İSLAMOFOBİA

İslam dünyası ve Orta Doğuda ABD ve Batının işgal, işkence ve orantısız güç kullanımına tepki olarak şiddeti eksen alan Küresel Cihatçı örgütlerin oluşumu, yeni düşman tanımlaması için en sulak ve verimli arazi idi. ABD ve Bat?

VAN 4.10.2016 09:44:14 0
İSLAMOFOBİA
Tarih: 01.01.0001 00:00
Enes Tarım
ENDÜLÜSLE BAŞLAYAN KORKU TRENDİ
Bugünlerde ABD’de yoğun bir başkanlık yarışı sürerken bir reklam filmi çok ilgi görüyor.
“İslamophobin” adı verilen bir sakız markasının reklamı “Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi” (CAIR) tarafından hazırlanmış.
Bir dakikalık filmde kronik islamofobik semptomlar gösteren ABD’lilere bu sakız öneriliyor ve çiğneyenlerin kör bağnazlık, yersiz İslam korkusu ve hoşgörüsüzlükten kurtulacağı esprili bir dille ifade ediliyor.
ABD halkına “Müslümanlardan korkuyor ya da nefret mi ediyorsunuz? Sizin gibi giyinmeyen ya da düşünmeyenlere şüpheyle mi yaklaşıyorsunuz?  Seyahat ettiğiniz uçakta bir Müslüman olmasın diye dua mı ediyorsunuz?” gibi sorular sorularak onlara malum sakızı çiğnemeleri öneriliyor.
Ve devamında sakızı çiğneyenlerin Müslüman komşu ve iş arkadaşlarına daha dostça yaklaştıkları görülüyor…
Film aslında Donald Trump gibi İslam düşmanı siyasetçilerin sorumsuz beyanatları ve düşmanlığı artırıcı demeçlerine karşı bir protesto ve tepki olarak hazırlanmış.
Bu girişimin önyargıları değiştirmede başarılı olup olmayacağını bilmiyoruz ama Trump’un yeni sahne aldığı ABD siyasetinde islamofobik teşviklerin çok eskilere dayandığı bir vakıa.
Yalnızca ABD de değil, tüm Avrupa’da artık anti- İslam rüzgârları esiyor ve düşmanlık tohumları bu rüzgârlarla dünyanın en ücra köşelerine kadar taşınıp, boy atıyor, güçleniyor, filizleniyor.
Gelişen teknolojik büyüme ve görsellik, bu düşmanlığı TV, sosyal medya, internet vb gibi saldırı araçları ile tetikliyor, büyütüyor ve “Barbar Müslüman” imajını körüklüyor.
Ve bu algı dünya genelinde, yabancılarla yakın geçmişe dek bir arada sorunsuz yaşayan Müslümanlara karşı her türlü zulüm ve incitici davranışı meşrulaştırıyor.
İslamofobi, aslında, “İslam korkusu” anlamına gelse de özellikle Müslümanlara duyulan nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme kavramlarını ihtiva etmekte.
Diğer bir anlamı ise,  Müslümanları tanımamak, bilmemekten kaynaklanan nefret ve kin besleme paralelinde gelişen korkuyu dayanak yaparak Müslümanlara karşı ayrımcılık ve düşmanlık yapılmasının meşru görülmesi…
Bu düşmanlığın kökeni aslında yüzyıllar öncesine dayanmakta ve İslam korkusunun geçmişi, İspanya da Endülüs’ün İslam orduları tarafından fethine kadar gerilere gitmekte.
İslam’ın ilk yüzyılında “Tarık bin Ziyad” komutasındaki İslam ordusunun Avrupa içlerine, Paris yakınlarına kadar ilerleyişi ve Endülüs’ün fethi 8 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleşmiş olsa da, Müslümanların Endülüs’ü terk edişi tam 800 yıl sürdü.
Bu asırlar süren Avrupa’nın göbeğindeki İslam hâkimiyeti Batının İslam algılamasında hep bir korku olarak yer aldı.
Endülüs’ün fethini müteakip özellikle kilisesi eksenli İslam’ın büyük bir tehdit olduğu ve Hıristiyanların birleşerek ortak bir Haçlı ordusu kurması gerekliliği savı Avrupa’da Müslüman lara karşı oluşturulan nefret ve korkunun kökenini oluşturdu.
Endülüs’te üretilen bu paranoya, asırlar sonra Müslümanların toplu soykırım ve katliam politikaları ile yok edilmeleri ile sonlanmış oldu.
800 yıllık İslam medeniyetinin tüm getirileri (Binlerce imaret, hamam, su kemeri, saray, köşk, camii, kütüphane ve Müslümanların elinden çıkmış ne kadar kültürel miras ve yapı varsa hepsi) büyük bir hınçla yok edilip yakıldı.
Vaftiz olmamakta direnen Müslümanlar, Hristiyanlığı kabul ettiğini söyleyinceye kadar zincire vurulup zindanlara atıldılar ve en ağır işkencelere tabi tutuldular.
Başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere tüm İslami eserler papazlar tarafından toplatılarak meydanlarda yakıldı.
Kadın, erkek, çocuk pek çok Müslüman esir edildi ve köle pazarlarında satıldı.
Müslüman halk, Hıristiyan olmayı ve dinden dönmeyi kabul ederek canını kurtarabildi.
Tüm bu zulüm ve işkencelere rağmen batının İslam’a ve Müslümanlara olan nefret ve öfkesi hiç bitmedi.
Sonraki yüzyıllarda Batı ve Avrupa toplumları ile kurulan komşuluk ilişkileri yüzyıllar içerisinde bu korkuyu azaltmışken; günümüz yakın plan anlamında özellikle doksanlı yıllardan itibaren başlayan intihar saldırıları, bilinçli bir korku siyaseti eşliğinde Batı toplumlarını hastalıklı bir İslam ve Müslüman nefreti aşamasına getirdi.
Artık dünyada Müslümanlara karşı kutsalların ayaklar altına alınması ve etnik faşist güç kullanımı o kadar normal ki.
Beyni iğdiş edilmiş yazarlar İslam’ı terörizmle eş yazarken; çizerler de İslam peygamberini karalayıcı, küçük düşürücü, küçümseyici karikatürler çiziyor.
Medeniyetler arası hınç ve nifak günden güne büyürken Osmanlının yabancı unsurlara karşı yüzyıllarca içerisinde sarıp sarmalayarak büyüttüğü “hoşgörü ve bir arada yaşama kültürü” maalesef batıda bir linç ve öfke nöbeti şeklinde “kendinizden olmayanı yok edin!” şeklinde tezahür ederek yabancı düşmanlığı ve şovenizme dönüşüyor…
Tüm bunların ötesinde en önemli etken belki de, Sovyetler birliği dağıldıktan sonra düşman konumundan çıkması ve batı toplumları için yeni bir ötekine ihtiyaç duyulmasıdır.
Biraz da “Samuel Huntington” un “Medeniyetler Çatışması” tezinin oldukça revaç görerek batıya yeni düşmanı belirlemede yol kılavuzluğu yaptığı bir etken olarak savunulabilir.
Huntington’un Harvard’da 1993 yılında yazmış olduğu makale, daha sonra genişletilerek kitap haline getirildi ve özellikle 11 Eylül saldırından sonra tüm çevrelerde ilgi odağı oldu.
Tezin temel noktası, soğuk savaştan sonra günümüz politikalarının şekillenmesinde belirleyici olan unsurun politik ideoloji değil kimlikler doğrultusunda gerçekleşeceği savı idi.
İslam dünyası her ne kadar günümüzde batıyı tehdit edebilecek güç ve potansiyeli taşımasa da, batı paradigmasının uzun yıllar hâkimiyeti için bir düşman gerekliydi ve o düşman da zaten hazırdı ve geçmişten beri zihinlere kazınan “”Barbar İslam” imajı idi.
Ve geçtiğimiz son 20 yılda yaşadıklarımızla, bu korkunun planlı ve programlı olarak tetiklendiğini gördük.
İslam dünyası ve Orta Doğuda ABD ve Batının işgal, işkence ve orantısız güç kullanımına tepki olarak şiddeti eksen alan Küresel Cihatçı örgütlerin oluşumu, yeni düşman tanımlaması için en sulak ve verimli arazi idi.
ABD ve Batının diktiği islamofobi fidanı, bu örgütler aracılığı ile doksanlı yılların başından itibaren sulanıp büyütüldü.
Beraberinde gelişen terör eylemleri ve özellikle İslam’a ve peygamberine hakaret içerikli karikatür, sinema filmleri, ibadethanelere yönelik kundaklama ve saldırılar her iki kesim arasındaki huzursuzluğu tetiklemeye yetti.
Özellikle 1988’de “Lockerbie Faciası”, 1993’te Hindistan da gerçekleştirilen “Bombay saldırısı” ve “1998 de Nairobi’deki Amerikan elçiliğine tonlarca bomba yüklü kamyonlarla gerçekleştirilen intihar saldırısı”…
Ve nihayet 11 Eylül 2001, İkiz Kuleler Saldırısı…
9.11 olarak ta bilinen ve “El Kaide”ye bağlı militanlarca kaçırılan uçakların ABD deki iki farklı hedefe saldırısında 2996 kişi hayatını kaybederken, 10 milyar doların üzerimde de maddi zarar vardı.
Tüm bunlar beraberinde günümüze değin gerçekleşen bombalı intihar saldırıları ve özellikle İŞİD eksenli eylemler bugün global çapta tüm dünyada büyük bir İslam korkusunu tetikledi ve artık Müslümanlar büyük bir baskı ve tehdit altında.
Batılı siyasetçilerce de körüklenen bu siyaset tüm yeryüzünde İslam’ı öteki ve tehdit unsuru olarak göstererek ayrımcılığı, nefreti ve saldırganlık duygularını ateşlemekte.
Artık hiçbir yerde Müslümanlar güvende değiller ve bulundukları toplumun istenmeyenleri…
Nefret ve kuşku dolu bakışlar her geçen gün yerini tehdit, saldırı ve taciz olaylarına bırakmakta.
Medeni Avrupa’nın göbeğinde sırf İslam’ı çağrıştıran örtü ve giysilerinden ötürü Müslüman kadınlar aşağılanıp itilip kakılmakta.
Mesken, iş yeri, cami ve derneklere domuz organları bırakma, duvarlara gamalı haç, küfür ve hakaret içerikli yazı yazma, kundaklama, tehdit, olmak üzere cami ev, işyeri ve araçlarda hedef alınmakta.
İslam’a yönelik saldırılar sadece camilerle sınırlı kalmamakta, şehir merkezlerinde hakaret içerikli ilanlar dağıtma, sokakta, parkta, kapalı alanlarda Müslümanlara fiziksel ve sözlü saldırı ve hakaretler biçiminde her alanda tekrarlanmakta.
Amazon benzeri global çaptaki internet sitelerinde, İslam’ın kutsallarını çağrıştıran Kâbe ve diğer cami resimleri baskılı kapı paspasları aşağılayıcı bir şekilde satılmakta.
Geçtiğimiz eğitim döneminde medeniyetin beşiği sayılan Fransa’da Müslüman kız öğrencilerden  uzun etekli olanlar dini simge sayılarak laikliğin ihlali nedeni ile okula alınmadı.
İngiltere’de Müslüman kadınlar sokaklarda sözlü saldırılarla korkutuluyor, camilere girip çıkarken dışarıda durup söven, hakaret eden, yuhalayan insanlar oluyor.
Yapılan anketler Müslüman gençlerin önemli bir kısmının Avrupa’da geleceklerine dair umutsuz olduklarını ortaya koyuyor ve Müslümanların kalıcı bir şekilde alt sınıf haline gelebileceğinden endişe ediliyor.
Batı toplumunda, İslam karşıtı algılar ve Müslümanları hedef alan baskıcı yasalar her geçen gün daha yaygın olmaya başlıyor.
Ve bu tür suçlardaki artışın özellikle, IŞİD’in şiddet haberleri ile gündemde yer aldığı dönemlerde arttığı kaydediliyor.
Fransa da yapılan araştırmalarda Müslüman azınlığa yönelik saldırıların son dönemde bir önceki yıla oranla 5 kat artış gösterdiğinin tespiti durumun vahametini gösteriyor.
İslami kurum ve birlik kuruluşları her ne kadar tüm dünyadaki Müslüman ailelere, farklı dinlerden insanları evlerine akşam yemeğine davet etmeleri ve Müslümanların sanıldığı gibi bir korku unsuru olmadığının gösterilmesi çağrılarını yaparken tüm bunların yeterli olmadığını onlarda biliyor.
İnsanlar İslam ve Müslümanlar hakkında yeterli tanıya sahip değil ve bu ön yargı ve bilgisizlik İslamofobide önemli rol oynuyor.
Artık tüm dünyada Müslümanlar en büyük düşman kabul edilerek istenmemekte.
Ve maalesef belki günümüzün en önemli problemi olan bu sorun çok dikkat çekmemekte, önemi kavranamamakta, tedbirler alıcı politikalar ve çözüm önerileri üretilememekte.
Tüm dünyada toplumsal ve ekonomik hayatta bu sorun yaygınlaşıyor ve köklü bir çözüm bulunması gerekiyor.
Artık çoğu ülkede Müslümanlar, kimlikleri anlaşılmasın diye ya isimlerini değiştiriyor ya da birbirlerine hitap ederken veya iş yeri açarken yabancı isimler kullanmak zorunda kalıyor.
Bu reel durum, önümüzdeki günler beraberinde çok büyük değişiklikler getirecek şüphesiz.
Belki geçmişte Endülüs sonrası batılıların baskı ve işkenceleri sonucu çareyi irtidatta bularak eriyen İslam toplumları, yine aynı yolu tercih ederek batıda hızlı bir yabancılaşma ve Hristiyanlaşma eğilimi gerçekleşecek.
Ya da artık küresel bir köy konumunda olan dünyada İslam topluluklarının terörize edilme siyaseti, Müslüman toplulukların şiddet merkezli yapılanmalarda buluşmalarını artırarak dünyanın bir yangın yerine dönüşünü hızlandıracak.
Ve nihayetinde “Huntington”un “Medeniyetler çatışması tezi” hayat bulmuş ve gerçekleşmiş olacak.
Şiddet ve korku rüzgârları tüm cephelerde eserken, dillerde belki de hep aynı söz tekrarlanacak:
“Rüzgar eken fırtına biçer…”