diliyle öyle bir açık ediliyor ki, siz Allaha dosdoğru bir kul olun. Rabbinize tam bir teslimiyet ile teslim olun; O sizin yolunuzdaki tüm olumsuzlukları işte böyle giderir.

Bu yolda ölür veya öldürülür iseniz, çocuklarınızı görüp gözetir. Sizin bile koruyamayacağınız hazinenizi korur ve evlatlarınıza böyle teslim eder. Küçük bir kaza ile malınızı ayıplı kılar elinizden alınmasına mani olur. Daha saymakla bitmeyecek dünya ve ahiretinizle ilgili öyle hayırlar verir ki, siz bunları anlayamazsınız.

Ancak bizim anlayacağımız şudur: Lokman (as)’ın oğluna yaptığı hikmetli öğütlerinde olduğu gibi; “Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret.

Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman 31/17) Daha açık bir ifadeyle: “Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.” (Bakara 2/155) Böylece Rabbimizden gelen bir musibete sabrın; yine Ondan bize ulaşan bir nimete şükrün, daima hayrımıza olacağı gerçeğini bize bu kıssaların diliyle öğretmektedir. Sabreden ve şükreden bir kul olma temennilerimizle!..

iktibasdergisi.