İslamcılık / İslami Hareket Tartışmaları- 1

Fikrî Amedî, İslamcılık üzerine yapılan düzeysiz tartışmaları ve karalama kampanyalarını analiz ediyor.

VAN 27.05.2015 09:56:40 0
 İslamcılık / İslami Hareket Tartışmaları- 1
Tarih: 01.01.0001 00:00

Günümüzde “İslamcılık/İslami Hareket” hakkında bilgisi olan olmayan konuşuyor. Sözler ve sesler hiçbir dönemde olmadığı kadar çoğaldı.  Her taraf bu konu hakkında konuşan, tartışan, güya fikir beyan eden insanlarla dolup taştı. Üstelik, her konuşan her şeyi bildiğini tavırlarıyla ve davranışlarıyla gösterme çabasında, en derin meseleler, en ilmi konular, en namahrem mevzular ortalıkta hiç bir kaygı ve endişe gözetilmeksizin tartışılarak, değerler ayaklar altına alınabilmektedir.  Gerçekten herkes her şeyi biliyor mu, İnsanların ne kadar mevzu varsa, bilgisi, ilmi buna yetiyor mu? Mümkün olmamakla beraber İslami meselelerde İnsanlar bilmiyor görünmeyi bir türlü kabullenmemekte, bilmiyorum demeğe bir türlü yanaşamamakta, iddialarını sürdürmek için de sürekli mücadele etmeye, tartışmaya kendilerini mecbur hissetmektedirler.

     İslamcılık konusunda seküler kesimin trenine binerek, bilinçsiz bir şekilde onların argümanlarını kullanan, İslamcılara ağızlarına gelen her şeyi hiç bir edep, ahlak ve usule riayet etmeksizin dile getiren, saldıran, aşağılayan İslamcıları ve İslami argümanları olmadık ithamlarla itham eden “Biz Müslüman’ız İslamcı değiliz” diyen yeni bir güruh coğrafyamızda türemeye başladı. Laik ve seküler kesimin dili üslubu ve kavramlarıyla İslam’ı akıllarına geldiği gibi yorumlayan, ilmi geleneğin ve geçmişin bağlarından bihaber yeni bir nesil yetişmektedir.  Yanlış uygulamalar ve örneklerden yola çıkarak şablonlarla, ezberlerle, etiket ve yaftalarla toptancı düşünen, bazı kalıpların arkasına sığınarak bir jargon oluşturan, o jargon üzerinden birilerini veya bazı çevreleri öteki olarak gösteren, aşağılayan, onlar hakkında kesin yargılarda bulunan bir nesildir bu nesil.

     Oysa bir mesele hakkında doğru yargıya varmanın yolu o mesele hakkında doğru verileri baz alarak, yola çıkmakla mümkündür. Yanlış sonuçlar üzerinden olayları değerlendirmek, bizi yanlış sonuçlara götürebileceği gibi gerçeği olduğu gibi değerlendirememe, gerçeklere uygun olmayan hükümler ortaya çıkarmak gibi olumsuz neticelere de götürebilir.

     Meseleler hakkında sağlıklı yargıya varmanın önündeki en önemli engel; genelleme ve aşırılıklardır. Özel durumlardan hareketle adil olmayan genel hükümler çıkarmak, hayattaki boşlukları zihinde yanlış bilgi üreterek doldurmak, insanların en küçük hatalarını görüp iyi hasletlerini görmemek ve haklarında olumsuz hükümler vermek, olaylara sübjektif bir bakış açısıyla yaklaşmak sağlıklı bir tahlil metodu değildir.

     İslâm’ın temel prensiplerinden biri, ifrat ve tefrite girmeden, meselelerin orta yol bulunarak halledilmesidir.  Bu konuya Kur'ân'da şöyle dikkat çekilir: "Sonra Biz, kitabı seçtiğimiz kullarımıza miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmeder. Kimi mutedildir, orta yolu tutar. Kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçer. İşte büyük lütuf budur." (Fâtır: 32) "Olayları ve olguları tahlil ederken haddi aşmama, dengeli olma, aşırıya gitmeme; adaletli olmanın bir gereğidir. Münferit bir olayı genele yaymak, bunun üzerinden toplumu ilgilendiren hükümler çıkarmak da adaletsizliğin bir türüdür.  Allah u Teala bu konuda Şöyle buyurmaktadır. “ Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”(Maide: 8)

     Olayları ve kişileri kendi özelinde değerlendirme Kuran’ın üzerinde durduğu bir husustur. Kuran'da Ehl-i Kitap'tan bahsedilirken bunu görüyoruz: "Ehl-i Kitap'tan öylesi vardır ki, kendisine yüklerle altın emanet bıraksan, onları sana öder. Ama öylesi de vardır ki, bir altın bile versen başında dikilip durmadıkça onu sana geri vermez" (Âl-i İmran:75) mealindeki ayet-i kerimede, bir grubun fertlerinin tamamının aynı kefeye konmaması gerektiği, onların aralarında yanlış yapanlar olabileceği gibi doğru davranışta bulunanlar da olduğu veya hepsinin aynı yanlış davranış içinde bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Bu sebeple, hataları ve yanlışları aşırı abartıp öne çıkarmak ve diğer erdemleri yok saymak suretiyle adaletsizlik ve aşırılık sergilemek islami bir tavır değildir. Bir dinin, düşüncenin, hareketin veya fikri ve ideolojik gruptan bazılarının yanlışlarını ve günahlarını o topluluğun bütün üyelerine genelleyerek zan altında bırakmak ve suçlayan yaklaşımların içine girmek hakkaniyet ölçülerine uymamaktadır.

     Örneğin son bir kaç yılda dünya gündeminden düşmeyen Selefiliğe yönelik yapılan haksız ve mesnetsiz saldırılar bunun tipik bir örneğidir.  “Selefilik”  İmam Ahmed İbn-i Hambel’den başlayarak İmam İbn-i Teymiye’ye,  ve İbn-i Kayyım el Cezvi’ye kadar uzanan fıkhi bir ekol iken, İslam fikir ve düşünce ekolü olan ehlê hadis ekolunun temsilciliğini yaparken, El Kaide, İşid, Suud vb. şiddet ve terör şebekelerinin eylemlerinin bahane edilerek hedef alınması, hakeza İran İslam cumhuriyetinin Ulusal çıkarlarını gözeten ulusal ve mezhebi politikalarından yola çıkarak yirminci yüzyılın en büyük kazanımlarından olan İran İslam Devrimini karalamak bunun üzerinden Şian’nın Büyük alimlerini ve fikir adamlarını mahkum etmek, İmam Humeyni, Fadlullah, Mutahari, Beheşti Muhammed Bakır Es Sadır, Ali Şeriati v.b değerli alimlere saldırmak hakkaniyet ölçülerine uymasa gerek.
Doğruyu yanlıştan, dürüstü yalancıdan, emin kimseyi emin olmayandan ayırt etmek ve herkesi aynı kategoride değerlendirmemek, islami ve insani bir tavırdır.

     Diğer önemli bir konu da kelimelere yüklediğimiz anlamdır. Kelime ve kavramların içini neden ve nasıl doldurduğumuz önemli olduğu kadar, kelimelere yüklediğimiz anlam da önemlidir. Düşüncenin anlamı, anlatıcının niyetiyle ilgili olduğu kadar, anlatırken seçilen kelime ve kavramların kullanılış biçimiyle de ilgilidir. Eğer kelime ve kavramların kullanışında tamamen keyfi bir tutum izleyerek konuşur ve yazarsak, hata yapma oranımız bir o kadar yükselecektir. Misalen: “İslam” kelimesinin başına “cı” ekini getirmek, din olarak İslamiyet’i sıradanlaştırır; İslamcılık, dini siyasette pazarlanan bir metaa dönüştürür gibi basit argümanların arkasına saklanarak İslamcılık eleştirisi yapmak,  bilinçli bir art niyetliliğin sonucu da olabilir.

     Türkiye'de ve son dönemlerde Kürdistan’da İslamcılık ve İslami hareket gibi kavramlar söz konusu olunca, kişilerin ve çevrelerin hem kavramlar üzerinden hem de kötü örneklerden yola çıkarak bir tür kavram kargaşasına gittiklerine sık sık şahit olmaktayız.

      Çoğunlukla belirli bir dünya görüşünün ya da ideolojinin mensupları, temel kaynaklara inmeden, referans alınan kaynakları yeterince incelemeden hemen savunma veya karşıtlık üzerinden kendilerini konumlandırabilmektedir. Tartışma ve eleştiri sağlıklı bir zeminde ve kendi öz kaynakları üzerinde olmadığı için sağlıklı ve derinlikli bir zemine kayamamaktadır. Eleştiriler yüzeysel ve söylenti ötesine geçmeyen ciddiyetten yoksun ve sosyal medya ahlakı ve kültürü ile yoğrulunca da basit, basit olduğu kadar da sahibini küçük düşüren bir şekle bürünebilmektedir.  İslamcılık ve İslami hareket konularında yeteri bir bilgisi, altyapısı olmayanların, İslam medeniyetinin kültür ve birikiminden yoksun kişilerin bu tür tartışmalara müdahil olması, tartışmanın basit, suçlayıcı, kırıcı veya savunmacı bir zeminde sağlıksız bir şekilde tartışılmasına neden olmaktadır.

     Bilgiden ve belgeden çok dönemin esen rüzgârına kapılarak yapılan eleştiri ve yorumlardan dolayı tartışma, kısır ve dar bir zeminde yapılarak bir polemiğin ya da demagojinin dışına çıkamamaktadır. Bu nedenden dolayı İslamcılık tartışmaları birçok eksikliği bünyesinde taşıyarak devam etmektedir.

     Ülkemizde 'İslamcılık' ve 'İslami hareket' tartışmaları İslam’ın temel kaynağı, Kuran'dan beslenerek ortaya konulmadığı ve Müslümanların tarihi “devlet denilen mekanizmadan bağımsız düşünülemediği için, İslamcılık üzerine yapılan tartışmalar da, yanlış bir yerden tartışılabilmektedir. Müslümanların devlet taleplerinin Emevi, Abbasi, Osmanlı ve Sefavi devletleri üzerinden eleştirilmesi, İran, Suud ve AKP’nin iktidart deneyimlerinin Müslümanların başarısızlığına örnek gösterilerek eleştiri konusu edilmesi de bu mantığın tipik bir sonucudur.  Fakat devletler üzerinden İslamcılığı eleştirenler, dört büyük mezhep imamının ve Ehl-i Beyt imamlarının tamamının devlet zulmüne maruz kalmalarını bir türlü görmek istemektedir. Oysa onlara bu zulmü reva görenler, İslam ülkelerini istila eden ‘kafir hükümdarlar değildi.. Pek çoğu ‘İslam devleti’nin amiri, hatta bazen halifesiydi. Hilafet mührünü elinde bulunduran o zevatın derdi neydi ki Ahmed bin Hanbel’e, İmam Ebu Hanife’ye, İmam-ı Malik’e ve İmam-ı Şafii’ye baskı yapmış, haklarında dava açmış, hapis ve işkence ile ceza vermeye cüret etmişti? Çünkü bu imamlar uydurulmuş din anlayışına karşı çıkarak tevhidi İslam’ı savunuyorlardı, haliyle bu tutumları bu zalimleri endişelendiriyor ve bu sesleri kısmaya çalışıyorlardı.

     Kuran'ın mesajını anlamadan ve o mesajı hayatın içinde eyleme dönüştürenlerin tarih boyunca verdiği kesintisiz mücadeleyi bilmeden yapılacak İslamcılık eleştirileri eksik ve yanlış olacaktır. İslam tarihindeki Islah, ihya ve İnşa hareketlerini yürüten fikir ve düşünce adamlarının, tarih boyunca baskıcı devletlerin ve saltanat rejimlerinin bütün saldırı ve şantaj politikalarına boyun eğmeyerek İslam’ın mesajını günümüze taşımak için canlarını dahi vermekten imtina etmeyen salih insanların mücadelesini anlamadan, İslamcılık hakkında ahkam kesmek cahillerin cesaretinden öte bir şey ifade etmemektedir.

     İslami hareketi son bir kaç yılla sınırlandırarak, okumalarını AKP, Fetullah, El Kaide İŞİD, Boko Heram gibi örgüt, parti ve kurumlar üzerinden yapmak, İslam tarihindeki ihyacı fikir ve düşünce adamlarına müracat etmeden, İslami hareketlerin sömürgeci devletlere karşı varoluş mücadelesini görmeden, konuyu modern zamanlarla sınırlamak ve eleştiriyi, yüzeysel bir alana sığdırmaya kalkışmak,  kişiyi her zaman hatalarla yüz yüze bırakacaktır.

     Müslümanların bugün içerisinde bulunduğu şiddet ve kaos ortamını, mezhep tartışmalarını, etnik ve ulusal çıkarlar eksenindeki çatışmaları bahane ederek, İslamcılığın öldüğünü iddia etmek ne kadar sağlıklı değerlendirmelerdir. Acaba bugünkü sorunların temelinde İslami hareketin fikir babalığını yapan İkbal, Mevdudi, El Benna, Afgani, Seyyit kutup, İmam Humeyni, Mutahari, Muhammed bakır Es sadır, Fethi şikaki, Akif, Saidê kurdî, Şeriati ve ismini sayamadığımız yüzlerce fikir, düşünce ve aksiyon adamlarından dolayı mı İslam alemi bugün bu haldedir yoksa bunlar alandan çekildikleri için ortam fikir üretemeyen, canları ve malları ile bu davaya sahip çıkamayan kişi ve kesimlere kaldığı için mi İslam ümmeti bu halde çırpınmaktadır? Bence sorgulanması gereken nokta burasıdır.

     İslam’ın temel kaynaklarına dayanmadan, İslam’ın evrensel mesajını ve tevhit mücadelesini kavramadan, İslami mücadelenin tarihi süreçteki bilgi birikiminden haberdar olmadan konuşmak, İslam’a yine İslam adına sokuşturulan gelenek ve kültürleri irdelemeden sadece kelimeler ve kavramlar üzerinden ya da kişi ve gruplar üzerinden bir tartışma zemini hazırlamak ve bunun üzerinden İslami harekete saldırmak cehaletten başka bir şey değildir. Böylesi kişilerin bu konularda fikir ileri sürmeleri cehaletlerini ve dar görüşlülüklerini açığa vurmaktan öte kendilerine bir şey kazandırmayacaktır.

     Laf kalabalığından öte bir anlam ifade etmeyen, hoş ama içi boş argümanlarla laf cambazlığı yapmaları, örneklerini İslami hareketlerin sürdürdüğü tevhid mücadelesiyle ve geliştirdikleri söylemle ve eylemle hiçbir alakası olmayan grup ve bireylerden seçmeleri  ne kadar art niyetli olduklarına ve temel amaçlarının hakkı gizlemek ve saptırmak olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

     İslamcıların dünya görüşlerini, hayatı nasıl okuduklarını nasıl bir dünya düzeni tassavur ettiklerini, emperyalizme karşı duruşlarını, milli meselelere yaklaşımlarını direk Kuran’dan öğrenmek ve değerlendirmek yerine emperyalizmin oyuncağı olmuş cahil ve bağnaz kişi ve gruplar üzerinden değerlendirmek  karanlığa küfür etmekten başka bir şey değildir.

     Tarihten günümüze kadar gelen tecdid ve ıslah hareketlerinden haberdar olmadan,  Kuran’a, sünnete ve  Asr-ı Saadetteki örnekliğe  dönüşe vurgu yapan “öze dönüş” hareketleri incelenmeden, 19. Yüzyılda anti emperyalist bir hareket olarak doğan tevhidi uyanış, fikri ve aksiyoner 'İslamcılığın kökenine inmeden, İslamcılık hareketini siyasal partiler, milliyetçi muhafazakar  cemaatler, şiddet ve terörü bir yöntem olarak kullanan örgütler ve bazı sapkın tarikat üzerinden tartışmaya açmak büyük bir cahilliktir. 

     “İslami değerleri ayaklar altına alarak vahşi bir kapitalist gibi hakkı ve hukuku çiğneyen, adil olmayan piyasa kanunlarına sarılarak ticaretinde her türlü ahlaksızlığı yapan, devletin bürokratik çarklarına çengel atarak buraları babalarının çiftliği gibi kullanan bir Müslüman’ın günahını  “İslamcılık veya siyasal İslam’a”  yüklemek toptancı bir genelleme ile herkesi töhmet altında bırakmak ne kadar hakkaniyete uymaktadır? Oysa eğer birileri İslamcılık adına iktidarın nimetlerini kötü kullanmışsa, oturduğu koltuğu zulme aracı kılmışsa yapılması gereken İslami hükümleri referans göstererek bunu sorgulamak değil midir? Topyekun bir mantıkla İslamcı kimliği sorgulamak, bunun üzerinden Müslümanların siyasete ve kamusal hayatın düzenlenmesi işine müdahil olmamalarını çıkarmak, “ahbari” bir mantıkla siyasi alanı laik ve sekuler kesime terk etmek ne kadar adilane bir çözümdür?  İslam’ın ceza yasalarını ve muamelat ile ilgili hükümlerini görmeyerek İslam’ın bir dünya talebi yoktur din ile devlet birbirinin alanlarına girmemelidir gibi laik söylemlerin arkasına sığınarak İslam’ı laikleştirmek kime ne kazandıracaktır? Doksan yıllık laik Kemalist sistemin devlet denilen aygıtı ele geçirerek Müslümanlara ve diğer kesimlere yaptıkları ne çabuk unutuldu?

     İslamcılığın istismar edildiğini, bunu üzerinden insanların en temel haklarının ihlal edildiğini dolayısıyla Müslümanların siyasal alandan çekilmesi gerektiğini iddia etmek de sağlıklı bir çözüm yolu değildir. İslam’ın ve İslamcılığın istismar edildiği doğru olmakla beraber bu alanın terk edilmesini talep etmek yanlış bir mantık kurgusudur. Yıllarca bu topraklarda İslam’la, Kuran’la alakası olmayan kesimler dahi işlerine geldiği gibi bunu istismar etmediler mi? Sağcı politikacılar, milliyetçi muhafazakar kesimler bir kaç oy uğruna Kuranı el altında dağıtıp Müslüman meclislerini aşındırmadı mı? Yada Kürt halkının en tabii haklarını inkar etmek Kürt halkını asimile etmek için tv. Ekranlarına bel’amlar çıkarıp bol ayetli ve hadisli sohbet ve tartışma programları düzenlemediler mi?  Ne yapalım şimdi Allah’ın dinini kendi çıkar ve menfaatleri için kullanan bu din simsarları ve cambazları yüzünden dinimizi terk mi edelim?

     İslamcılık; İslam’ı referans alarak bir siyasi tavır ve duruşu, öze dönmeyi, Kuran’a dönmeyi, Peygamberin getirdiği ilahi vahye dönmeyi, onu yaşamayı, peygamberin sünnetini ve mesajını günümüze taşımayı ifade etmektedir. İslamcılık siyasi ve politik bir ideolojidir (İslam’ın kendisi değildir. İslam’ı referans alarak yapılan siyasete denilmiştir. İslam’ın zarar görmemesi için bilinçli bir şekilde kullanılmıştır.) Tarih süreci içerisinde İslamcılık adına bir çok yanlışlık da yapılmıştır. Ama bunun yolu kötü örnekler üzerinden İslamcılığa savaş açmak, İslam’ı ve Müslümanları siyasi alanın dışına çıkarmak, Müslümanları laik ve seküler kesimin insafına terk etmek değildir. Bu tür argümanların peşine düşmek Müslümanlara bir şey kazandırmaz. Yapılması gereken İslamcılık adına yapılan yanlışları tespit ederek ders çıkarmak, İslamcılığı revize etmek ve çağdaş içtihatlarla güncellemektir.

Kaynak:Fikrî Amedî / Ufkumuz.com