Kendi tanımlamalarında; Terör ya da terörizm,

Terör ve Terörizm tanımlamalarını da kendilerine göre yapanda yine kendileri.

VAN 14.08.2015 21:41:17 0
Kendi tanımlamalarında; Terör ya da terörizm,
Tarih: 01.01.0001 00:00
 BEN MÜSLÜMAN’IM TERÖRİST DEĞİLİM.

2010 senesinde vizyona giren yönetmenliğini ve yapımcılığını Karan Johar’ın üstlendiği Benim Adım Khan adlı Hint Filmini izlemiştim. Çok beğenmiştim.

Film, kabiliyetsiz(hasta) bir adamın sakatlığa, güçsüzlüğe karşı yaptığı savaşını anlatıyor. Hasta adamın, tüm dünyada olan Terör, Savaş, Nefret ve Düşmanlığa karşı yaptığı savaşı anlatıyor. [...] My Name is Khan filmi aynı zamanda İslam'ı da ele alıyor. İslam'ı ve dünyanın İslam'a bakış açısını ele alıyor. 

Filmin Başrolü Rızvan Khan (Shahrukh Khan) küçüklüğünü annesiyle (Zarina Vahab) ıssız bir yerde geçiren bir Müslüman’dır. Annesi öldükten sonra Amerika'ya küçük kardeşinin yanına gider. Orada tanıştığı ve aşık olduğu Mandira (Kajol) adında dul ve Hindu bir kadın ile evlenir.. 11 Eylül saldırılarından sonra Mandira'nın oğlu faşist kesimler tarafından döverek öldürülür. Öldürülme sebebi annesi evlendikten sonra Bir Müslüman şahsın soyadı olan Khan soyadını almış olmalarıdır. Bunun üzerine Mandira Rizvan'i terk eder ve ona gitmesini söyler. Rizvan ne zaman geri gelebileceğini sorunca, Mandira ona Amerika Birleşik Devletleri başkanına gidip, adının Khan olduğunu ama bir terörist olmadığını açıklamasını ve ondan sonra geri gelmesini söyler. Rizvan hastalığı dolayısıyla bunu ciddiye alır ve yolculuğuna başlar. Başkan ile buluşmadan geri dönmeyecektir ve ona diyecektir ki: "Sayın Başkan, benim adım Khan ve ben bir terörist değilim."

BEN MÜSLÜMAN’IM TERÖRİST DEĞİLİM

Evet ben Müslüman’ım terörist değilim. Müslüman adına, İslam adına zulüm işleyen, insanların canına, malına, namusuna, aklına saldıran zarar görmesine sebep olan, insanların yerini yurdunu terk etmesine sebep olan insanı mağdur eden ve bunları yaparken de kendini İslam’a nispet eden ve Müslüman’ım diyenden ayrı olduğumu söylemek isterim. Zira Peygamber(a.s) Müslüman’ı tarif ederken İnsanların Elinden, Dilinden Emin olduğu kişidir der. İslam’ın hedefi yeryüzüne adalet, huzur ve barış getirmek, beş temel insani esası sağlamaktır.(Akıl, Can, Mal, Nesil ve Din emniyetini sağlamak gibi)   

Ama bugün yeryüzünde ne kadar Müslüman’ın yaşadığı yer varsa Kan, gözyaşı, mağduriyet içerisinde ve de işgal altında büyük olasılıkla da sebebi de bugün Müslüman’ı terörist kendilerini de medeni, barışı isteyen demokrasi havarileri diye tanımlayanlar değil mi? Kendi ülkelerinde Müslümanlara hayat hakkı tanımayan, Müslümanları potansiyel suçlu gören gösteren, Müslümanlara saldıran, hakaret eden, İslamafobi tavırlarını ortaya koyanda kendileri değil mi?

Terör ve Terörizm tanımlamalarını da kendilerine göre yapanda yine kendileri.

Kendi tanımlamalarında; Terör ya da terörizm, siyasal, dinsel ve/veya ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla sivillere; resmî, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımıdır. Terör uygulayan organize gruplara terör örgütü; terör uygulayan şahıslara ise terörist denir.

Türkçeye, Fransızca "terreur" sözcüğünden geçmiş olan terör sözcüğü Latince kökenlidir. Latince sözcüğün anlamı "korkudan titreme" veya "titremeye sebep olma" dır.

Fransızca Petit Robert sözlüğünde "Bir toplumda bir grubun halkın direnişini kırmak için yarattığı ortak korku" olarak tanımlanır. Oxford İngilizce Sözlük'te "Genellikle siyasal nedenlerle, halkın gözünü korkutmak ve halkı yıldırmak için dehşet öğesini kullanmak" olarak tanımlanır. Türk Dil Kurumu Sözlüğü'nde, "Yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma, tedhiş" olarak tanımlanır.

Literatürde terör sözcüğü bazen şiddet veya siyasal şiddet kavramlarıyla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.

Arapça kökenli tedhiş sözcüğü de zaman zaman terör anlamında kullanılır. Tedhiş sözcüğü, "korku salma, yıldırma" anlamlarına gelir.

Biz kendimizin Müslüman olduğumuzu ve terörist olamayacağımızı deklere edelim. Onlarda kendilerinin işgalci olmadıklarını, katil olmadıklarını uluslar arası güçlerinin ve teşkilatlarının katliamlara sebep olmadıklarını, zulümler, işgaller, cinayetler ve göçlere, açlıklara yoksulluklara sebep vermediklerini, işgal ettikleri yerlerden sözde çekilirken de kendi yerlerine bıraktıkları zorba diktatör yönetimlerin, halklarını yok etme pahasına kendi iktidarlarını devam ettirme ve sağlamlaştırma adına yaptıkları zorba ve katliamlara destek olmadıklarını her türlü kimyasal silah dâhil silahlandırmadıklarını deklere edebilecek kadar yiğitler mi?

."Terör ve terörist" kelimeleri günümüz insanının çok sık duyduğu kelimeler arasında yer alıyor. Farklı kulvarlarda yarışan değişik akımlar birbirlerini teröristlikle suçluyorlar. Bazen ülke yönetimleri kendilerine karşı duranları, bazen de bu yönetimlere karşı mücadele eden akımlar yöneticileri teröristlikle suçluyorlar. Kısacası "terör" kavramı günümüzde sömürgeci güçlerin çok işine yarıyor.

Saltanatlarını haksızlık ve zulüm üzere bina etmiş olanlar bu haksızlığa ve zulme karşı direnerek hak mücadelesine girenleri teröristlikle suçlayabilirler. Ama bizim Müslüman olarak hak mücadelesini desteklememiz ve zalime karşı mazlumun yanında yer almamız gerekir. Başkalarının bu hak mücadelesini terör olarak nitelemesi bizi ilgilendirmez. Rusya'ya göre Çeçen halkının mücadelesi bir terör ve isyandır. Ama bize göre şanlı bir direniştir. Çünkü yüzyıllardan beri zulüm altında inletilen bir halkın yeniden kendi onuruna kavuşturulmasını ve hakkın yerini bulmasını amaçlamaktadır. Keşmir halkının bağımsızlık savaşını Hindistan bir terör olarak nitelese de biz Hind zulmünün terör olarak nitelenmesinin daha doğru olacağına inanırız. Eritre'de İsrail ve ABD destekli sözde bağımsız sosyalist ve hıristiyan kontrollü bir yönetim kurulmuş olsa da Eritre'nin Müslüman halkı gerçek bağımsızlığına kavuşamamıştır. Dolayısıyla Eritre İslâmi Cihad Hareketi'nin mücadelesi bir terör değil şanlı bir direniştir. Filistin’deki Hamas ve diğerlerinin mücadelesi işgale ve dünyanın en azılı terör devleti olan İsrail’e karşı onurlu bir direniştir. Mısır’da İhvan’ın verdiği mücadele zalim zorba bir yönetime verilen şanlı bir direniştir.   

Evet Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Daimi Üyeleri ne sormak İstiyorum;

 24 Ekim 1945'te kurulmuş dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslar arasında ekonomik, toplumsal ve kültürel bir iş birliği oluşturmak için kurulan,  kendini "adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel bir kuruluş" olarak tanımlayan Birleşmiş Milletler Örgütü  daimi temsilcileri de biz terörist değiliz; Birleşmiş Milletler'in amaç ve ilkelerine uygun biçimde barış ve güvenliği kendi menfaatlerimiz aleyhine bile olsa korumak, Uluslararası bir anlaşmazlığa yol açabilecek her türlü çekişmeli durumu adaletli bir şekilde soruşturmak ve neticelendirmek istiyoruz diyebilecekler mi?

Uluslararası Adalet Divanı nızla; ABD’nin Irak, Afganistan, Pakistan’daki katliamlarını, Rusya’nın Çeçenistan’daki, Çin’nin Doğu Türkistan’daki,  Fransa’nın Mali’deki ve İsrail’in Filistin- Gazze ‘deki katliamlarını yargılayabiliyor musunuz?

Dünya Bankanız ve İMF nizle; yeryüzündeki açlık ve sefalete çözüm bulabiliyor musunuz, yoksa tam tersi açlık ve sefaleti artırıcı politikalar mı güdüyorsunuz? Zira hangi ülkeye el attınızsa o ülkeyi borç batağına düşürdünüz ve kendinize muhtaç hale getirdiniz.

Demokrasi ye inanan ve dünyanın tek geçerli nizamı olduğuna inanlara da sormak istiyorum;

  Yaptığınız tanımlamayla 24 Temmuz 2015 tarihinde kontrol edilmiş kararlı sürüm gösterilmektedir.İnceleme bekleyen 1 değişiklik bulunmaktadır.

Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet  politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir tür yönetim biçimidir. Diyorsunuz da, ama halklar sizin istemediklerinizi tercih ettiklerinde kendi uşaklarınızca darbe yaptırmayacağınıza, seçimlerine saygı göstereceğinize Filistin, Cezayir, Tunus, Libya Suriye, Mısır vb ülkelerde yaptıklarınızı tekrar yapmayacağınızı deklare edebilecek misiniz?

İnsan Hakları Evrensel Bildirisini hazırlayan ve imzalayanlara sormak istiyorum;,

 

 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun Haziran 1948'de hazırladığı ve birkaç değişiklik yapıldıktan sonra 10 Aralık 1948'de, BM Genel Kurulu'nun Paris'te yapılan oturumunda kabul edilen 30 maddelik bildiridir

 Bu Bildiride yer alan Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler. (madde 1)

 Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da herhangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu Bildiri'de açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Bundan başka, ister bağımsız ülke uyruğu olsun, isterse bağımlı, özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke uyruğu olsun, bir kişi hakkında, uyruğu bulunduğu devlet ya da ülkenin siyasal, adli ya da uluslararası durumu bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir(madde 2). Ayrıca bu haklar hiçbir şekilde başkalarına ya da kurumlara aktarılamaz.

 Diye yazdığınız ve imzaladığınız bu bildirgeye göre sizin dışınızdaki insanların özgürlüklerini, onur ve haklarını koruyacağınızı,  Akıl ve vicdan hürriyetlerine saygı göstereceğinizi,  hiç kimseyi ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da herhangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin yok saymayacağınızı ve ortadan kaldırmayacağınızı bunları yapmak isteyenleri de desteklemeyeceğinizi deklere edecek kadar cesur ve insaflı mısınız?

Zira bugün yeryüzünde işlenen katliamlardan ve zulümlerden dolayı milyonlarca insanın öldüğü, en son verilere göre yaklaşık 53 milyon insanın kendi topraklarını terk etmek zorunda kaldığı ve göç sırasında binlercesinin de öldüğü ve bunlara uluslar arası güçlerin de sessiz kaldığı hatta sebep oldukları gün gibi ortada.

Devletlerin ve tüm teşkilatların kendi varlık sebebi olan kendi tebaasının can, mal, namus, akıl(irade) ve din güvenliğinin sağlanması için gerekenleri yapmalarını bunu yaparken de asla insanların can, mal, namus, akıl(irade) ve din emniyetlerine zarar vermemesini, azami ölçüde dikkat etmelerini zira devletler her bir vatandaşının can mal, namus ve akıl(irade) gibi insani değerleri her şarta korumakla mükelleftir. İnsanların özgürlüğü, refahı ve mutluluğu için mücadele ettiklerini söyleyenlerde bu değerlere [can, mal, namus, akıl (irade) ve din] zarar verecek hal ve hareketlerden uzak durmalı dünün mustazafı iken bugünün zulüm edeni ve zalimleri olmamaları için gerekli hassasiyeti göstermeliler.

Müslümanlar olarak da her zaman haktan, adaletten yana, zalime karşı, zalim kim olursa olsun, ister bizden biri olsun (ırkımızdan, cemaatimiz, partimiz, akrabamız) isterse farklı olsun zulmüne karşı, Adalet ve Hak’ta kimden gelirse gelsin yanında yer almak desteklemek mecburiyetindeyiz.

Zira rabbimiz Maide suresi 8 ayette “Ey müminler! Allah hakkı için, her daim adalet ve hakkaniyet sahibi olun. Bir zümreye yönelik öfke ve nefretiniz, adaletsiz davranmanıza yol açmasın. Gerek dosta gerek düşmana karşı hep adaletli olun. Çünkü Allah’a karşı saygı ve sorumluluk bilincine en uygun davranış budur. Allah’ın emirlerine kayıtsız kalmaktan sakının; çünkü Allah yaptığınız işlerden tümüyle haberdardır.” Buyurmaktadır.

Yine Nisa Suresi Ayet 135’te rabbimiz şöyle burmaktadır: ”Ey müminler! Kendiniz, ana-babanız veya akrabanızın aleyhine de olsa, bütün gücünüz ve samimiyetinizle hep adalet ve hakkaniyetten yana olun, Allah için doğru şahitlik yapın. Şahitlik konusunda insanların zengin veya fakir olmasını dikkate alarak adalet ve hakkaniyetten sapmayın. Şahitlikte öncelikle dikkate alınması gereken husus, insanların durumları/konumları değil, Allah’ın adaletten ayrılmama emridir. Kaldı ki Allah zenginin de fakirin de durumunu sizden çok daha iyi bilmektedir. Şu halde, arzu ve isteklerinize uyup da adaletten ayrılmayın. Şahit olarak gerçeği çarpıtırsanız veya şahitlikten kaçınırsanız bilin ki, Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.”

Her cuma günü hutbeden sonra okunan Nahl Suresi 90 ayette de şöyle buyurmaktadır.” Hiç şüphesiz Allah adaleti/doğruluğu, samimi ibadet ve itaati, akrabaya yardım etmeyi emreder. Her türlü çirkin söz ve davranışı, her türlü günahı ve ahlaki rezaleti, (zulüm, kibir, kin, nefret gibi) her türlü azgınlık ve taşkınlığı yasaklar. İşte Allah size bütün bunları emrediyor ki gereklerini harfiyen yerine getiresiniz.” Vesselam.