İstanbul İslamcılığı

Rüstem Budak

VAN 5.12.2012 14:24:57 0
İstanbul İslamcılığı
Tarih: 01.01.0001 00:00

Türkiye’yi sosyolojik, ekonomik, tarihsel, siyasal etkenlerle şekillenen yapısından dolayı
İstanbul ve Anadolu-Taşra olarak ikiye ayırabiliriz. Bu konum binlerce yıldır süregelen
geleneğin oluşturduğu bir yapıdır. İstanbul tarih içerisinde bölgede sürekli olarak üzerinde
hâkimiyet hesapları yapılan ve bulunduğu konum itibariyle zaman geçse de, yapılanmalar
farklılaşsa da değeri azalmayan ender kentlerden biridir. Nüfus, ekonomi, kültür ve siyasal
olgular açısından İstanbul’un Türkiye içerisinde ayrı bir yeri vardır. İstanbul tüm göstergeler
de kendi hinterlandı ile birlikte çok farklı değerler taşımaktadır.

İstanbul son cumhuriyet dönemi dışında binlerce yıl değişik medeniyetlere başkentlik yaptı.
Son olarak başkenti olduğu Osmanlı İmparatorluğu ile de görüldüğü üzere sadece Anadolu’yu
değil Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar ile Karadeniz ve Akdeniz havzalarını etkileyen bir
konuma sahiptir. Bu güçlü bir çekim ve etki alanı oluşturmaktadır. Bir taraftan bu alanlara
yönelik şekillendirmelerde bulunurken, diğer yandan da bu bölgelerdeki birikimleri kendine
çeken bir etki alanına sahiptir.

İstanbul kendi içerisinde ve dışarıdan taşıyarak oluşturduğu medeniyet tasavvurlarını
çevresine yöneltir. Bu medeniyet tasavvurlarının son 700 yıldır ön planda olanı İslam
merkezli düşünce ve pratiktir. Öncesinde Helen- Roma- Bizans kültürünün Osmanlı
ile birlikte hem yapı hem demografik olarak İslamlaşması süreci yaşanmıştır. İslam
dininin yayılma sürecinde batı medeniyetinden alıp ta muhafaza etmeyi başarabildiği tek
merkez sayılabilir. Bunun ilk tecrübesi olan Endülüs ne yazık ki yaşatılamadı. İstanbul
geçmişteki güçlü medeniyet aidiyetine rağmen büyük bir dönüşüm geçirdi. Diğer medeniyet
tasavvurlarını hoşgörüyle karşılamakta ancak İslam temelli toplum ve şehir algısından da
ödün vermemektedir.

İstanbul’un İslamlaşması ve Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapması hasebiyle diğer
İslam toplulukları açısından da bir merkez olarak algılanmaya başlandı. Taşra kavramı bu
süreçte İstanbul dışındaki yerleri tanımlamak için kullanılmaya başlanacaktı. Bir merkez
olarak burada oluşturulan fikir ve ideolojilerin merkez ve taşra üzerinde büyük etkisi
olacaktı. Hangi düşünce ve hareket olursa olsun İstanbul merkezli yapılanmaya gidecekti.
Osmanlıcılık, Türkçülük, Batıcılık ve İslamcılığın ideolojik olarak tartışıldığı ve şekillendiği
merkezlerden biri olarak ideolojilerin bu şehirde kendine has örneklik ve tasavvuru
gelişecekti.

Anadolu başta olmak üzere imparatorluk taşrasından kopuk olmayan ama kendine özgü algı
ve tasavvurları ile de zenginleşen İslamcılık tecrübesi süreç içinde kendini ortaya koyacak ve
olgunlaşmaya başlayacaktı. Bilgi, tecrübe, kişi ve aklın toplandığı ana havzalardan biri olan
İstanbul, İslamcılık ideolojisinin teorik ve pratik oluşumuna zaman içinde mekânsal birikimi
katarak özgünlük oluşturmuştur. Biz bu tecrübe ve birikimlerin toplamına İstanbul İslamcılığı
adını vereceğiz. İsimlendirmede bulunmadan tanımlamak mümkün değildir. Bunun için bir
isimlendirmede bulunmak ve ardından bu ismin temsil ettiği güç ve etki alanını tartışmak
istedik.

İstanbul İslamcılığı kategorik olarak Sünni İslam algısının merkezlerindendir. Bu algının
değişik formları olan cemaat ve tarikatları da barındırmaktadır. Şehrin yeniden imarı ve
inşasında toplumsal yapısı bu husus göz önüne alınarak oluşturulmuştur. Buna kategorik
olarak kutsallık kazandırmak için Eyüp Sultan ve peygamber tarafından “vaat edilmiş şehir”
hüviyeti kazandırılarak siyasal ve toplumsal algıda yerleşimi sağlanmaya çalışılmıştır. Kadim
bir mücadele olan batının doğuya, doğunun batıya hâkimiyeti mücadelesinde İstanbul kapı
olma hüviyetini daima korumuştur.

Türkiye de var olan hemen her cemaat ve tarikatın İstanbul merkezli olma hayali ve
endişesi vardır. İstanbul Osmanlı tasavvurundaki güç ve hâkimiyet dolayısıyla da iktidar
olma konumunu yitirmeyecekti. İmparatorluk hedeflenen kimliğin ihdas edilebilmesi için
tarikatların güçlerinden istifade edecekti. Gerek Osmanlı’nın, gerekse de cumhuriyetin
son yüzyılında oluşan İslamcı birikim İstanbul’daki etki alanını güçlü kılmak için her türlü
mücadeleyi vermektedir. Her zaman ödünç- çalınmış bilinçle hegamonik algılarını tatmin
etme yoluna gitmişlerdir.

İstanbul kendi içinde üretken değildir. Hep dışardan(Balkan- Kafkas- Ortadoğu) gelecek
birikimlere göz diker. Devşirmeci bir ruhu vardır. Gücü devşirir ve kendisi üretmiş, algılamış,
anlamış gibi pazarlamaya kalkışır. Düşünce ve hareket dinamizmi zayıftır. Anadolu’dan
sadece birey değil yeni fikirlerin gelmesini de beklerler. Gözü ve kulağı sürekli kendi
dışındaki hareket alanındadır. Fikirler ortaya konduğunda ve insanlar geldiğinde de kendileri
üretmiş gibi sahiplenir ve pazarlamaya kalkışır. İstabul İslamcılığının emzirdiği, büyüttüğü,
beslediği bir devrimci yoktur.

İstanbul İslamcılığının şehitleri yoktur. Cumhuriyet tarihi boyunca İstanbul merkezli bir
direniş, sosyal hareket, çaba ve duruşa rastlayamazsınız. Şehit olmak şerefine nail olmak
isteyenlere gidecek yolu göstermişlerdir. Çünkü şehitlik onlar tarafından övülür, ama olmaya
gelince herkes bir tarafa kaçar.

İstanbul İslamcıları mağrur, eleştirilmez ve kendilerini üstün görürler. Her şeyi bildiklerini
düşünür ve şuurlarının yüksek olduğu vehmine kapılırlar. Anadolu hep öğrenci, onlar ise
öğretmendir. İstanbul düşünür, Anadolu uygular. Anadolu’nun fikir ve önerileri kendilerinin
yapacağı değerlendirmeye göre değer kazanacaktır.

İstanbul islamcılığı bir taraftan doğu geleneğinin saray kuşatmasını diğer taraftan
bizanstist siyaset algısını her daim beraberinde taşır. Saray- devlet her daim elde edilmesi
gereken siyaset alanıdır. Halk bu siyaset alanını elde etmek için kullanılacak birer figür
mahiyetindedir.

İstanbul kendi içindekini önemser ve önceler. Bu anlamda güçlü bir tarafgirlik vardır.
Düşünce ve sosyal alanında gettolaşmalar oluşturur. Kendi içine kolay kolay kimseyi almaz.
Çevresini Bizans surlarında olduğu gibi çevreler. Bu merkeze girmek için önce kapıcılık,
ardından iç hizmet sonrasında ancak bir konum verebilmektedirler. Dışardan gelenin böylesi
merkezde olmasını ve tutunmasını istemezler.

Anadolu’dan gidenler önce birkaç yıl ezik bir şekilde piyasada tutunmaya çalışır. Ardından
yerleşme süreci tamamlandıktan sonra artık o da Anadolu’ya bakış açısını değiştirecektir.
Büyük sözler ve iddialar ile kendi pazarlamasını iyi bir şekilde yapmaya başlar. Çoğu
Anadolu’dan gelen bir konferans davetini ancak yüksek meblağlı bir ücret ve türlü nazlarla
kabul ederler. Geldikleri konferanslarda da aynı şeyleri tekrarlamaktan öteye geçmeyen sözler
ve diyaloglarla giderler.

Düşünce ve edebiyat dili özentili, çalıntı çoğu kez de ödünçtür. Hep üst gördükleri başka bir
dili konuşmak isterler. Bir dil bütünlüğü yoktur. Anadolu ve Avrupa arasında gidip gelirler.
Bir yandan Batı gibi kelimelerle oyun oynamak, diğer yanda ise Anadolu gibi açık, yalın ve
sade konuşmak ister. Bir tarafta halk içine karışmak, diğer taraftan seçkin bir zümre olmak
hevesi arasında gidip gelirler.

İstanbul İslamcıları şehir-mahalle değil getto merkezli bir yerleşim kaygısındadır. Her
düşünce ve ideolojik yapılanmanın etkin olduğu bölgeler ve kurumlar vardır. Göç, ekonomi
ve Toki- toplu konut uygulamaları ile birlikte bu kozmopolit bir yapıya bürünse de bu halen
sınırlıdır.

İstanbul İslamcıları birbirleriyle konuşur ama anlaşmamaya çalışır. Kendi nüans farklılıklarını
büyüterek özgünlük taslamaya başlar. Birbirini beğenmez, üstün yönlerini kabullenemezler.
Herkes kendi gettosunda büyük hâkimiyet hülyaları görerek yaşamaya devam ederler.

İstanbul İslamcıları sürekli tezler üretirler. Toplumsal ve siyasal kurtuluşa dair sözler
söylerler. Ancak hemen hepsi toplumdan kopuk ve siyasal süreci doğru algılamaktan uzaktır.
Toplumsal dönüşümü harekete geçirecek donanımda değildir. Ama sürekli kurtuluş reçeteleri
yayımlamaktan da geri durmazlar.

Kitap, dergi, televizyon, gazete olarak en hareketli yerlerdir. Ancak bunlarda süreklilik
ve olgunluk yoktur. Düşüncelerde yenilik bulunmaz. Slogan ve klişelere mahkûm edilmiş
duyarlılıkları tekrarlamaktan öteye geçemezler. Çok fazla okumaz, ancak okur gibi yaparlar.
Ancak düşünsel pazarlama imkânı en fazla olan yerlerden biridir. Televizyon, radyo, gazete
ve internet olarak imkânları kullanarak kendini ifade edebilme kapasitesi çok yüksektir. Bu
ifade imkânlarını bazen despotik ve gayri ahlaki şekilde kullanabilmektedir. Yayımlama
cesareti ve gücünü iktidarın sunduğu hegamonik alandan almaktadırlar. İslamcı zeminden
beslenip bu çerçeveyi taşıyan alanlara karşı garip bir kimliksizlik olarak tezahür eden bir
tavırla yüz çevirmektedirler. Onlar artık mücadelelerini daha derinlere! indirmiş kişiler olarak
bu tür mücadele yöntemlerini tasvip etmemektedirler.

İstanbul İslamcıları eylemlilik kültürü geliştiremediler. Solculara özenerek geliştirmek
istedikleri eylemliliklerini geliştiremediler. İlk dönemler de sürdürdükleri Cuma
eylemlerini bıraktıktan sonra Başörtüsü sorununa yönelik Anadolu duyarlılığının çok azını
gösteremediler. Filistin mitingleri vesilesi- ki onlarda Anadolu takviyelidir- başka bir
eylemlilik sebepleri bulunmaz. Artık sokak dönemi kapanmış, masa başında büyük sözler
söyleme dönemi başlamıştı. Plazalardaki yeni odalarında nostaljik seyahatlerde bulunmaya
devam etmektedirler. Geliştirilen özgün bir eylemlik ve etkinlikler yoktur. Düşünce, sanat
ve kültür alanında bir varlık göstergesi bulunmaz. Üstelik belediyeler de uzun zamandır
muhafazakâr partilerin elinde olduğu halde ihalelerde koşturmaktan düşünceye yatırım
yapmaya vakit kalmamaktadır.

Osmanlı’dan sonraki modernleşme sürecinde şehir ve din yaşamını mezcedecek bir örneklik
çıkaramadılar. İstanbul’da var olduklarına dair alametleri ancak belli mahallelerdeki
görüntüsel varlıktan öteye gidememektedir. Bir kısmı tarikatların yarı kapalı sosyal yaşam
tarzları içinde yaşamaya devam ederken diğerleri de ideolojik kavgalarda yitirdikleri maddi
birikimlerini daha hızlı kazanmak için son hızla mücadeleye girişeceklerdi. Şehrin kültür,
sanat, edebiyat, mimari, düşünce birikimine bir şey katamadılar. Rant merkezli düşündüler.
Nerede boş bir alan, nerede rantabl bir ortam varsa hemen oraya konup, çevreleyip kendine ait
kurdukları iktidar alanında çalıp söylemeye devam etmektedirler.

İstanbul İslamcıları dönüşüm ve algı alanını zenginleştirmeden Türkiye gerçekliğinde köklü
bir değişimin olması beklenemez. Aksi halde süreç Anadolu ve diğer çevre zenginliklerinin
rantını yemekten ve tüketmekten öteye gidemeyecektir. Türkiye ve etkilediği jeopolitik alan
olan Akdeniz, Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar ve Karadeniz başta olmak üzere çevresel
etki alanına olumlu bir şeyler katamayacaktır. Bunları gerçekleştirirken yeni Osmanlıcılık
hayaliyle değil var olan yeni ve gelecek zamanlar üzerinden tasavvur etmelidir. Yeni kurucu
ideolojiyi ancak kendini başta Anadolu olmak üzere diğer etki alanları ile eşitleyerek kurabilir
ve gerçekleştirebilir. Anadolu’dan kopmadan onunla bütünleşik yapılanma içerisinde ve güç
birliğine dayalı bir ilişki biçimi geliştirmelidir.

Not: Bu yazı ilk olarak 2009 yılında cemaat.com sitesinde yayımlanmış olup, gözden
geçirilmiş ve genişletilmiş halidir.