‘Kan: Bir Hristiyanlık eleştirisi’

Erol Göka

VAN 1.11.2018 09:21:33 0
 ‘Kan: Bir Hristiyanlık eleştirisi’
Tarih: 01.01.0001 00:00
 ‘Kan: Bir Hristiyanlık eleştirisi’
“Bütün hayatımı teorilere harcadım ama artık teorilerden, bu pratikten bağımsız çalışan uğraşlardan usandım (...) Bu sebeple, sıradan şeylere kafa yormak istedim” demiş meşhur sosyolog Richard Sennett. Haklı... Çünkü hayat hiçbir teoriye sığmayacak kadar derin ve çok boyutlu. O yüzden gündelik olanı önemsemek, olabildiğince somut ve anlaşılır olmak da lazım. Uzun zamandır bu ilkeye uygun biçimde düşünüyor, yazmaya, konuşmaya çalışıyorum. Ama kimi durumlar karşısında “teorik biçimde” ilgilenmek şart oluyor. Kim ne derse desin bazı sorular ve o sorulara cevap arayan metinler, hayli zorlayıcı, demir leblebi cinsinden… Geçenlerde Ketebe Yayınları arasından Ahmet Demirhan’ın çevirisi ve mükemmel sunuş yazısıyla yayınlanan Gıl Anidjar’ın “Kan: Bir Hristiyanlık Eleştirisi” kitabı öyle mesela...

Avrupa kimliğinin kurucu sacayağı öğeleri olarak Yunan felsefesi, Yahudi-Hıristiyan inancı ve Roma hukuku sayılır hep. Bu üçlü çoğumuzun ezberindedir. Bu ezber önce Edward Said’in “Oryantalizm” (Şarkiyatçılık) (Türkçesi: B. Ürnel, Metis Yayınları) çalışmasıyla yara aldı. Kitap, her ne kadar 18. Yüzyıl sonrasında Batı’nın kendi gücünü ve iktidarını sağlamlaştırmak için Şark’ı nasıl kullandığına odaklansa da “Batı’nın ötekisi” kavramı literatürü girmiş oldu. Ancak Said’in bakışı, onun seküler hümanizminden fazlaca etkilendiği gerekçesiyle çok eleştirildi.

Talat Asad’ın çalışmaları (“Dinin Soykütükleri. Hristiyanlıkta ve İslamda İktidarın Nedenleri ve Disiplin” -Türkçesi: A. A. Tekin, Metis Yayınları; “Sekülerliğin Biçimleri: Hristiyanlık, İslamiyet ve Modernlik” -Türkçesi: F. B. Aydar, Metis Yayınları), ilk kez Hristiyanlığı sorgulamaya aldı. Her ne kadar, “din” diye tercüme etmek yerleşmiş olsa da Hristiyanlığın “religion” olarak diğer dinlerden farklılığı ve sekülerleşme ile Siyam ikizi gibi bağlantılı olduğu böylece ortaya çıktı. “Sekülerleşme, Hristiyani pratiklerin içindeki teolojik vasattan ayrılması güç olan, Hıristiyanlık ile birlikte gelişen başka bir süreçti”… Talat Asad’ın çabası, Batı kimliğinin oluşumunda din olarak Hristiyanlığın yerini söylenenlerle yetinmeyip enine boyuna araştırmamız gerektiğine işaret ediyordu.

Şüphesiz arada birçok başkaları da vardır ama Hristiyanlığı bir kimlik ögesi olarak Asad’ın bıraktığı yerden mercek altına alan Gıl Anidjar’dır. Anidjar da Hristiyanlığın “din” olarak ele alınmasıyla yetinmeyip antropolojisinin yapılması gerektiğini düşüncesindeydi.

Anidjar, 2003 yılında yayınlanan ilk çalışması “Düşmanın Tarihi: Yahudi, Arap” (Türkçesi. T. Binder, Ayrıntı Yayınları, 2012) kitabında Hıristiyanlığın bir din (religion) olmanın yanı sıra Hint-Avrupa geleneğinin daha çok da Batılı Hristiyanlığın kimliğinin kurulmasına hizmet eden, aynı zamanda ırkla ilgili bir kavram olduğunu öne sürdü. Ona göre ırk “din”i, “din” de ırkı kurdu. Avrupa, “kendisini Hristiyanlık ya da Hristiyanlığı Avrupalı olarak biçimlendirirken düşmanı da silmiş, kendi dışına atmıştı. Bu sürecin sonunda, “Komşunu kendin gibi sev” şeklindeki Eski Ahit buyruğu, Pavluscu bir müdahaleden sonra “düşmanını da sev” buyruğuna, Batı Hristiyanlığını “sevgi dini”ne dönüştürmüştü.

Anidjar, “Düşmanın Tarihi”nde ayrıca “Semitik hipotez” adı altında, Samilerin icat edilişiyle birlikte nelerin ortaya çıktığına da baktı. “Böylece bir zamanlar her ikisi de Sami olan Yahudiler ve Araplar, seküler dünyada din ve ırk olarak ikiye bölündü ve ayrıldı… Avrupa’da Yahudi, neredeyse ırka yakın etnik bir kimlik, Arap da dini temsil eden bir figür halini aldı ama aynı zamanda Yahudi dini bir anlamı, Arap da etnik bir anlamı olan kategori gibi görülmeye başlandı.” Dolayısıyla Anidjar için Batı, bir “Yahudi-Hristiyan uygarlığı”ndan ziyade bir Yahudi-Hristiyan çekişmesi ya da itilafının mekanıydı.

“Kan: Bir Hristiyanlık Eleştirisi” kitabında ise Anidjar, bu kez doğrudan doğruya Batı Hristiyanlığının bizzat kendisine yöneliyor. Avrupa için bir Yahudi sorunu”, “Zenci sorunu”, “Müslüman sorunu” vardır da niye bir Hristiyan sorunu yoktur diye sorarak işe koyuluyor. Tıpkı Talat Asad’ın yaptığı gibi masayı tersine çeviriyor; on yıllardır Batılıların başkalarına sordukları soruların tıpkısının aynısını onlara sorarak, soruşturmalarını kendilerine iade ediyor. Doğrudan doğruya “Hristiyanlık nedir?” diye sormaya cesaret edince; Marx, Weber ve Foucault’un işaret ettiği liberalizm ve kapitalizm ile bağın çok ötesine uzanarak bizzat modernliği Hristiyanlığın sonucu olarak görmeye başlıyor. Ulaştığı sonucun edebiyatta, hukukta, tıpta, ekonomide, felsefede, teolojide delillerini, başka deyişle Hristiyanlık kanının akışının izlerini göstermeye çalışıyor. Modernliği hep dinin dolayısıyla Hristiyanlığın sonu olarak görmeye alıştırılmış zihinlerimiz için bu da diğer sonuçlar gibi çok şaşırtıcı…

Zihnimizi zorluyor ama ulaştığımız her tepede yepyeni sorular sormamıza yolaçıyor bu kitap...