İSLAM DÜNYASI” NEREYE GİDİYOR?

HÜSEYİN BÜLBÜL

VAN 18.04.2015 10:45:47 0
İSLAM DÜNYASI” NEREYE GİDİYOR?
Tarih: 01.01.0001 00:00
  Özellikle siyasi bir algıya dönüştürülen Şii ve Sünni mezheplerin arasını bozmak için, her iki tarafı bir birine hasım iki zümre olarak göstermek için çok çirkin yollar oynamaktan çekinmemektedirler. Peygamber eşlerine ve peygamberimizin en yakın arkadaşlarına kadar dil uzatma cüretinde bulunulmaktadır. Bu çirkefliği bir Müslüman’ın yapabileceğine ihtimal vermek mümkün değildir. İnternette dolaşan videoların içeriğini görünce, böylesine sövgü dolu bir videonun özel servisler eliyle hazırlanmış olduğunu anlamak zor değildir.
 
İslam dünyasından kastımız muhtelif coğrafyalarda yaşayan ve bir ulus devletin sınırları içerisinde o ülkenin vatandaşı olmasına rağmen, kendisini Müslüman olarak tanımlayan ve İslamın bir ferdi olduğunun bilincinde olan herkesi kastediyoruz. Bunların ülkesi, etnik kökeni, dindeki mezhebî tercihi ne olursa olsun; kendisini mensubiyet anlamında İslam’a nispet eden her insan, İslam dünyasına ait bir şahsiyettir. Dünyanın neresinde olursa olsun onun her davranışı İslam’ı ve Müslümanları ilgilendirir. Başarısı ve başarısızlığı, iyi veya kötü davranışlarının faturası daima İslam’a ve Müslümanlara kesilir. Bu nedenle mensubiyet anlamında kendisini İslam’a nispet eden her fert, yaptıkları ile bir ümmeti temsil ettiğini düşünerek hareket etmelidir. Peygamberimizin (as) “Küfür tek millet, İslam tek millettir” sözü bu gerçeği ortaya koymaktadır. İşte bu milletin nereye gittiğini / götürülmek istendiğini soruyoruz.
İslam doğduğu gün daha hayatın mürüvvetini görmeden düşmanının ayak seslerini duymaya başlamış; Âdem ile iblisin bidayetten nihayete kadar ebedi düşmanlığı ilan edilmişti. “Meleklere: «Âdem’e secde edin» demiştik; İblis’ten başka hepsi secde etmiş, o çekinmişti. Ey Âdem! Doğrusu bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursunuz dedik.” (Taha 20/116-119) ayetine rağmen iblise kulak veren Âdem, aldanmış, kandırılmış ve cennetten çıkarılmıştı. Bu olay orada Âdemle sınırlı kalmadı. Her adem oğlunun hikayesi de aynen ilk atasının serüveni gibi iblisle olan münasebeti ve mücadelesi birebir aynı çerçevede kıyamete kadar sürmektedir. Birde bunlara Âdemin çocuklarından iblisleşerek onların tarafına geçenleri, şeytanlaşıp tağutlaşanların varlığını katarsanız; Âdemin çocuklarının işinin daha da çetin olduğu anlaşılacaktır.
“Şeytanlar” tatile çıkmıyor, düşmanlar izine ayrılmıyor. Yedi gün yirmi dört saat mesaileri devam ediyor. Allah’ın çağrısına kulak verip onun ipine sarılanları(Ali İmran 3/103), kardeşlik hukukuyla bir araya gelenleri (Hucurat 49/10), bende Müslümanlardanım diyerek gönüllerinde ümmet anlayışı olanları (fussılet 41/33) bir birine takmak için her türlü yolu kullanmakta, her türlü tezgâhı kurmaktadırlar. Geçmişte din ayrılığı üzerinden yapılan tezgâhlar, bu gün aynı dinin mensuplarını bir birine kırdırmak için mezhepler ve etnik kökenler üzerinden yapmaya çalışmaktadırlar. Bunları görmek anlamak için başımızı kaldırıp Müslümanların yaşamış olduğu coğrafyalara bakmak yeterlidir. Özellikle siyasi bir algıya dönüştürülen Şii ve Sünni mezheplerin arasını bozmak için, her iki tarafı bir birine hasım iki zümre olarak göstermek için çok çirkin yollar oynamaktan çekinmemektedirler. Peygamber eşlerine ve peygamberimizin en yakın arkadaşlarına kadar dil uzatma cüretinde bulunulmaktadır. Bu çirkefliği bir Müslüman’ın yapabileceğine ihtimal vermek mümkün değildir. İnternette dolaşan videoların içeriğini görünce, böylesine sövgü dolu bir videonun özel servisler eliyle hazırlanmış olduğunu anlamak zor değildir. Çünkü Müslüman kimliği taşıyan bir kimse, kendisinden on dört asır önce yaşamış ve peygamberin can dostları olan insanlara böyle bir sövgüde bulunmaktan Allah’a sığınır. İslam’da hiç kimseye sövmek ibadet değildir ki, Müslüman olduğunu Allah Teâlâ’nın tasdik ederek; “Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allahtan razı olmuşlardır.” (Beyyineh 98/8) buyurduğu kimselere sövmesinin bir anlamı olsun. Bunları Müslüman kılığına bürünen özel servislerin marifeti olması daha muhtemeldir. Bu işleri kotaranlar İslamın, Müslümanların, Allah ve Resulünün düşmanlarıdır. Çünkü hiçbir Müslüman bir Müslüman’a asla küfredemez, hakaret edemez, kötü sıfatlar yükleyemez. Hele bu insanlar Peygamberimizin dava arkadaşları, hane halkı olunca, böyle bir hakaretin Müslüman’ım diyen biri tarafından yapılmasının imkân ve ihtimali olamaz. Bunlara bakarak karşılık vermeye kalkmak Müslümanların felaketi olur. Düşmanlarımızın bizim yapmamızı istediği şeyleri yapmış oluruz. Bunun farkında olarak bu oyunları bozmaya çalışmalıyız. Bu konuda Rabbimizin yasası şudur:
“Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri, onların analarıdır. Akraba olanlar, Allah’ın Kitabına göre, (mirasçılık bakımından) birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar; ancak, dostlarınıza uygun bir vasiyet yapmanız müstesnadır. Bunlar Kitap’ta yazılı bulunmaktadır.” (Ahzab 33/6)
Bunları bir Müslüman’a yapmak suç olduğu gibi, bir gayri Müslime de yapmak suçtur. “Kötü söz sadece sahibini küçültür.” Peygamberimiz (as) “Annenize sövmeyin” buyuruyor. Arkadaşları biz annemize söver miyiz deyince; “siz başkalarının annesine söversiniz o da sizin annenize söver. Böylece kendi annenize sövmüş olusunuz” buyurur. Rabbimiz ise:
”Allah’tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah’a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini cazip gösterdik. Sonunda dönüşleri rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.” (Enam 6/108) ayetiyle inananların Allah’a olan saygılarından dolayı kimsenin ilahına hakaret olacak bir ifade de bulunmazlar. Şimdi bizler, hainlerin, cahillerin, satılmışların yaptıklarına bakarak asla onların durumuna düşmek gibi bir hataya düşmemeliyiz. Her hal ve karda duruşumuzu korumamız; Allah ve Resulünün sözlerine kulak vermemiz gerekir. Kendini bilmezlerin sözlerine bakarak, özellikle insanların nasırlarına basarak mezhepler üzerinden yapılmaya çalışılan bu aşırılıklara asla pirim vermeyelim. Böyle çirkinlikleri Allah’a ve ahiret gününe inanan insanların yapabileceğine ihtimal vermeyelim. Bizler bu ümmetin fertleri için hüsnü zanda bulunalım. İslamın ehli kitaba yapmış olduğu çağrıyı hatırlayalım:
“De ki: «Ey Kitap ehli, bizimle aranızda müşterek (olacak) bir kelimeye gelin. (Ki o da şudur:) Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp kimimiz kimimizi Rabler edinmeyelim.» Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: «Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız.» (Ali İmran 3/64) Bizler bu insanları İslam paydasında buluşmaya çağıralım. Mezhebimizi ve meşrebimizi dinimizin önüne asla geçirmeyelim. Başkalarının böyle yapmasının yanlışlığını yeniden hatırlatalım. Bizler dinde kardeş olduğumuzun bilincinde olalım. Bu nedenle kardeşlerimizle aramızı düzeltmeye, bir ve beraber olmaya, tefrikadan, nizadan ve çekişmeden uzak durmaya çalışalım. Birlik ve beraberlikten doğacak güç ve kuvvetin dünyada ve ahirette mürüvvetini görelim. İçine düştüğümüz veya düşürüldüğümüz zilletten kurtulmanın yolunu tutalım. Akıtılan Müslüman kanını görmeye çalışalım. Aksi halde bu fitnenin bir gün bizim de kapımızı çalacağını unutmayalım. Ellerinden gelse bu ümmeti bölge -bölge şehir -şehir bölecekler. Olmaz mı diyorsunuz? Bu kürede bunlar daha önce yaşanmadı mı?
Nitekim bu ümmetin üç kıtada sürdürdüğü hâkimiyetini bir dünya savaşıyla kırk parçaya bölerek her birini bir hainin yönetimine bırakmamışlar mıydı? Bu da yetmedi. Şimdi yenidünyada yeniden parçacıklara bölmeye, Müslümanları birbirine kırdırmak için her türlü etnik, mezhep ve meşrep farklılıklarını çatışma sebebi haline getirmeye çalışmalarının altında yatan gerçek budur. Dünyanın yeni efendilerinin nüfuz alanlarını genişletmek, enerji kaynaklarını daha rahat kullanabilmek için bu coğrafyaların menfaatlerine uygun şekilde yeniden parsellenmesi için, sahada yaşayanları tahliye ederek, işlerini yaparken ayak bağı olacakları temizlemektedirler. Bu oyunu görmemek için gözlerin kör olması yetmez, vicdanlarında körelmiş olması gerekir. İşte yapılmak istenen tam da budur. Müslümanların gündemine hassas konuları koyup bunlarla sinelerde biriken kin ve nefretle vicdanlarında körelmesini sağlamaktır. Bu sayede bölge insanının aklını başından alarak düşünemez hale getirerek istedikleri şeyi yapıp yaptırmaktır. Bunun için ulus devlet sınırlarının değişmesi gerekiyor. Yanı başımızda Irak ve Suriye’de gerçekleştirilen iç savaşın sebebi budur. Şimdilik sırtı sıvazlanan Türkiye’yi gelecekte nelerin beklediğini görebilmek kehanet değildir!..
Bu nedenle bu günden tezi yok; saflarımızı sıklaştırmaya, kardeşlik duygularımızı tazelemeye, birlik ve beraberliklerimizi güçlendirmeye, ayrılığı körükleyecek duygu düşünce ve davranışlardan uzak durmaya, Allah’ın kitabına sımsıkı sarılmaya, onun ilkelerini ahlak edinmeye azami gayreti gösterelim ki, aramıza tefrika giremesin. Seküler değerler zihnimizde yer bulamasın. Dünyevileşme bizim dünyamıza selam vermesin. Ahiretin geri dönülmez yasaları önümüze berzah olsun. Ahiretin dünyadan daha hayırlı olduğu” (Duha 93/4) bilgisi bize ışık olsun. Yolumuz İslam, rehberimiz Peygamber (as) ahlakımız Kur’an, yardımcımız Allah olsun!..
Bu anlayışı önce gönlümüze, sonra da tüm Müslümanlara duyurmaya çalışalım. İşittikleri halde işitmeyenler gibi olmayalım. Gerçekleri gördükleri halde gözlerini kapatan, başlarını çeviren, üç maymunu oynayanlar gibi olmayalım!..Müslüman olmamızın gereğini yapalım istiyoruz…