İslamcılık vs Kürtlük?

AKİF EMRE

VAN 9.02.2013 14:43:05 0
İslamcılık vs Kürtlük?
Tarih: 01.01.0001 00:00

İslamcılık vs Kürtlük?

'Benim ailem Şafi mezhebine mensuptur. Ve Nakşibendi tarikatına da yakınlık hissederlerdi. Nakşibendilerin zikirleri biraz daha farklıdır. Bir de Kürt bir aileyiz zikir yaparken köy, hane halkı köyün girişlerine gözcüler bırakırdı. 'Cenderme te, ya na, (Jandarma geldi mi, gelmedi mi) ) Ne inancımızı, nede kimliğimizi özgürce yaşayabildik.' Osman Baydemir

Kürt sorunu ve İslamcılık meselesi tartışılırken atlanan önlemli bir ayrıntıyı, konuyu yeniden düşünme imkanı açısından önemli buluyorum. Ulus-devlet paradigması içinde yeni bir ulus inşa edilirken asimilasyonun sadece Kürtlere yönelik olmadığının öncelikle ortaya konması gerekiyor. Tırnak içinde asimilasyondan neyin kastedildiğine geleceğim. Bir diğer husus da sorunun çözümünde İslamcıların/İslamcılığın dolayısıyla dinin merkezi yeri anlamında yaşanan, oluşturulmak istenen şüphe ve inkar politikası.

Burada din kardeşliği genel başlığından hareketle artık dinin birleştirici bir unsur olamayacağı tezini savunanların, açıktan dini karşılarına almasalar da, İslamcılar üzerinden din ortak paydasını devre dışı bırakma söylemleri hayli revaçta görünüyor. Bu topraklarda, hatta daha geniş anlamda Osmanlı hinterlandında (bugün bile Balkanlar dahil), İslam'ın dikkate alınmadığı tarihsel, toplumsal herhangi bir değer ileri sürülebilir mi? Bunu tespit etmek için İslamcı olmanız gerekmiyor.

Tam bu noktada varoluşsal bir kimlik sorunu içindeki entelijansiyamızın bu topluma önerdikleri; -ister ulus-devlet paradigması içinde yeni ulus kimliği inşa etme mühendisliğini savunsun ister bunun mağdurlarından biri olarak Kürt etnisitesi üzerinden kimlik inşasına girişsin- bu coğrafyanın tarihi, kültürel, sosyolojik gerçekliğini zorlama pahasına varoluş şartlarını inkar etmektir.

İslamcılar hakkında yapılan itirazların seküler ve ulusçu renkte olanları biliniyor. Son derece yapay ve yabancı bir toplum mühendisliği olarak ulusçuluk üzerine yapılan inşa çalışmaları, barış adına da olsa çözüm olmaktan uzak kalacaktır.

Ne var ki, bizzat İslam'ın referans alındığı çözüm üretme çabalarında ileri sürülen ortak tez şudur: İslamcılar Kürt meselesiyle yeterinde ilgilenmediler, Kürtlerin haklarına sahip çıkmadılar!

Bu yalın ve ilk bakışta haklı gibi görünen iddianın bizzat İslami referanslarla soruna yaklaşan kalem erbabınca da savunuluyor olması iddiayı daha da ilginçleştiriyor. Her ne kadar 'İslamcı' tanımına kimlerin dahil olduğu pek net olmasa da genel anlamda İslam'ı referans alan grup, çevre, düşünce sahipleri denebilir. Bu yalın ifade, her şeyden önce İslamcılar ve Kürtler/Kürt sorunu arasında varsayımsal bir karşıtlık ilişkisi kurmakla malul.

Herkes bilir ki; Türkiye'de İslamcılık dediğimiz geniş yelpazenin önemli unsurları sosyolojik olarak da, entelektüel olarak da Kürt kökenli ama Kürtçü olamayanlardır. Tıpkı Türkçülük yapmayan ve bu nedenle de resmi çevrelerce Kürtçü olmakla itham edilen Türkler gibi. Mesela, Said-i Nursi bir yana, Sezai Karakoç ve Diriliş çevresinin resmi çevrelerin nezdinde, Kürtçü muamelesi görmesi gibi.

Bu İslamcılık Kürt/lük karşıtlığı üzerine kurulu her söylem, Türkçülüğe değil ama Kürtçülüğe daha doğrusu Kürtlerin sekülerleştirme projesine dönüşen Kürt ulusçuluğuyla bir yerde buluşur. İslamcıları zaafları, hatalarıyla eleştirme, öz eleştiri yapma zorunluluğu bir yana, muhayyel bir İslamcılık üzerinden İslamcılığı salt Türk olgusu üzerinden okumak son derece hatalıdır. Said-i Nursi'yi Türkleştirmek gibi ucube çıkışlar ise bu bağlamda kale bile alınamaz ve bu eğilimler bilinen çerçevede İslamcılıkla ilişkilendirilemez.

'Anadolu'nun her tarafı bu mühendislik yöntemleriyle Cumhuriyet'e entegre edildi. Benim atalarım kısmen Çerkesçe, Kumukça konuşurdu, ben tek kelime bilmem. Anlayacağın, hepimiz asimile olduk Cumhuriyet için. Ulus inşa etmek kolay değil. Dil açısından bakarsak da bugün konuştuğumuz Türkçe'nin yüzde 60'ı 1930'lu yıllarda yaratılmıştır….Evet, Atatürk'ün Kürt sorunu değil ama din sorunu vardı. Dine epey mesafeli durduğunu söyleyebilirim.' Zafer Toprak

Yeni bir ulus-devlet inşasının nasıl ulusçuluk inşasından geçtiğinin somut tecrübesi Türkiye deneyimidir. Önce ulus-devlet kuruluyor; sonra o devletin ideolojisine, insan tipine uygun ulus ve ulusçuluk icat ediliyor.

Bu süreçte, tıpkı Afet İnan'ın 64 bin kafatası üzerinden yaptığı sözüm ona antropolojik çalışması gibi, projelere yoğunlaşılırken diğer tarafta etnisitesi ne olursa olsun tüm vatandaşların dinle olan ilişkisini merkezi sorun olarak gören bir toplum mühendisliği başlatılıyor. Hem kültür hem dil üzerinden bir imparatorluk bakiyesi olarak olanca çeşitliliği, zenginliğiyle bir arada yaşayan Anadolu insanının asimilasyonu gerçekleşiyor. İster Türk, ister Çerkez, ister Kürt olsun, Osman Baydemir'in anlattığı hikayenin aynısını Anadolu'nun herhangi, bir köşesinde dinlemeyen var mıdır?

Yahut Zafer Toprak'ın 'Darwin'den Dersim'e Cumhuriyet ve Antropoloji' kitabında ortaya koyduğu gibi, yeni ulus inşa sürecinde temel hedef olarak toplumun dini referansları ve buna dayalı hayat tarzının yerine et ve kemik üzerine kurulu seküler bir insan tipi inşa edilmeye çalışılmıştır. Türkçe en az Kürtçe kadar kültür mühendisliğine kurban edilmemiş midir?

Kendi kendini sömürgeleştiren bir kültür mühendisliğinin kurbanıyız hepimiz. Olay budur.