İSLAM HUKUKUNDA DEVLET

HÜSEYİN BÜLBÜL

VAN 15.03.2017 10:31:32 0
İSLAM HUKUKUNDA DEVLET
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Hayat ve kâinatın yaratıcısını, İnsan hayatını düzenlemeden uzak tutmak isteyenlere Allah, heveslerini kursaklarında bırakacak şu cevabı veriyor: “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.” (Fetih 48/28), “Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Hâlbuki kâfirler istemeseler de; Allah, nurunu tamamlayacaktır.” (Saf 61/8) Ey Müslüman olduklarını haykıran muvahhitler! Sözlerinizde samimi iseniz gayret edin de bu şeref sizin olsun. Allah nurunu sizin elinizle tamamlasın!..
İslam’da devlet konusu gündeme geldiği zaman, dillerde pelesenk edilen şu ifadeleri görüyoruz:
1: İslam’ın devlet önerisi yoktur. Hz. Muhammed (as) kabile asabiyetinin sonucu devleti kucağında hazır buldu ve reddetmedi kullandı.
2: Medine vesikası delil gösterilerek demokratik yapının bünyesinde çok hukuklu bir yapılanmanın olabileceği önerisi.
3: Devleti sadece teknik açıdan ele alarak onun arkasındaki düşünceyi, hayat anlayışını, hukuk anlayışını ve hâkimiyet anlayışını hesaba katmadan laikliğin bir çerçeve olduğunu savunanlar.
4:  Kur’an, biçimsel bir yapıdan bahsetmez; Devletin şekli, (Başkanlık, halifelik, krallık, sultanlık v.b. gibi) zamanın şartlarına göre oluşturulur iddiası.
Bu iddialara cevap vermeden önce “Devlet” kavramından ne anlaşıldığını anlamaya çalışalım:
            Devlet: Genel olarak belli bir toprak üzerinde müstakil bir teşkilat kurmuş insan topluluğu demektir.
Hukukî açıdan Devlet, “Ülke adı verilen belirli bir toprak üzerinde yaşayan insan topluluklarının bir egemenlik anlayışı ve hukuku içinde, siyasi bir iktidar altında örgütlenmesidir.”
            Devletin kelime anlamı, Elden ele geçen güç veya iktidar demektir. Bu kelime Kur’an’ı kerimde bir defa “Duleten” ifadesiyle (Haşr suresinin 7.ayetinde) geçmektedir.
            Devletin unsurları:
Bir devletin var olabilmesi için gerekli olan maddî ve manevi değerlerin tümüne devletin unsurları denir. Bunlar başlıca ülke, millet ve hâkimiyettir. Buna Halkın işlerini yüklenecek lider devlet başkanı ilavesi de yapılabilir.
      Ülke: Devlet hayatı için çok önemlidir. Tarihi yönden devlet hayatı, ülke ile başlamıştır. Onun için ülkesiz devlet düşünülemez. Zira devlet sınırları belli bir ülke üzerinde oturan siyasi bir cemiyetin adıdır. Ülke, hükmî bir şahsiyet olan devletin mülküdür.
       Millet: Devlet haline gelmiş insan topluluğuna millet denilmektedir. Devlet, milletin hukukî bir şekilde teşkilatlanmasından ibarettir.”
Devleti oluşturmak için ne kadar insana ihtiyaç olduğu konusu ihtilaflıdır. Şurası bilinen bir hakikattir ki,  bir devlet var olacak ve varlığını duyurup devam ettirecek kadar insan unsuruna sahip olmalıdır.
       Hâkimiyet: Hukuki bakımdan hâkimiyet, devletin ülkesinde var olan topluluğun tümüne kumanda eden ve direktif veren üstün bir kuvvettir.
Tarihte devletli toplumlar M.Ö. 5000’li yıllarda Sümer kent devletleri biçiminde görülmeye başlanmıştır.
      Bir oluşumun devlet olarak nitelendirilebilmesi için diğer devletler tarafından tanınması şart değildir. Zira tanıma sadece uluslararası alanda ilişki kurmak için gerekli bir işlemdir.
Bugün anladığımız anlamda devlet (Modern Devlet) 16. yüzyılda ortaya çıkmıştır.
            A-İdari yapılarına göre Devletler:
            1: Üniter Devletler
Siyasi otoritenin tek merkezde toplandığı, merkezî otoritenin tek bir anayasa ile sağlandığı devletlerdir. (Örn: Türkiye de olduğu gibi)
            2:Bileşik Devletler
Birden fazla devletin kendi aralarında gerçekleştirdikleri bir anlaşma ile birleşmeleri sonucu oluşan devletlerdir. İki şekilde olabilir:
            a: Konfederasyon:
Bağımsız devletler tarafından egemenliklerini koruma şartı ile oluşturulan ve üye devletlere diledikleri zaman ayrılma hakkı tanıyan karma devlet biçimidir. (günümüzde örneği yoktur, eski İsviçre, Almanya ve A.B.D. gibi)
            b: Federasyon:          
       Ortak bir anayasa altında birleşen devletlerin oluşturduğu devlet biçimidir. Bu tip devletlerde ayrıca her federasyonun kendi anayasası, yürütme ve yargı organları vardır. (Örn.: Almanya, ABD, Kanada, Avusturya, İsviçre, Avustralya, Rusya)
            B- Egemenliğin kaynağına göre devletler:
            1: Monarşik Devlet
Egemenliğin tek kişiye ait olduğu devlettir. (Örn.: İspanya, İngiltere)
            2: Oligarşik Devlet
Egemenliğin belli bir sınıf veya guruba ait olduğu devlet biçimi.
            3: Demokratik Devlet
Egemenliğin halka ait olduğu devlet biçimi.
            4:Teokratik Devlet
Egemenliğin kaynağının dine dayandığı devlet biçimi. Böyle devletlerde Din adamlarının sözü geçer. Her şeye din adamları karar verir. (Bu tanım ve izah tarzı tamamen batı anlayışına göre yapılmıştır.)
Burada Teokrasiyi daha yakından tanımak için bu kavramın nasıl oluştuğunu irdelemek istiyoruz.
Bu anlayışta egemenlik dine dayanıyor da din kime dayanıyor /din adına kim hüküm veriyor?
       Teo, Tanrı demektir. Krates ise, güç anlamına gelmektedir. “Teokrasi Tanrıdan gelen güç” olarak anlaşılmaktadır. Bu güç yeryüzünde tanrının temsilcisi olan Ruhban sınıfının eliyle Krallara verilmiştir.
Ruhban sınıfı yeryüzünde Tanrının vekili ve onun adına dini belirleyendir.
Ruhban sınıfı,” Tanrının yetkisini kullanarak” Hakkı, Tanrı ile Kral arasında bölüştürmüş :” Sezar’ın hakkı Sezar’a Tanrının hakkı Tanrıya” anlayışını meşrulaştırmışlardır. Bu anlayış, orta çağ boyunca tüm Avrupa’nın yaşam tarzı olmuştur.
Pratikte ise Teokrasi, Ruhban sınıfı ile Kralların bir biçimde uzlaşarak halkı diledikleri gibi yönetmek için kurdukları düzenin adıdır.
Aynı zamanda Yahudilerin büyük Haham’larca yönetilen rejimi için de “Teokrasi” ifadesi kullanılmaktadır. Çünkü burada da Allah’ın Tevrat’ta ne dediğinden çok Hahamların ne dediği ve nasıl yorumladığı öne çıkarılmaktadır.
“Görmüyor musun, o kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlar, aralarında hüküm vermek için Allah’ın kitabına davet olunuyorlar da, sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyorlar.
Bunun sebebi, onların «belli günlerden başka bize asla ateş azabı dokunmaz» demeleridir. Uydura geldikleri yalanlar dinlerinde kendilerini aldatmaktadır.” (Ali İmran 3/23-24)
        Bu Teokrasi anlayışının altını kalın çizgilerle çizerek İslam’ın,  niçin Teokrasi olamayacağını anlamaya çalışalım.
            İslam: Allah’ın insanlığa sunduğu hayat nizamı olmakla birlikte asla Teokrasi ile karıştırılmaya tahammülü yoktur. Bunun sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:
            1: Din tümüyle Allah’a aittir. Hüküm koymakta tamamen o’nun tasarrufundadır. Allah bu hakkı kendisinden başka hiçbir kimseye vermemiştir.
“Sizin Allah’ı bırakıp da o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız için Allah hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yusuf 12/40)  (Allah, hâkimlerin hâkimi değil midir?  Buyurarak;  Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmetmeyenleri kafir, zalim, fasık gibi sıfatlarla nitelemiştir.  ( Tîn  95/8, Maide 5/44-45,47-48)
            2: İslam’da Ruhban sınıfı yoktur. Her insan kulluk çerçevesinde yaptığı her işten Allah’a karşı sorumludur. Allah’ın hükmü karşısında İmtiyazlı bir zümre yoktur. Devlet başkanı ile vatandaş Allah’ın hükmü karşısında eşittir.
(Ey Muhammed!)”Sen, emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki Tevbe edenler de dosdoğru olsunlar. Aşırı gitmeyin. Çünkü O, yaptıklarınızı görür.” .( Hud 11/112)
“Ey Muhammed! İşte bunun için insanları tevhide davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların keyiflerine uyma ve de ki:  “Ben Allah’ın kitaptan indirdiğine inandım ve bana aranızda adaleti gerçekleştirmem emredildi. Allah,  bizim de rabbimiz sizin de rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir tartışmaya yer yoktur. Allah hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş yalnız o’nadır.” (Şura 42/15
            3: İslam’da devlet başkanlığı imtiyazlı olma makamı değil, halka gerçek anlamda hizmet ederek hak ve adaleti tesis etmek için çalışmak, Emanetleri ehil olan şahsiyetlere vererek güven ve huzuru sağlamak, gelir ve gider dengesini adil şekilde tesis etmektir.
“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.” (Nisa 4/58)
4: İslam’da Emir sahipleri Allah’a ve Resulüne itaat ettiği sürece kendilerine itaat edilir. Eğer onlar Allah ve Resulüne itaati bırakırlarsa, halk da onlara itaati bırakır ve onu düzeltmeleri üzerlerine vacip olur. Bir Mecelle kaidesi:
“Hâlika isyanda mahlûka itaat yoktur.”
 
5: İslam’ın Kaynağı olan Kur’an, herhangi bir tahribata uğramadan günümüze kadar varlığını ve safiyetini korumuştur.  Onun çağrısı tüm insanlığadır. Ve tüm insanlar O’na göre hesaba çekilecektir.
“Doğrusu Kitap’ı Biz indirdik, onun koruyucusu da biziz.”( Hicr 15 / 9)
“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir.” (Yunus 10/107)
“Doğrusu bu Kitap; sana ve kavmine bir öğüttür. Ondan hesaba çekileceksiniz.”  ( Zuhruf 43/44)
     6: İslam fıtrat dinidir. İnsanın fıtratına uygun olarak Rabbi tarafından indirilmiş, ilk muhatapları tarafından hayata geçirilerek yaşanmıştır. Onlara bu anlayışı veren Kur’an, ilk günkü gibi saf ve sadeliğini korumaktadır.                                        Tarihin her döneminde ona gönül verenlere aynı anlayış ve başarıyı sağlamış, kıyamete kadar da sağlayacak konumunu korumaktadır.
“ Öyleyse sen, yüzünü hanif olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler.” (Rum 30/30)
“Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?” (Enbiya 21/10)
“Muhakkak ki bu Kur’an; en doğru olana götürür. Ve salih amel işleyen müminlere kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.” (İsra 17/9)
“De ki: İnsanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek için toplansalardı; birbirlerine yardımcı da olsalar onun bir benzerini getiremezlerdi.”(isra 17/88
“Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.”(İsra 17/82)
Devlet konusunda genel bir açıklamadan sonra, bizim için esas olan Kur’an’ın bu konudaki önerileri nelerdir birlikte görelim:
1-İslam olmanın ilk şartı, Allahtan başka ilah olmadığını ve Muhammed (as) onun kulu ve elçisi olduğunu kabul etmektir. Bunun anlamı, hayatta Allah’tan başka İlah, otorite, yasa koyucu, hayatı düzenleyici,  insani ihtiyaç ve ilişkilere sınır koyucu tanımıyorum demektir.
Bu cümle Hem İslam’ı hem de Müslüman’ı bütün özellikleriyle ifade etmektedir. Tüm sahte ilahlardan boşalttığı sahayı, elbette boş bırakmayacak tasdik ettiği ilahın ilkeleri ile dolduracaktır. Kendine özgü kuralları ile Kavram ve Kurumlarını oluşturacaktır. Allah’ın taraftarı olanlar, sahte ilahların tezgâhına malzeme olmayacaklardır.
Bu nedenle Allah, kendi hizbinin toplumsal hayatını düzenleyen Ahlak, İbadet, Ukubat, Muamelat, Nekahet ve Yönetim ilkelerini belirleyerek, insanlığın istifadesine sunmuştur.
“Allah, sizlere bilmediklerinizi bildirmek, sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tevbenizi kabul etmek istiyor. Allah, her şeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa 4/26)
2- Allah Teâlâ, Allah’a, Peygambere Ve Müslümanlardan Olan Emir Sahiplerine İtaati İstemektedir:
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa 4/59)
“Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesna. Allah sizi Kendisiyle korkutur, dönüş yalnız Allah’adır.” (Ali İmran 3/28)
“Ey iman edenler; müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?” (Nisa 4/144)
Muhakkak ki benim dostum, kitabı indirmiş olan Allah’tır. Ve O, Salihleri dost edinir.“ (Araf 7/196)
3- İslam’dan Başkasına Rağbet Etmemeyi, Müslümanlar olarak birlik ve beraberlik İçinde hareket etmeyi İstemektedir:
“Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.”(Ali İmran 3/100)
“Topluca Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Ve Allah’ın üzerindeki nimetini hatırlayın. Hani, siz; düşman idiniz de O, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da, O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz; bir ateş uçurumunun tam kenarında iken, sizi oradan doğru yola eresiniz diye kurtardı. Allah ayetlerini size işte böylece açıklar.”(Ali İmran 3/103)
“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.” (Maide 5/51)
Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürden hoşlanıyorlarsa, onları dost edinmeyiniz…” (Tevbe 9/23)
“Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyiniz…” (Mümtehine 60/1)
4 –İnsanları hayra çağıracak iyiliği emredip kötülüğü yasaklayacak bir topluluğun bulunmasını istiyor:
      “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran 3/104)
“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara Şöyle vadediyor: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir.”
“Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim ki bundan sonra küfre saparsa, işte onlar fasıklardır.” (Nur 24/55)
5- İktidara Gelenlerin icraatından bahsediyor:
“Onlar (o müminlerdir) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” (Hacc 22/41)
“Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.” (Şura 42/38)
            Ya inanmayanlar:
“İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” (Bakara 2/205)
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere; inandıklarını iddia edenleri görmedin mi? Tagutu reddetmekle emrolunmuş iken Tağut’un önünde muhakeme edilmelerini isterler. Hâlbuki şeytan, onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor.” (Nisa 4/ 60)
6- İman edenlerden Allah için savaşmayı istiyor: Savaş ise ancak organize olmuş güçlü bir topluluğun yapabileceği bir işdir.
(Ey Muhammed) “Allah yolunda savaş! Sen ancak kendi yaptığından sorumlusun. Müminleri de savaşa teşvik et. Umulur ki, Allah kâfirlerin gücünü kırar. Hiç şüphesiz ki Allah,  kuvvet ve kudretçe daha güçlü ve cezası daha çetindir.” (Nisa4/84)
“Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.” (Enfal 8/65)
“Nice peygamberler vardı ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostları çarpıştılar; Allah yolunda başlarına gelenlerden yılgınlık göstermediler, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Ali İmran 3/146)
7-Suç işleyenlere cezalar öneriyor:
“Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah’ a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini hususunda bir acıma tutmasın. Müminlerden bir grup da bunların azabına şahit olsun.” (Nur 24/2)
“Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı bir azab vardır.” (Bakara 2/178)
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Artık, Allah’a karşı gelmekten sakınırsınız.”(Bakara 2/179)
“İffetli kadınlara zina isnat edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” (Nur 24/4)
“Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyada onlar için bir zillettir. Ahirette ise onlar için büyük bir azab vardır.” (Maide 5/33)
8- Allah, İndirdiği ayetlerle Hükmedilmesini istiyor:
“Doğrusu Tevrat’ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendilerini Allah’a teslim etmiş peygamberler, Yahudi olanlara, Rabbe kul olanlar ve bilginler de, Allah’ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Ve ona şahit idiler. İnsanlardan korkmayın da Ben’den korkun. Ve ayetlerimi az bir değerle değiştirmeyin. Kim de Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfirlerin kendileridir.” (Maide 5/44)
“Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş.  Yaralar da karşılıklı kısastır. Kim bunu bağışlarsa, kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.” (Maide 5/45)
“ Ve İncil ehlide Allah Teâlâ’nın indirmiş olduğu (ahkâm) ile hükmetsin. Ve her kim Allah Teâlâ’nın indirmiş olduğu ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır.” (Maide 5/47)
“Sana da (ey Muhammed) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kitabı / Kur’ân’ı hak ile indirdik. Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, her biriniz için bir şeriat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verir.”(Maide 5/48)
9-İşleri ehline vermeyi istiyor:         
“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.” (Nisa 4/58)
10- İşlerimizi İstişare ile görmemizi istiyor:           
“Onlar, Rabbinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah yolunda harcarlar.” (Şura 42/38)
11-Halkın Umurunu yüklenen kimseye bağlılık sözünün verilmesini istiyor:
“Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana gelip Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana bağlılık sözü verirlerse, onları kabul et; ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Mümtehine 60/12)
“Allah ve Resulü bir şeye hükmettiği zaman; ne mümin erkekler için ne de mümin kadınlar için artık işlerinde bir seçme hakkı olamaz. Kim de Allah’a ve Resulüne isyan ederse; şüphesiz ki apaçık bir sapıklıkla sapmış olur.” (Ahzab 33/36)
12- Allah bizden kendi tarafında olmamızı istiyor:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.” (Mücadele 58/22
“Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürden hoşlanıyorlarsa, onları dost edinmeyiniz…” (Tevbe 9/23)
13- İslam’ın hiçbir dünya görüşü ile bağdaştırılamayacağını ilan ediyor:
“De ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Ben de asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Sizler de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim de dinim bana” (Kafirun 109/1-6)
Bu ayetleri okuyan Hz.Muhammed (as) nasıl bir sünnet ortaya koymuştur?  Bir de o noktadan bakmaya çalışalım.
Hz. Muhammed (as)’ın İzlemiş Olduğu Yol Ve Yöntem:
Muhammed (as) Peygamber olduğu günden itibaren vahyin kendisine çizmiş olduğu rotayı takip ederek hedefine ulaşmaya çalışmıştır. Mekke döneminde 13 yıl boyunca kendisine yapılan teklif ve tehditlerin hiç birisine rağbet etmemiş; Yoluna çıkan engellere ilgili ayetlerle cevaplar verilerek bertaraf edilmiştir. Bütün zorluklar göğüslenerek 13 yıl Mekke de Kureyş’e yapılan tebliğ fayda vermeyince hicret mukadder olmuştur.
Akabe görüşmelerinde temeli atılan Medine İslam devleti, hicretle kemale ulaşmış ve fiilen gerçekleştirilmiştir.  Medine’de İlk günden itibaren küçük askeri birlikler oluşturarak Kureyş’i daima gözlem altında tutmaya başlamış; geceleri şehrin belirli yerlerine nöbetçiler koymuş, Medine’nin sınırlarını belirlemek için sınır taşları diktirmiş, Nüfus sayımı yaptırmış ve çevredeki Yahudi, Hıristiyan, Müşrikler ve Müslümanlarla Meşhur Medine Musalahası denilen 47 maddelik Vatandaşlık anlaşmasını yapmıştır. Mescidin yapılması, askeri birlikler oluşturarak çevrelerinde olup bitenlere karşı daima teyakkuzda bulunmuştur.
İçte ise, bir Ensar ile bir Muhaciri kardeş yaparak ellerindeki imkânlarını aralarında paylaştırmıştır. Bu anlamda “Yesrib” Gerçekten “Medine’tün Nebi” Peygamber şehri olma şerefine ulaşmıştır. Hiçbir zaman İsrail oğullarının Musa (as) yaptıkları gibi sızlanmamış,  şikâyetçi olmamışlardır. Bu uğurda Allah Teâlâ’nın iltifatına layık olmuşlardır.
      “İyilik yarışında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce uyanlardan Allah razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; işte büyük kurtuluş budur.” (Tevbe 9/100)
Allah Teâlâ cihada izin vermiş, bu muhlis topluluk İslam’ın düşmanlarıyla Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te…  Mallarıyla ve canlarıyla savaşarak Allah’ın dinini, İslam’ın şanını yüceltmişlerdir.
Peygamber  (as) Hudeybiye anlaşmasından sonra çevredeki devletlere resmi elçiler göndererek İslam’a davet etmiş, Mekke’nin fethinden sonra Tebük’e kadar giderek bölgeyi emniyete almıştır. Hasta yatağında iken Usame ordusunu şehir dışında hazır bulundurmuştur. Devlet olmanın gereğini asla göz ardı etmemiştir.
Buradan hareketle bir tespitte bulunmak istiyoruz:
Bir düşünce ki hiçbir düşünce ile uzlaşma kabul etmiyor.
Hem nefislerde hem de hayatta Allahtan başka hüküm koyucu ve mutlak hükmedici de kabul etmiyor.
Allah’a, Peygambere ve Bizden olan emir sahiplerine itaati emrediyor.
Ehli Kitaba, kâfir ve Müşriklere itaat etmeyi, dost edinmeyi, onları veli edinmeyi ise yasaklıyor.
Hükmettiğimiz zaman Adaletle hükmetmeyi, İşleri ehline vermeyi, İşlerimizde birlerimizle istişare etmeyi emrediyor.
Allah’ın İndirdiği hükümler ile hükmetmeyenleri kâfirler, zalimler ve fasıklar olarak niteliyor.
İman edenlerden Kur’an ile hükmetmelerini istiyor.
İnsanları hayra çağırmayı, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamayı emrediyor.
Katili, zaniyi, müfteriyi, hırsızı, asiyi cezalandırmayı istiyor.
Hukukta bir kaide vardır:”Bir vacibin yerine getirilmesi için gerekli olan şey de vacibdir” diye.
Bu emirlerin yerine getirilmesinin imkânını düşündüğümüz zaman, İslam’ın hayata hâkim olmadığı bir sistemde bu hükümlerin yerine getirilmesi mümkün değildir. Bunu, içinde yaşadığımız acı tecrübe ile görüp bilmekteyiz. Bu hükümlerin uygulanabilirliği ancak bu düşüncenin hâkim olduğu bir devlet düzeninde mümkün olacaktır.
Bunca delile rağmen “İslam’ın DEVLET önerisi yoktur, Peygamberin devlet kurması kabile asabiyetinin sonucudur, o istemedi ama Kabile asabiyetinin sonucu olarak devleti kucağında buldu ve reddetmedi” gibi anlayışlar güneşi görmemek için gözünü kapamaktır. Eğer ihanet değilse, Allah ve Resulüne iftiradır.
Sizin dostunuz ve veliniz Allah, Peygamber ve Allah ve Resulüne gerçekten iman eden Müminlerdir.
İslam’a karşı savaşanlar ile Müslüman oluncaya veya boyun eğip cizye verinceye kadar savaşmayı emrediyor.
Düşünelim: Allah, bunca hükmü ve yol göstermeyi, yeryüzünde “ ekini ve nesli bozmaya koşanlara” iktidar sağlamak, onlara hizmet edecek uysal kullar üretmek için mi veriyor?
Yine düşünelim, Allah’ın koymuş olduğu hükümlerin hayata geçirilmesi, bir başka dünya görüşünün ve değer yargılarının hâkim olduğu ortamda mümkün olur mu?
Allah’ın elçisi ilahi iradenin kastı olmayan bir işi yapmak için savaşır, can verip can alacak bir mücadeleye girer de Allah ona müdahale etmez mi?
Allah’tan başka otorite kabul etmemeyi ilk şart olarak belirleyen bir dünya görüşü, hayatı düzenlemeyi başkalarına bırakır mı?
Bu minval üzere yüzlerce soru sorulabilir ve İslam’dan cevapları bulunabilir.
Her fikir sahibi olan insan, fikrine ve kendisine iktidar isterken, Yaratıcının ve her şeye kadir olan Allah’ın Dinine iktidar istemediğini ve nasıl iktidar edileceğini elçileri ile insanlığa öğretmediğini söylemek Allah’a iftiradır ve abesle iştigaldir.
Bu dinin ibadetini öğreten Peygamber, siyasetini de öğretmiştir.
Sonuç olarak İslam, Egemenliğin tümüyle Allah’a ait olduğunu ilan etmektedir. İslam devletinde yasama Allah’a aittir. Ana yasa denilen ana ilkeler Allah tarafından elçisine göndermiş olduğu vahiylerle tespit edilmiştir.
Başta peygamber (as) olmak üzere bu dünya görüşünde kimsenin bir imtiyazı yoktur. Peygamber ve onunla birlikte iman edenler “emrolundukları gibi dosdoğru olmak” ve onun ilkelerine göre yaşamak zorundalar. Herkesin hak ve görevlerini belirleyen Allah’dır. Bu özellikleri ile İslam Tam anlamıyla kendine özgü bir devlet anlayışına ve yapılanmasına sahiptir.
Halkın umurunu yüklenen kimseye, doğacak yeni hukuki konularla ilgili çözüm getirmek için, temel yasalara uygun olarak içtihat yapma yetkisini vermiştir. Bu uygulama ile yürütmeye gereken kolaylığı sağlamıştır.  “Onların işleri aralarında istişare iledir.” İlkesi işletilerek her türlü müşküle çözüm üretmenin yolu açılmıştır.
Çözüm üretirken, Malın, Canın, Aklın, Dinin ve Neslin korunmasını esas almıştır.
İslam ile hükmedildiği sürece bir tıkanma yaşanmamış, Tıkanma, insanların dinden ve dini düşüncelerden uzaklaşarak, kendi düşüncelerini küçük görmeye, çözümü başka yerde aramaya başlamalarının sonucunda oluşmuştur.
Çünkü bir dünya görüşü akidesi ve ahkâmıyla birlikte hayata geçirilirse,  insanları başarıya götürür. İmandan yoksun bir uygulama işe yaramayacağı gibi, uygulamadan yoksun bir imanda bir işe yaramayacaktır.
Buna rağmen, devlet yapılanmalarından bahsedilirken, İslam devlet anlayışı diye bir şeyden bahsedilmeyişi masum bir olay değildir. Varlığı hatırlatılmak bile istenmeyerek gözden ve gönüllerden uzak tutulmaya çalışıldığı açıktır.
Hâlbuki tarihin bir döneminde kurulmuş, uzun yıllar yaşamış, arkasında silinmeyen izler bırakmış bir hukuk devletini, bu devletin bağlı olduğu hukukun kaynağı olan Kur’anı ve bu gün itibariyle 1,5 milyar Müslüman kitlesini kimse görmezden gelemez.
Tarihi, insanlıkla yaşıt olan “ED DİN”, Kur’an’ın beyanıyla Zülkarneyn ve Süleyman (as) ‘ın dönemlerinde kurulan cihan devletleri doğudan batıya, güneyden kuzeye yapmış oldukları seferleriyle, yeryüzünü ıslah etmiş, İnsanlığı İslam ile tanıştırmış ve Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılınmıştır.
Son olarak da Hz. Muhammed (as)’ın eliyle yeniden devlet olmuş ve uzun yıllar üç kıtada bu hukukun hâkimiyeti sürdürülmüştür.
Aslında devletin niteliğini, O devlette Tatbik edilen hukuk belirler. Bir devletin İslam devleti olması, hukukunun Kur’an ve sünnete dayanması ile mümkündür. Halkının çoğunluğunun Müslüman’lardan olması o devleti Müslüman yapmaz. Ancak hâkimiyetin Yalnızca Allah’a ait olması ve insanlara o’nun hükümlerinin tatbik ediliyor olmasıyla mümkündür.
Asrı Saadetten Osmanlının son dönemine kadar Müslümanların coğrafyasında bu hukuk yürürlükte tutulmuştur. Devletin liderlik anlayışı saltanata dönüştürülmesine rağmen hukuk hep aynı kalmıştır.
Kötü tatbikatların suçu hukuka / Dine mal edilemez. Günah ve kusur hukukta değil onu güzel uygulamayan şahıslar veya toplumlardadır.
İslam Müslümanların yozlaşmasıyla bu hale getirilirken, seküler hukuk ve rejimlerin bundan nasibini almadığını düşünmek mümkün değildir. İnsanın eliyle icra edilen bir şeyin zaman içerisinde yozlaşması insanlık tarihi boyunca hep ola gelmiştir. Bunun en açık örneği Kur’anın şahadetiyle Ehli Kitabın durumudur.  Kral ve Sultanları tenkit edenler, iktidara geldikleri zaman kendi krallıklarını kurmak için ellerinden geleni yapmışlardır.
Egemenliğin halka ait olduğunu söyledikleri Demokratik devletlerde halkın ne kadar egemen olduğu da  malümdur!…
Bütün rejimlerde iktidarda aslan payını paylaşan mutlu bir azınlık ola gelirken, geride sefaleti paylaşan hep halkın çoğunluğu olmuştur.
İslam’ın Zekât ve sadaka hükmünü dini bir vecibe olarak koymasıyla sosyal dengeyi sağlamış; Tarih boyunca Mustazaf’ların elinden tutan hep İslam olmuştur.
İnsanları kendilerine kul edinen Mele ve Mütref’lerin elinden kurtararak Allah’a kul olmalarını sağlamak için Allah, Elçilerini ard arda göndererek insanlığı bu durumdan kurtarmış, şerefli bir konuma yükseltmiştir.
“ Müşrikler hoşlanmasa da, Dinini bütün dinlere üstün kılmak için; Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen O’dur.” (Tevbe 9/33)
Ey İman Edenler!
Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.
Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.” (Ali İmran 3/103)
Hayat ve kâinatın yaratıcısını, İnsan hayatını düzenlemeden uzak tutmak isteyenlere Allah, heveslerini kursaklarında bırakacak şu cevabı veriyor:
“Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.” (Fetih 48/28)
“Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Hâlbuki kâfirler istemeseler de; Allah, nurunu tamamlayacaktır.” (Saf 61/8)
Ey Müslüman olduklarını haykıran muvahhitler! Sözlerinizde samimi iseniz gayret edin de bu şeref sizin olsun. Allah nurunu sizin elinizle tamamlasın!..