İRAN: Devrimden İşgale

Ömer Arslan

VAN 1.04.2015 10:30:09 0
 İRAN: Devrimden İşgale
Tarih: 01.01.0001 00:00
 İRAN: Devrimden İşgale

1979 yılı müslümanlar için önemli bir tarihti. Sınır komşumuz İran, Muhammed Rıza Pehlevi yönetiminde ki şahlık rejiminden, Ayetullah Humeyni önderliğinde İslam inkılabını gerçekleştirerek, “İslam Devrimi” olan kavramsallaşan şeriat rejimine geçti. Ülke de yıllarca İslam’ın değerliyle uyuşmayan şahlık rejimi, yıkılıp yerine  “La Sünni’ye, La Şii’ye Vahde Vahde İslamiye” sloganları eşliğinde şeriat sistemi getirilmiştir.

Şah rejiminin ABD ile sıkı ilişkiler geliştirmesi, halkının çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkede sürekli tepki ile karşılanıyordu. Emperyalist bloğun başına çeken bir ülkeye yakınlaşmak, bu yakınlaşma politikalarının sonucunda ülkenin her geçen gün daha bir karanlığa gitmekteydi. İranlı müslümanlar bu karanlığa Emperyalist ABD’nin neden olduklarını biliyorlardı. İyice rahatsız olan müslümanlar artık örgütlenip bu rejime karşı koymak zorundaydı.

Ülkenin önde gelen mollalarından Ayetullah Humeyni, 1963 yılından sonra Şah aleyhine vaazlar vermeye başladı. Bununla beraber Ali Şeriati, Üniversite öğrencilerinin ağırlıkta olduğu genç kuşaklara devrim ruhunu aşılamaya başladı.

Netice itibarıyla 1979 yılında İran’da rejim değişikliğine gidildi. Ülke emperyalist gelecekten kurtulup İslami geleceğe kavuştu. Müslümanlar belki de ilk kez bir ülkede rejimi değiştirip, İslami esaslara göre bir düzen kurdular.

İran’da ki bu hareket sadece İran sınırlarını kapsayan bir hareket değildi. Dünyanın birçok yerindeki müslümanlar bu devrimi sahiplendi, ümmet olma yolunda büyük bir umut bağladı. Her yıl birçok ülke ’de devrim kutlandı, kendi ülkelerinde de İslami bir devrim umudu hep diri tutuldu. Kendi değer ve güçlerinin farkına varan müslümanlar, artık yarına daha bir umutla bakmaya ve dünyayı İslamileştirme gayelerine daha bir sıkıca sarıldı.

Fakat her devrim sonrasındaki sancılar İran’da da baş gösterdi. Netice itibarıyla ülke yönetmek, hele hele rejim değişikliği yaparak ülke yönetmek basit bir iş değildir. Hem içeride hem de dışarıda birçok sorunla karşı karşıya kalmıştı. Devrimden sonra Humeyni direkt olarak kendi başa geçmedi. Kısa bir dönem Bezirgan’ı görevli olarak atadı. Din adamlarından oluşan guruplardan bazı isimler liberal buldukları Bezirgan’dan memnun değillerdi. Bir an önce İslami şartlara uygun bir yönetim istiyorlardı. Bezirgan hükümeti içerisinde laikler ve ulusalcılar durumun din adamları emrinde geliştiğini görünce istifa etmeye başladılar. Bu dalgalanma Bezirgan’ın istifası ile son buldu. Derken anayasa acil bir şekilde hazırlandı. Anayasaya ‘egemenliğin Allah’ın olduğu’ notu eklendi. Kağıt üzerindeki anayasa kuvvetler ayrılığını (yasama-yürütme-yargı) içeriyor, neredeyse halkın tümünün politik katılımına izin veriyordu. Fakat fakihin yani din adamlarının her düzeyde veto hakkı olduğu için bu tür anayasal reformlar bir anlam ifade etmiyordu. Elbette Veliyi Fakih Humeyni olacaktı.

Tüm bu olayların eksenindeyken bir yandan din adamlarının baskısı, bir yandan Marksistlerin eleştirileri, bir yandan sertleşen yönetim şartları, tutuklamalar, üniversitelerin bir süreliğine kapatılması, baskılar, TUDEH Partisi’nin kapatılması aynı zamanda patlak veren Irak savaşı, Batı’nın rahat durmaması gibi etkenler devrim sonrası günlerin aslında çok aydınlık olmadığının göstergesiydi.

Çok fazla sayıda insan devrim aleyhine çalışmaya başlamıştı. Bunlardan tutuklananlar ve idam edilenler oldukça fazlaydı.

Devrim’de etkili olan “şia” ruhunu elbette görmezden gelmek devrimi eksik anlamaya neden olacaktır. Ki sonrasında anayasa dâhil olan Şii oluşum ilk etapta, sadece “mezhepsel tercih olarak gösterilip asıl hedefin Şii’siyle Sünni’siyle ümmet olgusunu oluşturmaktır” beyanatları kısa bir süre sonra baskıya ve tahakküme dönüştü.

Bunun en berrak görüntülerini şu günlerde görmekteyiz. 2010 yılından itibaren Ortadoğu’da başlayan devrim süreçleri İran’ın etkisini daha bir gün yüzüne çıkardı. Özellik Suriye kıyamından sonra İran geçmiş kazanımların üstüne bir bidon benzin dökerek hepsini yaktı. Tarihin gördüğü, görebileceği en büyük kıyımlardan birinin yaşandığı Suriye’de, baas rejiminin hamisi konumunda durması, bunu açıklamaktan çekinmemesi ve bizzat sahada rejim muhaliflilerine karşı savaşması İran’ın artık niyetini apaçık belli etmiştir.

Şia inancının oldukça baskın olduğu İran, itikadını oluşturduğu bu mezhebi Dünya’da hâkim kılma gayreti içinde. Bu sadece Ortadoğu intifadalarının ortaya çıkardığı bir durum değildir. Günümüze gelene kadar bunun birçok emaresi göründü, lakin müslümanlar maslahat icabı bunu görmezlikten geldi. İran anayasasının 12. Maddesi olan ‘İran’ın resmi dini İslam ve Caferi mezhebidir. Bu madde ilelebet değiştirilemez.’ İlkesi aslında idealin ne olduğunu göstermesi açısından yeterlidir. Bununla beraber;

  1. İran, birçok ülke ile doğrudan veya dolaylı olarak görüşerek oradaki Şii gruplarla temasa geçerek, onları ekonomik, siyasi ve kültürel olarak destekleyerek Şiiliği yaymaya teşvik etmesi.
  2. Yine Şiilerin olmadığı ülkelere, bu düşünceyi yayacak ‘misyonerler’ göndererek orada çalışmalar yapması.
  3. Medya gücünü’ de kullanarak başta Filistin sorunu olmak üzere birçok kullanarak Müslümanların hamisi olduğu imajını vermek
  4. Hz. Ali, müslümanlar için çok değerli, örnek ve öncü bir şahsiyettir. Hz. Ali’ yi sembolleştirerek duygusal olarak Müslümanlarla bir bağ oluşturması.

Buna benzer örneklerin ‘meyvelerini’ günümüzde birçok ülkede görmekteyiz. Söz konusu ülkelere baktığımızda;

IRAK: Devrimden bu yana İran’ın deyim yerindeyse gözbebeği durumunda olan Irak, Şii baskısını sürekli üzerinde hissetti.  Şia’ya ait olan kutsal mekânlar, Ortadoğu’nun kalbine giden yol ve İran’dan sonra en büyük Şii nüfusun bulunması yeterli nedenlerdi.  1980-1988 yılları arasında gerçekleşen ve yaklaşık 1 milyon kişinin ölümü ile sonuçlanan bu savaş, bu idealin ilk girişimiydi. Bu savaş sırasında 1985 yılında gerçekleşen ve İranGate (-İran-Kontra)’ da denilen bir olay ise günümüzde dahi muammalarla doludur. 1985 yılında İran ve İmam Humeyni tarafından ‘Büyük Şeytan’ ilan edilen ABD ile gizli bir silah ticareti yapması olayı dönemin başkanı Ronald Reagan tarafından önce inkâr edilip, sonra kabul edilmesi artık herkesin malumu.

Bununla 1991 ve 2003 yıllarında da Saddam Hüseyin’ e karşı Kuveyt ve Irak’ ta ABD ile işbirliği yapıp, buralara kendi güdümünde yönetimlerin gelmesini sağlayarak buraların teslimini aldılar. Irak’ ta Nuri Maliki’yi iktidara getirerek ülkenin birçok kurumunda Sünni nüfusu diskalifiye etmesi sonucu ülke’ de ciddi krizler boy göstermiştir.

YEMEN: Bugünlerde iç savaşın eşiğinde ki ülke yemen’ de İran destekli Husiler, rejime karşı ayaklanarak Sana’ yı işgal ettiler. Buna karşı Yemenin hamisi olduğunu iddia eden Suudi rejimi, 10 ülkeyle koalisyon oluşturarak Husilere karşı savaş başlattı. Aslında burada da hedef ülke İran’dır. Zira Husileri, ekonomik, siyasi ve silah yardımıyla destekleyen İran’dır.

LÜBNAN: Bugün belki’ de dünyanın en büyük örgütü olan ve bir devlet gibi hareket eden Hizbullah, İran mollalarının destek ve teşviki neticesinde kuruldu. Bugün Lübnan’ın bir kısmına hâkim durum’ da olan Hizbullah Kudüs muhafızları ile beraber İran’ın en büyük askeri gücü durumunda.

ÇEÇENİSTAN: İslam dünyasının önemli direniş adreslerinden biri hiç şüphesiz Çeçenistan’dır. Yıllardır Ruslarla savaş halinde olan Çeçenistan Müslümanların ‘hamisi’ olan İran’ dan destek görmesi gerekirken, aksine Rusya’nın en büyük müttefiki İran olmuştur.

Sadece Çeçenistan değil tabiki Şii nüfusunun olmadığı hiçbir Müslüman ülke’ de İran’ın varlığından söz etmek mümkün değil. Bahsettiğimiz ülkelerin tamamı son yıllarda sürekli karışıklıklar yaşamakta, bu karışıklıkların da bir tarafında İran’ı görmemiz mümkün. Artık Ortadoğu’da resmen İşgalci bir durumda bulunan İran, Emperyalistlerin Ortadoğu’yu dizayn etmesinde kilit konumda bulunmakta.

Özellikle son dönemde artık aşikar olan ABD ile yakınlaşma, İran’ın Büyük Şeytan projesinden Büyük Müttefik projesine doğru evirildiğini göstermekte, “büyük aşklar nefretle başlar” deyimini de doğrulamaktadır. Yalnız burada unutulmaması gereken şudur ki, emperyalistler kendi alanlarına tecavüz edildiğinde bunun önünü keserler. Tıpkı Irak’ ta İran ile beraber IŞİD’ e karşı savaşıp, Yemen’ de koalisyon ile beraber İran destekli Husilere karşı savaşmasından görmekteyiz.