Kendi içinde konuşma

A.Birol Ulaş

VAN 18.09.2013 11:36:07 0
Kendi içinde konuşma
Tarih: 01.01.0001 00:00
Yaşayan Kuran diyor yazar… Gülümsüyorum: Adı üzerinde Yaşayan Kuran… Oysa adı üzerinde olan yanıltabilir. Düşünmenin önüne geçebilir adı üzerinde oluş… Birkaç basit çağrışımın kurbanı olabilir. Bu durumun farkında olduğundan mı yoksa adı üzerinde olanın etkisi altında kaldığından mı bilinmez, konuşma aralarında bir film gibi ya da klip gibi edatları, sözleri takip eder. Konuşuyor olmanın getirdiği bir zorunluluk belki...
 
Olaylar resimlerle, görüntülerle mi anlatılmalı yoksa kavramlara kapı nasıl açılır bunu mu düşünmeliyim ya da bir olayın kendisi çekilmiş resmi midir? Resim, film ya da klip gerçekliği ne kadar verebilir ki…
 
Mucize kavramının reddi büyü kavramının reddini de gerektirir elbette, çünkü bu iki kavram arasında bir karşıtlık ve özdeşlik ilişkisi olduğu iddia edilebilir. Bu iddiayı, kıssaları açıklamaya çalışarak temellendirmek doğru gibi görünebilir ama çelişkiler resmi doğrulamamakta aksine parçalamaktadır. Musa’nın bebek olduğu halde Firavun’un sarayına ulaşması, orada yetişmesi mucize olarak görülmeyebilir. Hayatının mücadele içinde geçmiş olması ile Musa’nın, Firavun ile savaşacak bilgiye ve bilince ulaşacağı düşünülebilir. Bu yönü ile Musa özyönetim kavramının en güzel örneği olurdu. Öyle ki durduk yere bir Mısırlıyı öldürmüş fakat yaptığı yanlışın farkına vardığında kendi olabilmek için kendinden uzaklaşması gerektiğini de anlamıştır. Bilmek için iki denizin birleştiği yere kadar yürümeye bile karar vermiştir. Geçmişte haksız yere birini öldürdüğü halde kendisinin Bilge ile göz göze gelmeyi göze almasını başka nasıl açıklayabiliriz? Asıl Bilge karşısında duran kişi midir yoksa olan kendisi ile olmak istediği kendisi arasındaki o bulanık mesafeyi göze alabilmiş olan mı? Öyle ki yürüyüşün tam olarak nerede biteceği yola çıkar iken aslında belli değildir. Kendinden emin olmayan hangi zihin böyle bir yürüyüşe karar verebilir?
 
Bilge mi söylemiştir acaba Musa’ya Nil’in sularının çekildiğini… Peki! Bu bilgiye Firavun nasıl sahip değildir-ki o Haman’dan bir kule yapmasını istemiştir. Gerektiğinde bütün halkı bir arenanın etrafında hizaya getirmesini de bilen kişidir aynı zamanda… Rablik iddia edecek kadar tepeden bakmasını, halkı parçalar halinde kontrol etmesini bilecek ama ne hikmetse Nil’in sularının gel/git ile kendisini yutabileceğini bilmeyecek öyle mi? Üstelik bütün olaylar asanın yere vurulması ile başlayacak ve Firavunun boğulması ile bitecek. Bu durumda Firavun hangi yanlışından dolayı Musa’nın Rabbine inandım diye ölecektir!
 
Süleyman Kıssası da görüntülerden nasibini alacak, olay Kara Kartalların Sarı Kanaryaları yenmesi ile açıklanıverecektir. Bütün bir tarih hayvan resimlerinin aslında kişilere işaret ettiği varsayımı ile şekilleniverecektir. Öyle ki Hüdhüd bir kuştur cümlesi Hüdhüd bir kişidir şeklinde okunabilir ama her iki cümle iki farklı metne işaret eder veya iki farklı okuma karşımıza çıkarır. Biliyorum daha ağır, fitne/fesat kokan bir soru kafamın içindeki: Yazar, Kuran’ın anlaşılması için mi gayret sarf etmekte yoksa Kuran’ı yeniden yazmakta mıdır? Sorular sahibine mi aittir yoksa yanıtları bulduğunu iddia edene mi? Bilmiyorum, benim payıma ne düşer.
 
Ya büyücülerle Musa’nın karşılaşması ile ilgili açıklamalara ne diyeceğiz. Sucuğun nasıl yapıldığını Büyücülerden öğrenmiş olduk böylece. Bağırsaklar kuru iken, değnek; güneşe konulunca yılan gibi hareketli oluyor öyle mi? Büyücüler bu iş için elbette zorlanmışlardır, onlara gözdelerden olacaksınız demek de bir zorlama şeklidir. Film gibi yapılan açıklamalar olay/olguyu açıklamamakta aksine üzerini örtmektedir. Musa’ya haksızlık yapıldığı gibi Büyücülere de haksızlık yapılmakta, adamların yanlıştan döndükleri için canlarını ortaya koydukları gerçeği film uğruna kurban edilmektedir. Yaptıkları iş bu kadar basit ise neden büyücüler Firavun’a koşup: Yahu bu adam bizden daha üstün bir büyücü çıktı, deyip canlarını kurtarma yoluna gitmiyorlar Sayın Yazar? Olay iyi bir analize tabi tutulursa Firavun’u asıl yalanlayanların büyücüler olduğu görülür çünkü işin başında da sonunda da Firavunun gözünde Musa bir büyücüdür zaten. Firavunun nezdinde Musa ile ilgili olan yargıda herhangi bir değişiklik olmaz. Asıl devrim ki yazar açısından dönüşüm diyelim büyücüler üzerinden giderek büyücülerin dönüşümü ile sağlanır.
 
Büyü ve mucize kavramları arasında bir karşıtlık olduğu düşünülebilir, açıklanamaz oluşları ile iki kavram yan yana da getirilebilir. Mucize, olmakta olanın içinde bir olağanüstülüğün yaşanmasıdır ve Allah’ın iradesi ile gerçekleşebilir, oysa büyücü bunu kendisinin de yapabileceği yanılsamasını yaratır. Büyücü bunu nasıl yaptığını açıklamaz, açıklayamaz çünkü açıkladığı anda kendisi büyücü olmaktan çıkar. Burada büyücünün kendi üzerine kapandığını görürüz. Öyle ki kendi üzerinde kapanma ancak başkalarının onun üzerine kapanması ile gerçekleşebilir. Büyücü başkalarını bu eyleme dâhil eder ve kendisini başkalarını da kullanarak onlarla birlikte kapatır. Zeminin üzerindeki küçük kara leke olaya başkalarının katılması ile büyür ve zeminin her yere yayılması ile büyü tamamlanır. Arena ve gösteri simgeleri burada daha açıklayıcı olabilir elbette.
 
Büyü, büyük bir gösteridir aslında ve göz etrafında kurgulanır. Büyücü belirli ritmik hareketleri takip etmekte kendisi ile seyirci arasındaki mesafeyi özenle korumaktadır. Açıklayıcı en güzel örnek gözlerimiz mi boyandı sorusu olabilirdi. Boya renklere işaret etmekte, görmek için ışık ve renklere vurgu yapılmaktadır. Gözlerin boyanması/boyanabilir oluşu öznenin aslında kendini yitirdiğinin bir itirafı olmakta, özne ve zemin üzerindeki sınır çizgileri muğlâklaşıp kaybolmaktadır. Sesler, fısıltılar her tarafa yayılmakta, yayılan her fısıltı ile etraftakiler fısıltıya dahil edilirken, her şeyin ampirik/görgül olana göre biçimlendirildiği arena/dünya da öznenin gözlerinin boyanmışlığı kaçınılmaz olmaktadır.
 
İş film, klip olunca eleştirilip durulduğu halde hiç aşılamayan Amprizim elbette karşımıza çıkar. Vicdan elbette bulma yeridir ve vecd hali de kişinin kendini bulduğu kim bilir bulduğu/bildiği ile kendini kaybettiği haldir. Bulduğum/bildiğim ile kendimi kaybettiğim, öyle ki et ve kandan ibaret bir beden olarak aradan çekilip salt bir zihin, bir bilinçlenme hali… Vicdan, bulunç ve bilinç aynı kavrama işaret eder. Tam bir büyülenmedir her keşif…  Arşimed’i buldum buldum/bildim bildim diye hamamdan peştamal ile dışarı fırlatan hal ki büyücülerin yanında çocuk oyuncağıdır, çünkü onlar arenadan bir beden olarak tamamen çekileceklerdir.
 
Elleri ayakları çaprazlama…
 
Kendini kaybetmek de kendini bulmak da büyüseldir. Birinde zeminin içinde erime, dümdüz hale gelme diğerinde zeminden kopma görülür. Büyülenen; orada olanın içinde kaybolur, keşfeden; orada olmayanın içinde. Her keşif dün mucize dediğimizin bir açıklaması olabilir fakat bu yarın mucize demeyeceğimiz anlamına gelmez. Olanın, olup duruyor olması da bir mucizedir aslında veya bu olmuşluk içinde kendimizi bulamıyor isek büyü…
 
Evet! Sayın Konuşmacı! Amprizm’den kurtulmak gerekir. Değil mi ki ‘Ampirik olandan yola çıkılarak bilim yapılamaz’(K. Cangızbay) Olay önce zihinde inşa edilmeli ve sonuçlar bu inşa ile denetlenmelidir. Cümleler kurulmalı ve mantıktaki karşılığı ile bu önermeler yoklanmalıdır.
 
I. Değnekler yılandır.
II. Yılanlar değnektir.
 
Anlamsız görünebilir belki ama sembolik mantığı kullanarak farklı okuyabiliriz:
I. Her P R’dir.
II. Her R P’dir.
 
Mantıkta bu durumun karşılığı döndürme olarak açıklanır. Bir önermeyi döndürme, onun niteliğini bozmadan yüklemini özne; öznesini yüklem yapmaktır. Bir önermenin olumlu ve olumsuzluğuna, doğruluğuna dokunmadan yüklemini özne, öznesini yüklem yapmaya düz döndürme; olumlu ve olumsuzluğuna dokunmadan, öznesinin karşıt halini yüklem, yüklemin karşıt halini özne yapmaya ters döndürme denir. O halde düz döndürmesi verilen yukarıdaki önermenin ters döndürmesi:
 
Her R olmayan P olmayandır.
 
Günümüzün dili ile söyleyelim: Bunlar nasıl Müslüman… Darbeye darbe diyemiyorlar.( Darbeye darbe diyemeyenler, darbeye darbe deseler bütün olaylar Büyücü değneği değmiş gibi zınk diye kesiliverecektir sanki.) Müslümanlar, Müslümanları öldürüyor. Mısır da barışçıl bir demokrasi istiyoruz ve bunu sağlayacak olanlar Mısırlılar cümleleri mantıktaki karşılığı ile döndürmeye uğramış olan cümlelerdir. Tekrarlarla bu cümlelerin düz bir çizgi değil, bir halka oluşturduğu ve öznenin geçişler yaşadığı görülür. Her döndürme de özne kesinlikle yara alır. Bakan göz, işiten kulak, düşünen bilinç olmaktan çıkar ve düşünen olmaktan uzaklaşıp kendisi bir düşünüşe üstelik hiçbir müdahalesi olamayacağı bir düşünüşe konu olur.
 
Müslümanlar Müslümanları öldürüyor: Cümlede özne ile nesnenin yer değiştirdiğini görürüz, zaten yüklem Müslümanların öldürülmesidir. Cümle bu durum karşısında olanların tamamen bir nesne olduklarını öyle ki ölüm karşısında Müslüman oldukları için hiçbir şey yapamadıklarını/yapamayacaklarını söyler. Öznenin de aynı kişiler olması onların da bir nesne gibi öldürme karşısında yapacakları hiçbir şey olmadığını anlatır bize. Öyle ki ölenler Müslüman olduğu için ölmeli; öldürenler de Müslüman olduğu için öldürmelidir. Özne ve nesnenin aynı olması ile nesne, özneye doğru taşınmakta ve özne nesneleşip yok olmaktadır. Elimizde kalan ise sadece ölüm ve öldürmedir. Bu durumda olaylar iradi olmaktan çıkmış üstelik İslam’ın tek iradesinin ölüm/öldürme olduğu III. Dünyaya gösterilmiş olmaktadır.
 
Ve Kaos Adam işbirlikçilerini kullanarak yarattığı Arap Baharı gibi bir mistifikasyon sayesinde herkesin eline bulaştırdığı kanı göstererek, zihinlerin bu cümleyi tersine döndürerek okumalarını beklemekte kendi kanlı ellerinin zihinlerde yunacağını ummaktadır:
 
Ölmeyenler/öldürmeyenler Müslüman olmayanlardır.
 
… … … … …
 
Kuran’a göre: Bembeyaz oluveren Musa’nın Elleri’dir, Firavun’un değil…