Yahûdîler arasındaki ilk bölünme Hazret-i Dâvud zamanında Kudüs’e mâbed yapılmasına karşı çıkan kuzeylilerin kurduğu Rahabîlerle başladı. Büyük İskender’den sonra bölgeye hâkim olan Selefkîlerin, Yahûdîleri Elen kültürüne bağlamaya çalışmalarına karşı çıkan ve Makabi adında soylu bir Yahûdînin liderlik ettiği ayaklanmadan (Mîlâddan önce 167) sonra başka mezheb/tarikatler belirmiştir.
Doç.Dr.Ekrem Buğra Ekinci ARI SANAT YAY. İSTANBUL. 2003.1.BASKI.s.51-57 ]
İncil’de de haber verildiği üzere Yahûdîler arasında Sadukî, Hasidim, Essenî ve Ferisî gibi aralarında önemli itikadî, amelî ve siyasî farklar bulunan mezheb/tarikatler vardı. Yahûdîler arasındaki ilk bölünme Hazret-i Dâvud zamanında Kudüs’e mâbed yapılmasına karşı çıkan kuzeylilerin kurduğu Rahabîlerle başladı. Büyük İskender’den sonra bölgeye hâkim olan Selefkîlerin, Yahûdîleri Elen kültürüne bağlamaya çalışmalarına karşı çıkan ve Makabi adında soylu bir Yahûdînin liderlik ettiği ayaklanmadan (Mîlâddan önce 167) sonra başka mezheb/tarikatler belirmiştir. Sadukî mezhebinin kurucusu Sadok adında bir kohendir. Daha ziyâde din adamlarının toplanıp bağlandığı bu mezhebde Tevrat ve kohenlerin tefsirleri muteber sayılır; âhiretin ve meleklerin varlığı inkâr edilir. Sadukîler, Filistin’i işgal eden yönetici güçlerle her zaman yakın münasebet içinde olmuş ve Hazret-i îsâ’ya şiddetle karşı çıkmışlardı.
Mîlâddan önce ikinci asırda ortaya çıkan bu mezheb Kudüs ve Mabed yangınından sonra (M.S. 70) kaybolmaya yüz tutmuştur. Sadukîlerle aynı zamanda ve onlara zıt olarak ortaya çıkan Hasidim mezhebi, Makabi isyanının ardındaki en büyük güç olan âlimler tarafından kurulmuştur (Hasidim = İbranîce âlimler). Hasidim mezhebinin telâkkilerini Ferisîler sürdürmüştür (Ferisî=Aramîce peruşim=ayrılmış) Bu mezhebde âhiret inancı vardır ve meleklerin varlığı kabul edilir. Bunlarda dine samimî bağlılık, ağırbaşlı ibâdet, Sebt günü nün kudsiyeti gibi geleneklere riâyet vardır. Bunlar Tevrat dışındaki dinî metinlere de çok itibar etmişlerdir. Din adamlarına münhasır mezheb sayılan Sadukîlerin aksine Ferisîler, halk tarafından çok tutulmuş ve bu mezheb rağbet görmüştür. Bu sayede Yahûdî dini din adamlarının kontrolünden çıkarak “demokratikleşmiştir”. Bu mezheb sayesin de Yahûdî dini, Hıristiyanlığın aksine ruhbaniyyetin bulunmadığı bir din haline gelmiştir. Nitekim Kudüs’ün ve mabedin yakılmasından sonra Ferisî mezhebi de tarih sahnesinden silinmekle beraber; din adamlarının yerini Ferisîlerin getirdiği ilahiyat telâkkisi aldı ve dinî metinlerin tefsirine verdikleri ehemmiyet sayesinde Yahudilik devam edebilme imkânı buldu. Bunlar
Musevî dininin İbâdetlerin ancak mâbedlerde yapılabileceğini savunan Sadukîlerin aksine, mâbed dışında da ibâdet yapılabileceğini kabul etmekteydiler. Birde yine Hasidim mezhebinden çıkma Essenîler vardır. Başarısızlığa uğrayan Makabi isyanından sonra Suriye’ye müstakil prenslerden müteşekkil ruhanî mahiyette Haşmonean hanedanı hâkim olmuştu (M. Ö. 134). İşte Essenîlik, bunların kurdukları râhiblik kurumuna karşı çıkanlardan meydana gelmiştir. Bunlar Kumran çölüne yerleşmişler ve diğer insanlardan tamamen ayrı bir hayat sürmüşlerdir. Cemaatin bütün malları ortaktı, el emeğiyle geçinirlerdi ve günlük hayatlarını idarecileri tanzim ederdi. Bu yüzden sayıları fazla artmamış; ama çileci telâkkileri ilk Hıristiyanları etkilemişler. Bunlar da Sadukîlerin aksine Ferisîler gibi âhirete ve ruhun ölümsüzlüğüne inanırlar; ancak farklı olarak haşri, yani insanların bedenleriyle dirileceğini kabul etmezlerdi. Sebt gününe ve Yahûdî şeriatinin hükümlerine titizlikle uyarlardı. Ekseri mâbed dışında ibâdet ederlerdi. Bu mezhebe girmek, ciddî deneme ve imtihanları geçmeye bağlıydı ve iki sene kadar sürerdi. Essenîler, kendilerini seçkin bir cemaat olarak görür ve İsrail’in düşmanlarına karşı mücahede edip zafer kazanarak Yahve’nin sonsuza dek hüküm süreceğine inanırlardı. Bu fırkalar zamanla neredeyse kaybolmuştur. Şihristânî, zamanında (hicrî Vl/mîlâdî XIJ. asırda) yaşayan Yahûdîlerin birbirine muhalif altı ana fırkaya ayrıldığını; hadiste geçen yetmiş bir fırkanın hep bu fırkalardan çıktığını bildirir.
Bu heretik gruplardan birincisi Inâniyye fırkasıdır. Sebt günü ve dinî bayramlar bakımından diğer Yahûdîlere muhaliflerdir. Kuş, geyik, çekirge ve balık eti yemezler. Hayvanları ensesinden keserler. Hazret-i îsâ’nın Benî İsrail’den ve peygamber olmadığını; Mûsâ şeriatine bağlı ve insanları Tevrat’a davet eden bir velî olduğunu; İncillerin de ilahî değil; Hazret-i îsâ’nın hayatını anlatan kitaplar sayılabileceğini söylerler. İkinci fırka, iseviye fırkasıdır (tabİatiyle bunların Hazret-i îsâ ile bir alâkası yoktur; Abbasî halîfesi Mensur zamanında İsfahânlı Ebû îsâ adın da birisi tarafından kurulmuştur). Tevrat’ta bulunan hükümlerin çoğunda Yahûdîlere muhalefet etmişlerdir. Tev rat’ta yenilmesine izin verilen hayvanları, hatta genel olarak hiçbir canlıyı yemez; günde on vakit namaz kılarlar. Üçüncü fırka Hemedan’da doğan Muğâribe ve dördüncü fırka da Burgâniyye (Yuz’âniyye) fırkasıdır. Bu dördüncüler üçüncüden ayrılmıştır. Tevrat’ın bir zahirî (açık) bir de bâtınî (gizli) mânâsı olduğunu ileri sürerek pekçok hükmü inkâr etmişlerdir (Tıpkı Müslüman dünyasındaki Bâtınîler gibi). Beşinci Yahûdî fırkası Müşkâniyye fırkasıdır. Kum nahiyesinde yayılmış olan bu fırkadakiler, Hazret-i Muhammed’in peygamber olduğunu kabul ederler; ancak zaten Ehl-i kitab olan Yahûdîlerin dışındaki insanlara gönderildiğine inanırlar. Altıncı fırkayı Sâmirîler teşkil eder. Sâmirî, Hazret-i Mûsâ Tur dağındayken altından bir buzağı yapıp kavmini buna tapmaya davet eden kimsedir. Kur’an’da ismi geçer. Hazret-i Mûsâ cömertlik gibi bazı İyi hasletlerinden ötürü Sâmirî’yi affetmiş; bunun soyundan gelenler Sâmira’ya yerleşmiş ve diğerlerinden farklı bir yol/mezheb tutmuşlardır. Sâmira (Sâmiriyye), Filistin’de Nablus’a yakın bir kasabadır. Sâmirî, bu kasaba havâlisin de yaşayan İbrânîler için kullanılan bir tâbirdir. Bunların elinde diğer Yahudilerden farklı bir Tevrat nüshası vardır; buna Şomranim Tevratı denir.
Daha önce de zikredildiği üzere, Sâmirîler, yazıcıların Tevrat’a açıklamalar ve ilâveler yapmalarına, hatta harflerini bile değiştirmelerine karşı çıkmışlardır.
YAHUDİLERİN ELLERİNDEKİ TEVRAT İLE ŞOMRANİM TEVRATI ARASINDA 6000 KADAR İHTİLAF BULUNDUĞU bildirilmektedir. Öyle ki Sâmirîler Tevrat’ı teşkil eden otuzsekiz kitaptan ancak yedisini kabul ederler. Sâmirîler Hazret-i Mûsâ, Hârûn ve Yûşâ’dan sonra gelen Benî İsrail peygamberlerini kabul etmez; hatta Hazret-i Davud’a Allah tarafından Mescid-i Aksâ’nın Nablus’a yapılması emrinin geldiğini, ancak bunu dinlemeyerek İlya’ya (Kudüs) yaptırdığını; böylece zâlimlerden olduğunu söylerler. Taharete (dinî temizlik) diğer yahûdîlerden daha az ihtimam gösterirler. Bunlar da Elfâniyye ve Küsâniyye adıyla iki gruba ayrılmıştır. Kudüs’ün ve mabedin yakılmasından sonra dünya yüzüne dağılan Yahûdîler, yakın zamana kadar bulundukları ülkenin dil ve kültürünün tesirinde kalarak ayrı birer içtimaî grup teşkil etmişlerdi. Aşkenaz (=Almanyalı) adıyla tanınan Doğu Avrupa Yahûdîleri, vaktiyle sayıca en çok olan ve II. Dünya Savaşı’ndaki jenositten de en çok etkilenen bir gruptur. İbranîce, Slavca ve Almanca karışımı Yidiş denilen bir dil konuşan bu grubun büyük çoğunluğu bugün İsrail’e göç etmiştir. İspanya Yahûdîleri ise Sefarad (İspanyalı) olarak bilinir.
Kastilya ve Aragon krallığının tek taç altında birleşip 1492 yılında Endülüs’deki son Müslüman devleti olan Beni Ahmer devletini yıkarak hemen tüm İspanya’ya hâkim oluşundan sonra burayı terk ederek büyük çoğunluğu Türkiye’ye yerleşmişlerdir. Ladino denilen İbranîce-İspanyolca karışımı bir dil konuşurlar. Bugün Yahûdîlerin yarıdan fazlasını teşkil ederler, Anadolu’da bunlardan önce de Bizans hâkimiyeti altında yaşayan Yahûdîler vardı ve bunlar/Romanyot olarak bilinirdi. Yemen havalisindeki Yahûdîler de ayrı bir sosyal cemaat teşkil eder. Bu grupların inanç ve ibâdet esaslarında ufak tefek farklılıklar bulunmaktadır.
Söz gelişi din adamlarına Sefaradlar haham, Aşkenazlar rabi derler. Bir de Karayit veya Karaim ya da Karay olarak bilinen bir grup vardır. Eski Hazar imparatoriuğunnn kalıntısı ve bir kısmı Türklerle aynı asıldan Yahûdîler, bu mezhebdedir. Bunların diğerlerinden önemli bir farkı vardır; bu da Talmud’u kabul etmeyerek yalnız Tevrat ile amel etmeleridir. (Tevrat dışında, din adamlarınca meydana getirilen dinî metinleri de muteber kabul eden geleneğe rabinik denir.) Musevîlik İsrâiloğullarına has millî bir din halini aldığı için, İsrail devleti bunları ve Habeşistan’da yaşayan zenci Falaşalar ile Hindistan Mûsevîlerini Yahûdî olarak kabul etmekte çekingen davranmaktadır. Bir de XVII. asırda mesîhliğini ilân eden Sabatay Sevi’ye bağlı ve çoğunluğu Türkiye ve Arnavutluk’ta yaşayan Sabetayistler vardır. Ancak Yahûdîler, inanç ve amele dair dinî hükümlerde çok serbest fikirleri olan bu grubu heretik (=bid’at ehli) görmekte ve kendi cemaatlerine kabul etmemektedir.