“Kısasta hayat vardır” demekten bıkmayacağız

Hasan Öztürk

VAN 3.07.2018 09:13:20 0
 “Kısasta hayat vardır” demekten bıkmayacağız
Tarih: 01.01.0001 00:00
 “Kısasta hayat vardır” demekten bıkmayacağız
MHP lideri Devlet Bahçeli, “İdamsa idam, tecritse tecrit” dedi ve tartışma yeniden başladı. Oysa yeniden başlamasına hiç gerek yoktu. Zira biz bu zokayı bilmem kaç keredir yutuyoruz. Sonra da dizlerimize vurarak dövünüyoruz.


Konu belli. Ankara ve Ağrı’da canice katledilen yavrularımız ve onların katillerine verilecek ceza.
Yani çocuğa karşı işlenen suçlar meselesi. Yani çocuklara cinsel istismar, tecavüz, cinayet meselesi.

Daha geçen yıl yine aynı olaylar gündeme geldiğinde “kimyasal hadım”dan başlayıp, “idam”, “ağırlaştırılmış müebbet” ya da “cezaların artırılması” meselesi gündeme gelmiş, ancak Meclis ağır aksak davrandığı için “caydırıcı” cezalar maalesef yürürlüğe girmemişti.

15 Temmuz’dan sonra meydanların, “idam” talebiyse, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, “Meclis’ten geçerse ve önüme gelirse imzalarım” sözleriyle değerlendirilmişti

Bugün dizlerimizi yine dövüyoruz. Polatlı’da katledilen 8 yaşındaki Eylül’ün cansız bedenini topraktan çıkartıp toprağa verirken, Ağrı’da katledilen Leyla’nın yasını tutarken...

Cezaların adil ve mutlaka caydırıcı olması gerekiyor. Bu trafik suçundan, kabahatler suçuna oradan, cana karşı işlenen suçlara kadar böyle olmalı değil mi?

“KISASTA HAYAT VARDIR”

Cana karşı işlenen suçlarla ilgili bu köşede daha önce de yazdığım gibi “Kısasta hayat vardır” düsturuna inananlardanım... Hatta 15 Temmuz’dan sonraki idam tartışmalarında da aynı kanaatimi bir kaç kez dile getirdim.

Ancak Türkiye’deki hukuk düzeni, Avrupa Birliği perspektifi ve dahası bir takım bağlayıcı anlaşmalar yüzünden idam yeniden gelmiyor, gelemiyor.

Burasını anladık da mevcut yasaların caydırıcılığı konusundaki eksikliğimizi de anlamış olmalı değil miyiz?

Allah aşkına, kaç çocuk daha tecavüze uğrayıp katledildikten sonra... Ya da kaç kadın daha hunharca katledildikten sonra... Veya her hangi bir insan haksız yere bir cinayete kurban gittikten sonra oturup dövünmek yerine bir çözüm üreteceğiz?

O katilleri o fiili yapmadan önce “yakalanırsam biterim” kaygısına sevk edecek caydırıcı yasalarımız nerede?

Hukuk düzenimizin işleyişinden şikayet ediyoruz. Doğru. Ayrıca “Geç gelen adalet adalet midir” diyerek sızlanıyoruz. Bu da doğru.

Fakat size bir şey söyleyeyim mi, en ağırı suçluya verilen cezanın caydırıcı olmaması. Hatta bizzat suçu neredeyse teşvik etmesi.

Hırsıza, arsıza da öyle, katile, tecavüzcüye de öyle..!

Amerika’da sıradan bir Amerikalı bile trafikte ilerlerken gördüğü bir polis otosu sonrası “telaşlanıyor.” Çünkü, eğer bir kusurunu bulursa polis, o Amerikalı’nın karşılaşacağı muamele hayatını karartıyor.

Örnek olsun diye söylüyorum. Her hangi bir trafik suçu nedeniyle bile bir cezai işlem uygulandığında tüm sigorta düzeni bozuluyor.

Bırakın cana karşı işlenen suçları, basit kabahatler bile caydırıcı cezalarla cezalandırılıyor.

Bizdeyse tam tersi!

Allah aşkına adam öldürmekle, tecavüzle, gaspla yargılananlar “tutuksuz” yargılanıyor mesela. Yıllar süren mahkemenin sonunda aldıkları ceza ise gerçekten suçu teşvik edici nitelikte. 15/20 yıl ile kurtuluyorlar, müebbetle yargılananlar bile!

“İYİ HAL” TECAVÜZCÜ VE KATİLE ÖDÜL...

Hele bir de “iyi hal uygulaması” var ki evlere şenlik.

Herif katil. Herif cani. Herif ırz düşmanı. Herif gaspçı. Ama mahkeme salonununda takım elbise giyip, kravat takıp bir de huzurda ellerini önünde bağlamış boynu bükük halde duruyorsa gelsin “iyi hal” indirimi!

Böyle bir saçmalık olabilir mi Allah aşkına?

Konumuza dönelim. Yine dizlerimize vurarak dövünüyoruz. Yine yok “kimsayasal hadım”, yok cezaların artırılması tartışmasıyla günlerimizi tüketiyoruz.

Cana kast edilmiştir. Hem de minick bir cana. Cana kast etmenin cezası can ile ödenirse caydırıcıdır.

Ben diyorum, “Kısasta hayat vardır” siz deyin ülkemizi bağlayıcı uluslararası normlar var.

Ama gelin bir orta yol bulalım.

İdamı istisna haller için yeniden tartışalım.

Yoksa Yağmur’un toprağı kuruduğu zaman... Acısının üzeri küllendiği zaman biz yine bu meseleleri unutacağız ta ki yeni bir Yağmur bir sapığın, bir caninin kurbanı oluncaya kadar.

Geç kaldık ama yeter..!

Yetmez mi?

Kılıçdaroğlu’na biçilen rol ile İnce’ye biçilen rol CHP tabanında neye karşılık gelecek
“Kemal Kılıçdaroğlu neden erdemli bir cümle kurmaz” diye sormuştum bir önceki yazıda. Aynı gün Muharrem İnce’nin Hürriyet’teki söyleşisini okudum. Kılıçdaroğlu’nun erdemli bir cümle kuramamasının nedenini İnce, ince ince anlatmış aslında. Seçim yenilgisini hazmedemeyenlere yönelik eleştirilerini de Kılıçdaroğlu’nun tutum ve söylemlerini de eleştiriyor İnce. Ve kendine çizdiği bir yol haritası var. Adım adım o harita güzergahında ilerliyor. Mesela not edelim, “Ben önümüzdeki seçimlerde cumhurbaşkanı adayıyım” diyor. “Kılıçdaroğlu’yla ayrışıyoruz” diyor. Seçim yenilgisini hazmedemeyenler için kullandığı “Şizofrenler” sözünün arkasında duruyor.
Demiştim, CHP’de cin şişeden çıktı. Bir şey daha oldu. Muharrem İnce, başka bir parti yerine CHP içinde mücadeleyi seçmiş görünüyor. Miting meydanlarındaki gençlere ve ona 15 milyon oy vermişlere güvenerek..!
İzleyeceğiz. Bakalım erdemli bir cümle kurmaktan yoksun Kılıçdaroğlu ile 24 Haziran’dan sonra bambaşka bir profil sergileyen İnce arasındaki rekabet nereye evrilecek?
Kılıçdaroğlu’na biçilen rol ile İnce’ye biçilen rol arasındaki farklılık CHP tabanında nasıl karşılık bulacak merak ediyoruz
Mesela şizofrenler tayfasında yer alanların “İnce neden, Sözcü veya Cumhuriyet’e konuşmadı da Hürriyet’e konuştu” diyenlerin akıbetini de...
Bakalım neler olacak yakın gelecekte?