KAYIP KELİME

A. BİROL ULAŞ

VAN 17.03.2015 17:22:10 0
KAYIP KELİME
Tarih: 01.01.0001 00:00
        Bütün insanlık ağır aksak… Eğer bir kelimenin eksik olduğunu düşünüyorsak, anlamdaşını buluruz, diğer dillerdeki karşılığına bakarız. Kutsal kitapları tarar buluruz.     Elimde hatırı sayılır birkaç sözlükle sahaftan içeri giriyorum. Epey bir sorgulama yapmışım burayı bulana dek. Sıradan bir sahaf olmadığı belli ki zaten kitap falan satmıyor sahaf… Okumak isteyene kitapları geri getirmesi şartı ile veriyor. Para ile işimiz yok der gibi bakıyor gözlüklerinin ardından… İlginç! Kapı ile oturduğu masa arasındaki uzun mesafeye rağmen anlam çok net bakışlarında. Koridor boyu yerleştirilmiş raflar arasında kitaplar üzerinde ilerlerken sahafın varlığının farkına varmak bile büyük bir soru işareti… Eminim, bu sahafta bir sıkıntı oluşturuyordur; bu eskimiş yüzler, solmuş nefesler, fısıltılar arasından sahafın varlığının farkına varmak bir hakaret içinde bulunulan duruma… İnsanın içinde bulunduğu an ile bu uzun koridor arasında bile bir uyum varken, kaybolmuşken ya da kaybolmalı iken kendi içinde zihin, sahafın masanın önünde oturduğunu görmek, görebilmek epey ruhsuz, duygusuz olmayı gerektiriyor. Sahafta bir bekçiye dönüşmüş olmanın verdiği büyük bir iç sıkıntısı… Verdiği nefesten dökülüyor masanın üzerine: Girişe koydum ya bir defter alacağın kitabı adını yazarını aldığın tarihi yaz git kardeşim diyor, koridorun ucundaki bayana. Elinin tersi ile itiyor ısrarla verilmek istenen paraları… Beni de bir bekçi haline getirdiler şimdi! Banka da vezneyiz mübarek! Küçük bir baş selamı… Masanın üzerindeki yazıya takılıyor gözlerim: Alınır, verilir, değiştirilir. Oysa ne vermeye ne de değiştirmeye getirdim sözlüklerimi… Kafamda koca bir soru işareti ile sıkı sıkı yapışmışım kitaplara… Sözlükler, ansiklopediler, internet… Mesele nedir diye soruyor adam. Sözlükleri masanın üzerine bırakıyorum. Tedirginlik had safhada bende… Emin olamamaktan, bilemiyor olmaktan kaynaklanan bir endişe… Ellerime bulaşıyor yüzümün kiri… Sağ gözümde kendimi alamadığım bir seyrime… Ya anlatamazsam diyorum içimden, ya anlamazsa… Yok diyorum; yarı fısıltı yarı hırıltılı bir sesle… Yok! Sözlüklerde, ansiklopedilerde bir kelime eksik… Delinin zoruna bak diyor sahaf… Gözlüklerini eline alıp, parmaklarıyla silmeye çalışıyor. Yazının keşfinden beridir, bütün kelimeler yazılır sözlüklerde… Hakaret diyor bu söylediğin: Kelam’a hakaret, Epistemoloji’ye, Ontoloji’ye, Edebiyata hakaret… Ama yok işte, yok diyorum… Ses olarak, söz olarak değil elbet; anlam olarak, içerik, zatiyet olarak eksik işte… Bırak, burnundan solumayı da söyle bakalım: Kelam söylerler de hangi kelime eksik? Yüzümü kendisine doğru yaklaştırıyorum, hafifçe kulağına doğru fısıldıyorum kelimeyi: ……. kelimesi yok sözlüklerde, ansiklopedilerde… Masanın üzerinde duran o kalın ebatlı sözlüklere bakıyor tek tek… Sayfaları elleriyle yokluyor bir bir… Gözleri ile değil de parmakları ile okuyor gibi… Sayfalar üzerine parmaklarını gezdirirken nefes aldığını duyuyorum yazıların… Parmakları her bir noktada her bir virgülde özenle duruyor. Karşımdakinin bir bakarkör olduğunu o an fark ediyorum. Olamaz diyor olamaz. Bu mümkün değil gerçekten yok söylediğin kelime/anlam… Hızla kalkıyor sandalyeden, koridorun diğer ucuna doğru adım yürüyor. İçinden adımlarını sayıyor diyorum. Bakarkör gerçekten… Evet! N’olmuş! İnsan gözü ile mi okur sanırsın? Müthiş! Müthiş! Korkunç! Korkunç kelimeler saçılıyor ortalığa… Tuğlaya mı döndü kitaplarım? Uzun bir ah sıçrıyor koridorun tam karşısına… Merdiveni el yordamıyla raflara yerleştirip, en yukarıdaki, en kalın kitabı alıp getiriyor. İşte burada yazar, üstelik dünyada konuşulan dillerdeki bütün kelimeler… Pek fazla bakmam ben buna… Bu sahafa kaç yabancı gelir ki zaten… Eğer burada da yoksa bitti kelam, bitti epistemoloji… Mantığı al çöpe at diyor. Kurduğumuz bütün cümleler eksik, yanlış… Dünya yarım ha bu günden öte… Bütün insanlık ağır aksak… Eğer bir kelimenin eksik olduğunu düşünüyorsak, anlamdaşını buluruz, diğer dillerdeki karşılığına bakarız. Kutsal kitapları tarar buluruz. Eksik olmaz, olamaz. Parmakları titreye titreye sayfaları karıştırıyor. Sen bilir misin ki yazı kuş gibidir. Uçar-göçer elbet ama geri gelir. Kalem bile kanadıdır kuşun adı Kalemus’tan gelir. Tek tek özenle açıyor önümde sayfaları… Her bir işaret üzerinde parmaklar özenle dolaşıyor. Sayfalar ilerledikçe yüzündeki ciddilik netleşiyor. Bakıp duran ama baktıkça hiçbir şey görmeyen gözlerini kapatıyor iyice… Parmaklardaki hareketin arttığını görüyorum. Şurada olmalı diyor işaret parmağı orada yoksa şurada… Kitabın sonuna doğru yüzünün rengi değişiyor, nefesler sıklaşıyor. Ter ve gözyaşı karışmış, kırış kırış yüzünde… Anlamdaşı ne olabilir diye soruyor. Bilmiyorum diyorum sessizce… Sus! Diyor. Sakın! Kimseye söyleme! Ne büyük hakaret olurdu insana: Kurduğu hiçbir cümlenin aslında bir bütün oluşturmadığını söylemek! Kemikleri sızlayacak Aristo’nun… Belki de eksikliği şu an için geçerlidir. Hani vardır ya Kızılelma, Sınıfsız Toplum ya da Sırat-ı Müstakim… Belki de oraya varınca, varılması gereken yere yani… O eksiklik de ortadan kalkacaktır. Bu bizimle ilgili olabilir daha çok… Bizim anlam dünyamızın sığlığı ile ilgili olabilir. Vardır da görmemekle, okuyup da anlamamakla ilgili dedim. Tavan yapacak Postmodernizim… Herkesin diline düşer artık yok Batınilik, yok Ezoterizm, Gizemcilik falan… Kaybolmuşların yoludur bunlar… Kaybolmuşluklarını, boşluklarını bunlarla doldurmaya çalışırlar, diyor. Oysa hepsi bir masal… İnsanı, insan yapan sınırları yok etmek için kurulmuş birer tezgah… Anlam dünyasını yok etmeye yönelik bir saldırı… Sanırsın ki insan her şeye kendince bir anlam vererek var olabilir. Oysa bu mantık tek başına insanı insanlıktan uzaklaştırır.   Kapı açılıyor yavaşça. Bir çocuk görünüyor kapının yamacında… Elinde uçarı bir gülümseme, yüzünde bir kitapla koridorun başında çocuk… Kitaplara dokunuyor, parmaklarını sürtüyor yavaşça… Adımlarının ahengine kapılıp söylüyorum. Söylediğim gibidir belki; yarınlar da ortadan kalkacaktır bu eksiklik, kayıp bulunacaktır. Anlam/Zihin dünyasındaki bu eksiklik giderilecektir belki… Ama çok zor işimiz be çocuk, çok boşuz. İşte getirdim diyen tiz bir sesle yıkanıyor kulaklarım. Küçük bey bırakıyor elindeki kitabı masanın üzerine: Başlıklı Kız, yazısını okuyorum. N’oldu Kitap Amca! Nedir eksik olan diye soruyor. Yüzünde hala o gülümseme, sıcacık yayılıyor gözlerinden… Mavi diyorum. Mavi eksik kitaplar da… Mavi nedir sorusu yayılıyor koridora… Sahaf ve ben birbirimize bakıyoruz: Mavi nedir?
iktibasdergisi