Kardeşlik nimeti: Yer’i ve değer’i

Yusuf Kaplan

VAN 14.09.2015 11:08:59 0
Kardeşlik nimeti: Yer’i ve değer’i
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Çağımızın parlak düşünürlerinden Wittgenstein şöyle der:

“Birini yanlış bir ortama koyun, hiçbir şey gerektiği gibi işlemez. Adam her bakımdan tedirgin olur. Adam'ı tekrar doğru YER'e yerleştirin, her şey gelişmeye başlar ve adam kendine gelir.” (Kesinlik Üstüne + Kültür ve Değer, Metis Yayınları, 2013: 171.)

KARDEŞLİĞİ KÜÇÜMSEMEK!
Konumuz: kardeşlik.
Kardeşlik, bulunmaz bir nimet. Ama biz öylesine nankör insanlarız ki, kardeşlik gibi aziz bir nimeti bile, bile bile tepebiliyoruz, elimizin tersiyle itebiliyoruz!

Kardeşliği küçümsüyoruz. Biri, “kardeşliği” hatırlatınca, gülüp seçiyor, arkamızı dönüyoruz! Hatta öyle ânlar oluyor, öyle olaylar yaşanıyor ki, “kardeşlik”ten sözeden birine, “masal anlatma bize!” diye hakaret bile edebiliyoruz!
Niçin, kardeşlik gibi bir nimeti bu kadar değersizleştirebiliyoruz peki?
Kardeşliğin ne demek olduğunu hem bihakkın bilemediğimiz için hem de -sanırım, biraz da bu nedenle- kardeşliğin hakkını hakkıyla yerine getiremediğimiz için.

Üstelik de şu yokoluş mevsiminde bile, insanlığa, Somali açlık hâdisesinde olduğu gibi, Suriyeli muhacir (göçmen değil bizim gözünüzde “muhacir”) kardeşlerimize, şu çivisi çıkmış dünyada handiyse yalnızca biz adeta bir “Ensar” ruhuyla kucak açtığımız bir zaman diliminde bu ülkede kardeşliği küçümsemek elimizin altındaki nimeti göz göre göre tepmek demek!
Doğrusu, Kürt kardeşlerimize, 30 küsur yıl boyunca yaşadıkları sorunlarda gerekli ilgiyi gösteremedik. Gerekli kardeşliği ihmal ettik. Dilleri, kültürleri yoksayıldı; bu yüzden onca çile ve işkenceye maruz kalındı; biz yaşananlara sessiz kaldık. Ondan sonra da “kardeşlik”ten sözetmeye başlayınca, “ti'ye alındık” biraz da haklı olarak.

Herşeyden önce, bir Müslüman toplumda yaşanmaması gereken, seküler-ulus devlet paradigmasının ve zorba uygulamalarının yol açtığı, bir halkın dilinin, kültürünün inkâr edilmesi gibi ilkel, Müslüman bir topluma aslâ yakışmayan bir cinayete seyirci kaldık; kardeşlik'ten sözedince de ciddiye alınmadık.

Ama bütün bunlar, “kardeşlik nimeti”ni küçümsememizi, gözardı etmemizi gerektirmez.

LAİK DEVLET, MÜSLÜMAN TOPLUM YERSİZ'LİĞİ

Burası: Laik devlet, Müslüman toplum. Sonuç: Elbette ki, kültürel şizofreni olacaktı.
Laiklikle Müslümanlık uzlaştırılamaz mı? Saçma bir soru bu. Birincisi, laiklikle Müslümanlık uzlaşmaz. İkincisi, bütün uzlaşmalar, “uyuzlaşma”yla sonuçlanır. Ortada ne laiklik kalır, ne de Müslümanlık.

Hıristiyanlık'la Müslümanlık uzlaştırılabilir mi? Hıristiyan Hıristiyan, Müslüman Müslüman kalsın; ki, bir yer'i ve değer'i olsun.
Burada kilit kavram YER kavramı. Eğer ne'siniz değil de, “neresi''siniz, nereye aitsiniz sorusunu soramazsak, yerimizi de, değerimizi de kavrayamayız.

Durduğunuz yer, gördüğünüz şey'i belirler. Her şeye örneğin Batı'dan, Batılı gözlüklerle bakarsanız burayı ve burada var olan göremezsiniz, örtersiniz, Batı'yı yeniden -üstelik de- burada/n üretmiş olursunuz.
Burada benim bir Batılı düşünüre gönderme yapmam çelişki değil mi, peki?

Batılı düşünürü merkez'e alıyor olsam, bu eleştiri haklı olurdu. Burada geliştirdiğim bir fikri, bir başka dünyanın düşünürüne de doğrulatmış oluyorum. Hem kendi cümlemi kuruyorum; hem de bu cümleyi doğrulayan bir düşünür alıyorum yanıma.
Evet, durduğunuz yer, gördüğünüz şeyi belirler. Nerede durduklarını bilemeyenler, nereye, ne'yle ve nasıl gitmeleri gerektiğini de bilemezler ve felaketten felakete sürüklenirler.

Bizim ait olduğumuz “yer” İslâm. Eğer ait olduğumuz “yer”i yitirirsek, dilimizi de, düşünme, bakış, görme biçimlerimizi de yitiririz. Çağ'ın ağ'ları, bağları, kavramları ve bağlamları İÇİNDEN bakarız her şeye ve bize ait olan hiçbir şeyi de “neyse o” olarak göremez, nüfuz edemeyiz.

KARDEŞLİK CAN'A, TÜRDEŞLİK KAN'A B/AKAR

Kardeşlik deyince ne anlıyoruz? Kardeşliğin nasıl bir nimet olduğunu, yer'ini ve değer'ini hakkıyla anlayabiliyor muyuz? Hayır.
İslâm'ın kardeşlikten kastettiği şeyi tam olarak idrak edemiyoruz. Kardeşlik'le türdeşlik'i karıştırıyoruz.

Etnik kimlik, türdeşlik'ler üretir. Kan bağı, insanın zihnini, kalbini, vicdanını ikinci plana iter. Ön planda kan vardır. Kan akar yalnızca. Bütün etnik kavgalar, kanla sulanmıştır. Kirlidir. İnsanın ruhunu da kirletir ve öldürür.

Ümmet kimliği, kanı, deriyi, “yaratılıştan verili” farklılıkları Allah'ın bir âyeti olarak görür; dolayısıyla kan bağını değil, can bağını önemser; kişiyi Canan'a bağlayan can / hakikat bağını.

Yaratılanı Yaratan'dan ötürü sever; kanı değil canı yaşatır. Canların birbirlerine bakmalarına, akmalarına bakar. Irk'ın değil, can'ın hayata can katan, ruh katan iyiliklerinin /takva'nın, samimiyetin, ihlasın, sahiciliğin izini sürer. Irk'ı değil, iyilikleri büyütür. İyilikler büyüdükçe o iyilikleri yapan insan da büyür.

Biz bu ülkede bu kardeşliği hakkıyla bilmiyor ve hayata geçirmiyoruz. Çünkü bu ülkede gökkubbe çöktü. Enkazın altında kaldık ve her şeye mal bulmuş mağribi gibi sarıldık: İslâm'ın bizim varlık nedenimiz olduğu hakikatini yitirdik. Bizi yok edecek şeyleri, (laikliği, kavmiyetçiliği, sığ, seküler ideolojileri) varlık nedenimiz yaptık.

KONUŞLANDIĞINIZ YER, KONUŞMA'NIZI BELİRLER
Sonrası malum. Yer'imizi kaybettik. Ayağımızın altından toprak kaydı. Kaygan zeminlerde patinaj yapmaya başladık.
Oysa konuşlandığınız yer, konuşma'nızın içeriğini de, değer'ini de, yön'ünü de belirler. Yer'sizler, yer'in değerini de, söz'ün yer'ini de bilemezler.

Eğer İslâm'ın, ümmet kimliğinin ne demek olduğunu bilseydik, kardeşliğin nasıl muazzam bir nimet olduğunu, hayatımızdaki yer'ini ve değer'ini de hakkıyla bilebilirdik.

Ama Müslüman kimliği, sunduğu irfan ve basiret ruhu, “kültürel” genlerimize öylesine yer etmiş ki, bu halkı, birbirine düşürme girişimlerinin hepsini boşa çıkartmayı bildi bu halk.